HABER MERKEZİ- 24-28 Kasım 2016 tarihinde Aliboğazı’nda şehit düşen 12 Halk Savaşçısı’na dair ikk-online.org sitesinde yayımlanan anı-anlatıyı olduğu gibi paylaşıyoruz.
“Tağar suskun, ayaz üşütüyordu bedenleri. Yapraklar dökülmüş, doğa çırılçıplaktı. Sonbahar hüznü yayılmıştı yüreklere. Kimi çeşitli görevler için kimi ise uzun bir kış süreci nedeniyle görüşemeyecekleri yoldaşlarını son bir kez daha görme isteğiyle toplanmışlardı. Kalabalıklardı. Bunun yarattığı bir tedirginlik de vardı hepsinde.
Düşman, bir zamandır keşif uçaklarını aktif kullanarak Dersim’de de toplu kayıplar verdirmişti gerillaya. Belli tedbirleri vardı. Ama hala bilinmezlikler barındırıyordu Heronlar. Henüz tam olarak çözülebilmiş değildi. Son günlerde HPG’li arkadaşların verdiği kayıpların nedenleri, sohbet konularının başında geliyordu. Ders ve deneyim çıkarıp tedbirler üzerine yoğunlaşılıyordu. Buna rağmen hareket tarzında sürece uygun bir değişime gidilememiş, “Çözüm Süreci”nin etkilerinden çıkılamamıştı hala…
Kamp çalışmaları ise planlamalarda oluşan aksamalardan kaynaklı uzamıştı. Düşman özelikle “Çözüm Süreci”nin sonlanmasının ardından gerillaya yönelik imha amaçlı saldırı pozisyonundaydı. Her gün onlarca pusu ve operasyonla, hava saldırılarıyla bu konseptini yaşama geçirmeye çalıştığı bir süreçti. Alana dair, beklenen operasyon süreci de yaklaşmaktaydı. Ve bir an önce işlerini tamamlayıp operasyona karşı konumlanmaları gerekiyordu. Saldırı-savunma grupları belirlenmiş, son planlamalar, toplantılar, hazırlıklar yapılıyordu…
Yaktıkları küçük bir ateş, neredeyse küle dönmek üzereydi. Hemen arkalarında ise bir başka noktada büyük yemek ateşi yanıyordu. Gündüz Heron’un görüntüye karşı duyarlı olduklarını bildiklerinden, olası bir hareketlilikte ateş için tedbirlerini almışlardı ama… Aldıkları tedbir düşmanın yeni taktiğine göre değildi. Bugüne kadar gece çalıştırdıkları ısıya duyarlı termal kameraları, gündüz de devreye koymuştu düşman.
Henüz çok uzun zaman olmamıştı bir araya geleli. Son hazırlıklar gözden geçirilmiş, ilk saldırı grubunun hemen ertesi gün çıkması kararlaştırılmıştı. Sayıları kalabalıktı. Grup komutanı, bir an grubu dağıtıp dağıtmama arasında ikilem yaşadı. Tam müdahale edeceği sırada geç kaldığını haber veren bir ses, yankılanmaya başladı gökyüzünde. Gelen Heron’du.
O an orada bulunan tüm gerillalara hareketsiz kalmalarının talimatı verildi. Heron’un hareket alanı netleştirilmeye çalışıldı. Vadinin Hozat tarafından girişinde Anuklu ve Tağar köyleri arasında bir çizgide seyrediyordu. Bir süre takip edilen hareketliliğe dair kısa bir değerlendirme yapıldı.
Bu arada hemen arkalarında bulunan noktada da Tuncay yoldaş, bir kayanın üzerine çıkmış, kendilerinin göremediği anlarda Heron’un hareketliliğini aktarıyordu. Ancak hiçbir tedbir almamıştı.
Birçok belirtiyi yorumlayıp, görüntü verdiklerini düşünüyorlardı. Daha fazla bir arada duramazlardı, dağılmaları gerekiyordu. Zira toplu kalmaları, toplu imhaya davetiye çıkarıyordu, tehlike büyüktü… Ancak asıl tehlikeyi fark edemiyorlardı. Arkalarında şelale tarafında ikinci bir Heron dolaşıyordu. Bunun farkında değillerdi. Onlarsa tüm hareketliliklerini tek Heron’a göre yapıyorlardı.
Grup komutanı önce Tuncayların olduğu noktaya seslendi.
“Tuncay yoldaş. Ateşi söndürdünüz mü? Hareket sıfır olsun. Sen de o kayadan in.” Sonra yanındaki gruba baktı. Yan yana olan Zilan ve Ekin, Munzur ve Cemo, Ahmet ve Kemal yoldaşları ayrı ayrı yerlere gönderdi. Onlar gittikten sonra orada sadece dört kişi kalmışlardı.
Heron’un hareketliliğini takip etmeye devam ediyorlardı. Bütün hareketleri kontrollü bir şekilde, Heron’un kuzey yamacı olarak bilinen sırtın arkasına geçtiği anda parça parça oluyordu. Ancak yanıldıklarını anladıklarında artık çok geçti. Bir kez daha Heron’a baktıklarında sırtın arkasına geçmediğini fark etmişlerdi… Heron hiç gözden kaybolmuyor, güneşten kaynaklı dönüş aldığı noktada görüntüsü kayboluyordu sadece. Ancak vadinin dışına çıkmıyordu. Oysa bütün gruplar Heron altında dağılmış, kendileri ise görüntünün verildiği noktada kalakalmışlardı…
İki kişi hemen oradaki bir taşın altında mevzilendi. Diğer iki kişi ise az ötede bulunan bir mevziye doğru hareketlendi. Yaklaşık iki saat boyunca dolandı Heron gökyüzünde. Hattını hiç değiştirmiyordu. Hep aynı güzergahtaydı.
Bir ara ses duyulmaz oldu, bir süre dinlediler. Arkada çalışan Heron’u ise hala fark etmemişlerdi. Ve fark edemeyeceklerdi… Ses duyulmaz olunca Heron’un gittiğine kanaat getirdiler. Ancak sadece daha yükselmişti ya da uzaklaşmıştı, bu yüzden de sesi onlara ulaşmıyordu. Dağılan gerillalar tekrar toplanıp kendi noktalarına doğru yol aldılar.
Yaklaşık yarım saat sonra tekrar sesi almaya başladıklarında yaptıkları yanlışın farkına varmışlardı. Havada başka bir ses daha yankılanıyordu; savaş uçakları…
Birbirine yakın olan noktalar sadece “uçak geldi” diye seslenebildi. Sonra bir rüzgarı anımsatırcasına “fırrr” diye bir ses. Özlem, Zilan ve Ekin yoldaşlar, kendi noktalarına ulaşmış, ses almadıkları için de akşam yemek hazırlıkları yapmışlardı. “Heron gitti” diye yaktıkları küçük ateşin közünde ısınıyorlardı o ara. Özlem, elinde tabakasından çıkardığı tütünü sarmakla uğraşıyordu. Ekin ve Zilan ise Özlem’in tam karşısında yan yana sokulmuş sohbet ediyorlar, ellerindeki çubukla közü karıştırıyorlardı.
Ne olduğuna anlam verecek bir zaman bulamadan hemen on metre altlarında patlayan roketin basıncı ve parçalarıyla oldukları yere düştüler. Özlem’in elinden sarmaya çalıştığı tütün düşmemişti. Çevirmeye çalıştığı içi tütün dolu olan sigara kağıdı parmaklarının arasında kalmıştı… Her zaman özenle baktığı saçları toza bürünmüştü… Vücuduna küçük küçük şarapnel parçaları saplanmış ama yüzündeki gülümsemeyi yok edememişti.
Hemen karşısında ise Zilan ve Ekin şarapnel parçaları ve basınçtan çok ciddi etkilenmişlerdi. Ama yine de ölüm ayıramamıştı onları. Yoldaşlığın birçok paylaşımını yaşayan bu üç Partizan ölümü de birlikte karşılamışlardı.
Uçaklar vadi içine sortiler yapıyor, Heronların koordinesinde görüntü aldıkları her yere bombalar yağdırmaya devam ediyordu. Vadi adeta cehenneme dönmüştü. İkincisi kazan bombasıydı. Kadın gerillaların kaldığı noktanın karşısındaydı diğer grubun bulunduğu yer.
Noktada kalanlar ilk patlamanın sesiyle nokta dışına atmaya çalışıyorlardı kendilerini. Orhan, Munzur, Tuncay ve Ahmet yoldaşlar çıkabilmişlerdi noktadan. Ancak Cemo ve Ferdi’nin buna zamanı olmamıştı. İlkinden daha şiddetliydi patlama. Noktadaki koca bir kayayı un ufak etmiş, deyim yerindeyse taş üstünde taş bırakmamıştı. Cemo ve Ferdi noktadan çıkamamış, bir manganın içine sığınmışlardı. Büyük bir alev topuna dönen kazan bombası noktada ne varsa yıkıp geçmişti. Ama yıkıp geçemediği tek şey ölüme yürüyenlerin iradesiydi. Hemen noktanın ortasındaki manga iki gerillanın üzerine çökmüştü.
Düşman durmak bilmiyor, gerillalar ise her türlü kaygıya rağmen en ufak bir tereddüt göstermeden karşılamaya çalışıyorlardı saldırıları. Düşman en son teknolojileriyle saldırıyordu gerillalara. Ama nafile ne irade ne de mücadele teslim alınabiliyordu. Bedel ağır oluyordu ama yaraları sarma iradesi, daha güçlüydü patlayan bombalardan.
Noktadan çıkmayı başarabilenler dağınık bir şekilde az ilerdeki bir mağaraya yöneldiler. Birkaç dakika içerisinde ulaşabilmişlerdi. Ancak Heron onların hareketliliklerini takip etmişti. Uçaklar bu arada vadiyi boydan boya kesen patikanın belli yerlerini bombalıyordu. Her yerden toz bulutlarıyla karışık dumanlar yükseliyordu. Ahmet mağaranın girişinde, Munzur, Orhan ve Tuncay ise biraz daha içeride konumlanmışlardı. Uçaklar tam karşılarında bir sorti daha yaptı. Roketin çıkış ve hareket ederken çıkardığı sesle vuruş anı arasında kısa zaman dilimi oldu. Roket tam Ahmet’in başının üstüne birkaç metre mesafeye isabet etti. Önündeki kaya paramparça olmuştu. Geriye Ahmet’in gözlüğü kalmıştı…
Basınç Ahmet’in olduğu yerden Munzurların olduğu yere doğru ilerledi. Koca mağara tanınamayacak hale gelmişti. İçerdeki üç kişi de silahları ellerinde, eller tetikte hazır bir vaziyette göğüslemişti ölümü. Bu bir iradeydi. Her koşulda silahların ellerden düşmeyeceğinin garantisiydi, bir mesajdı…
Uçaklar yaklaşık yarım saat boyunca yoğun bir şekilde bombalamışlardı vadinin birçok noktasını. Yüklerini boşaltıp son sortilerini yapıp uzaklaştılar. Uçaklarla beraber Heron da gitmişti artık. Az sonra Kobralar belirdi vadide. Onlar da yirmi dakika boyunca roket ve doçkalarla yoğun bir şekilde vurdular. Özellikle güney yamacına yoğunlaşıyorlardı. Gazeller kurumuş, hepsi toprak üzerinde küme kümeydi. Mermilerden ve roketlerden çıkan kıvılcımlar araziyi tutuşturmuş, Aliboğazı’nı yangın yerine çevirmişti. Ama en büyük yangın kalanların yüreğindeydi…
Uçak vuruşlarının olduğu noktanın dışında kalan bütün gruplar olası bir operasyona karşı konumlanmışlardı. Bazıları henüz şehit düşenler olduğunu bilmiyorlardı. Bazıları ise uçak vuruşlarının her anına tanıklık etmişlerdi.
Aşkın, Bakış ve Hakan savunma görevi nedeniyle Bozan’daydı. Uçak vuruşlarını tarifi olmayan duygularla takip ediyorlardı. Bulundukları yer, uçakların vurduğu alanın dışındaydı. Sesler kaybolduktan sonra ne konuşacaklarını bilmiyorlardı ama söyleyecek çok şeyleri vardı… Aşağıda olanları ne bekliyor tam olarak bilmiyorlardı ama neler olabileceğini tahmin ediyorlardı. Aşkın, Heron gelmeden yarım saat önce planlama için o grubun yanındaydı. İşini tamamlamış, Hakan ve Bakış’ın yanına doğru yol almıştı. Hızlıca toparlandılar. Kademe kademe inmeye başladılar Bozan’dan.
Saat akşam dokuz olmuştu. Bu kez Amutka ve Akirek karakollarından havan sesleri gelmeye başladı. Yoğun bir şekilde vadinin birçok noktası havanlandı. Bu operasyonun bir sonraki aşamasının habercisiydi. Az sonra yine kobralar geldi. Ardından Skorskyler… İndirmeler başlamıştı. Kendileri ise henüz Bozan patikasını inmemişlerdi.
Ertesi gün patikanın vadi ile kesiştiği noktada karşılamışlardı ilk olarak düşmanı. Hepsinde intikam yemini, Bozan patikasını ağır ağır inen düşmanı bekliyorlardı. Tağar’a doğru konumlandılar. İşte ilk düşman askeri, ağaçların arasında belirmişti. Bastılar tetiğe… Düşman şaşkındı. Az sonra karşılık verdiler. Bir süre sürdü çatışma. Düşmanın her türlü olanağına rağmen ilk uyarıydı bu eylem…
Aşkın “çekilelim” dedi gruba. Daha güçlü vurmak için geriye doğru atılmış bir adımdı. Ve ok gibi yerinden fırlamaya hazırlardı. Aşkın önde, Hakan ve Bakış onu takip ederek uçak vuruşlarının olduğu noktaya kadar ulaştılar. Gördükleri manzara karşısında oluşan duygularını nasıl tarif edeceklerini bilemediler. İki gün, vuruşların olduğu iki noktanın tam ortasında kaldılar. Bir yandan noktalardan gözlerini ayıramıyorlar, diğer yandan düşmanı takip ediyorlardı. En uygun anı bekliyorlardı. Öyle bir darbe vurmalıydılar ki, anlamalıydı düşman; “tankınız, topunuz ne varsa gelin. Belki aramızdan birilerini alabilirsiniz ama bitiremezsiniz bizi. Durduramazsınız yüreklerimizi. Her yürek yeni bir bedende yaşam bulur” dediklerini.
Üç gün boyunca düşmanın her hareketini izlediler. En uygun zamanı kolladılar. Düşman bu zaman zarfında yanlarına kadar geldi. Ama kendilerini iyi kamufle etmişlerdi. Şimdi tek istedikleri kendi inisiyatiflerinde yaşanmasıydı sürecin.
Son günün sabahıydı. Artık intikam zamanı gelmişti. Daha gün ışımadan hareketlendiler. Şelale yönüne doğru savunmalı bir şekilde geçtiler. Çırçırik köyünün altında uygun bir yere konumlandılar. Hemen üstlerinde düşmanın kalabalık bir gücü vardı. Hedef olarak burayı belirlemişlerdi.
Öğlene kadar izlediler düşmanı. Telsiz konuşmaları yoğunlaşmıştı. Bazı konuşmaları duyuyorlardı. Düşman operasyonu bitirme hazırlığı içindeydi. Zaman gelmişti hesap sormak için. Üç gün boyunca, düşman karşılarında yoldaşlarının cenazelerini alırken bir bir, hep bu anı beklemişlerdi.
Aşkın Bakış’la silahları değiştirdi. Kanas şimdi ondaydı. Az sonra kalabalık bir düşman gücü tam konumlandıkları noktanın altından Çırçırik köyüne doğru hareket halindeydi. Eller tetikte bekliyorlardı. Düşmanın artçı gücü de noktanın önünden geçtiği anda bastılar tetiklere… Mermiler büyük bir öfkeyle yönelmişti düşmanın üstüne. Bağırışlar, kaçışmalar ve panik, sloganlarla karşılanıyordu Partizanlar tarafından. Düşmanın diğer güçleri de eylem alanına gelmeye çalışıyordu. Karşılıklı bir çatışmaya dönmüştü.
Düşman ilk anki paniğini atmış, yerde yatan iki ölüsünün ve yaralılarının üstüne basarak karşılık veriyorlardı Aşkın, Hakan ve Bakış’a. Onlarsa hesap sormuş olmanın huzuruyla yanıtlıyorlardı. Bir süre sonra düşman kaldıkları noktayı kuşatmaya başladı. “Teslim ol” çağrıları yankılanıyordu. Ama en küçük bir tereddüt dahi yoktu. Yanıt belliydi. “Teslim olmak yok…”
Aşkın durumu hızlıca değerlendirdi. “Ben az öteye doğru mevzileneceğim. Savunmanızı alacağım. Size seslendiğimde kademeli bir şekilde çekilin” dedi. Onayladılar Aşkın’ı. Zor durumdaydılar. Ama dimdikti başları.
Aşkın Tağar suyunu geçip bir taşın arkasına konumlandı. Kanasın namlusunu düşmana doğru yöneltti. Bastı tetiğe. Çağrısını yaptı. Bir yandan mermileriyle düşmanı boş bırakmıyor diğer yandan çatışa çatışa geri çekilmeye çalışan Hakan ve Bakış’ı izliyordu. Az sonra Bakış’ın düştüğünü gördü. Daha bir öfkeyle bastı tetiğe. Nasıl öfkelenmesin? Üzerine titredikleri bu genç Partizan’ın fedakarlığının, direncinin, çalışkanlığının en canlı tanıklarındandı.
Şimdi Hakan’ı çekmeye çalışıyordu. Ama o da mermilere hedef olmuştu. Birkaç mermi daha sıktı. “Hadi Hakan, çık artık” dedi içinden. Ama duyuramadı sesini. Hakan da yerde yatıyordu.
Tek kalmıştı. Hepsinin görevini omuzlamıştı. Şimdi düşmana sıktığı her mermi, dokuz yoldaşının ardından Hakan ve Bakış içindi aynı zamanda. Uzun sürdü direnişi. Düşman çırılçıplak bir noktada sadece küçük bir taşın arkasına mevzilenmiş Aşkın’a karşı çaresizlik içindeydi. Roketler, Bixiler, ferdi silahlar çalışıyordu üzerine. O ise yüreğinde umudu, Bakış’tan devraldığı ve adına Karayılan dedikleri Kanasla karşılıyordu düşmanı.
Onlarca namluya, düşenlerin ruhunu kuşanarak çarpan yüreğiyle karşılık veriyordu. Şarjörler bir bir boşalıyor düşman çaresizlik içinde saldırıyordu. Partizan geleneğine yeni bir destandı eklenen. Az sonra sol yanında bir sızı hissetti. Eli hala tetikteydi. Sağına soluna vuran mermilerin hedefine girmişti artık. Ama yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle sıktı son mermisini. Gücü tükenmiş. Zorlanıyordu soluk almakta. Ama içi rahattı son nefesini verirken.
İşte böyle yazıldı 24-28 Kasım 2016 tarihinde Aliboğazı’nda yazılan destan… Teslim olmayanların, her türlü tekniğe rağmen iradelerinden hiçbir şey kaybetmeden yaşayanların destanı…
Dersim’den Bir Gerilla”