BPKD’nin (Büyük Proleter Kültür Devrimi) sarsıcı dalgaları, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri 68’e gelindiğinde ciddi bir dinamik oluşturmuş ve ’68 Hareketi ile birlikte yüzeye vurmuştu. Türkiye’de de yankı bulan ’68 Hareketi’nin, merkezinin ve hareketin gövdesinin öğrenci gençlikten oluşması; öğrenci gençliğin yarı-aydın karakterinin ve toplumsal olaylara duyduğu “ilginin” doğrudan bir sonucuydu. İlk yükselişini 68’li yıllarda gördüğümüz devrimci gençlik hareketi üniversite odaklı bir çıkışla yönünü bulmaya çalışıyordu. Gençlik, henüz pratikte illegal devrimci ve komünist yapılanmaların olmadığı ve dolayısıyla iktidarı al aşağı etme perspektifi yerine düzen içi değişimler temelinde ve anti-emperyalist, aktivist taleplerle kendini ifade ediyordu.
Devrimci gençlik hareketi ilk darbesini ’71 muhtırasının ardından yaşanan faşist askeri darbe ile aldı. Bu dönemden sonra iki büyük eğilimle gençlik, iktidar olgusu karşısında TKP, TİP, TSİP vb. legal/reformist yapılanmalar ile THKO, THKP-C, TKP/ML gibi illegal devrimci ve komünist örgütlenmelerin etrafında konumlanarak belirginleştirmeye başladı. Bu süreç devrimci ve komünist hareketlenmelerin yükselmesine paralel devrimci gençlik hareketinden halk hareketine geçiş dönemi olarak gerçekleşti. ’71 Devrimci Çıkışı aynı zamanda TDH’nin uzun yıllardır üzerinde taşıdığı kemalizm uykusundan kısmen de olsa uyanma dönemi olarak da tanımlanabilir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın bilimsel tezleri ile siyasal/örgütsel pratiği, tüm halk kesimlerinde olduğu gibi öğrenci gençliğin ülkemizdeki sınıf-iktidar perspektifine tarihi bir aydınlama aşamasını oluşturmuş, Kemalizm’in maskesini düşürmüştür. Bu anlamıyla İ.Kaypakkaya yoldaşın görüşlerinin o dönem özgüllüğünde öğrenci gençlik içerisinde ayrıca bir önem taşıdığını söylemek mümkün.
12 EYLÜL AFC’SİYLE TIRPANLANAN GENÇLİK MÜCADELESİ
12 Eylül’e gidilen süreçte devrimci gençlik mücadelesi ülkedeki sınıf mücadelesine paralel bir ivmeyle yükseliş göstermiştir. Bu durum karşı-devrimin yönelimini bu alana çevirmesine neden olmuştur. Nitekim 12 Eylül 1980’e gelindiğinde AFC saldırılarını, ezme ve yıkma harekatını devrimci güçlerin yanı sıra gençlik mücadelesine de yöneltmiştir. Bu yıkım hareketinin üniversitelerdeki başlıca aracı YÖK olmuştur. 12 Eylül’ün devamında YÖK; faşizmin teknolojik donanımını, askeri-polisiye tedbirlerini artırarak ve bu yöntemlerde de gittikçe ustalaşarak üniversiteli gençlik içerisinde bulunan tüm devrimci potansiyelin ve dinamikleri sindirilmesinde; ezberci, tekçi ve anti-bilimsel eğitimin kürsülere yerleştirilmesinde, her protesto gösterisinden sonra demokrat-devrimci öğrencilerin faşist sistemin kendi hukukuna bile aykırı bir şekilde okuldan atılması veya uzaklaştırılması yolunda ilerledi.
12 Eylül AFC’si öncesi devrimci öğrenci hareketinin akademik mücadele temelinden çok, siyasal temelde gelişmesi (anti-faşist, anti-feodal, anti-emperyalist vb.), AFC sonrası siyasal mücadelenin darbelenmesi nedeniyle öğrenci kesimini bir anda boşlukta bırakmıştır. Bu boşluktan egemenler yararlanmasını bilmiş YÖK’ü devreye sokmuştur. YÖK ile oluşturulan yeni sistem yüksek okullara yeni giren öğrencilere uygulanmaya başlanmıştır. O anda okuyan öğrenciler daha önceden kazandıkları “hak”ları kullanmaya devam etmiştir. Dolayısıyla bu dönüşüm sürecinde eski öğrencilerin akademik sorunları üzerinde harekete geçmesi söz konusu olmamıştır. Ancak yeni gelen öğrencilerin YÖK’ün yarattığı sorunlarla karşılaşılmasıyla birlikte akademik temelde hoşnutsuzluklar başlamış ve özellikle 1989 sonrası öğrenci hareketlerinin yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Öğrenci gençliğin işçi sınıfının 1989 bahar eylemlilikleriyle başlayan hareketliliğine paralel olarak bir hareketlenme/canlanma içerisine girdiğini görmekteyiz. Ancak hiç kuşkusuz ki faşizmin azgın saldırıları ve üniversite gençliği üzerinde estirdiği terör, YÖK zulmü, öğrenci gençliğin ilk başta akademik-demokratik mücadele vermesine, kısıtlanan, ellerinden alınan haklarının kazanılmasına yönelik bir mücadele zemininde konumlanmasını gerekli kılmıştır. Bu mücadele en başta da örgütlenme özgürlüğü alanında verilmiş, öğrenci gençlik kendi öz örgütleri olan öğrenci derneklerinin kurulması için yoğun bir çaba harcamıştır. Bu mücadele ’89 sonrası belli bir kitleselliğe evrilse de, işçi sınıfı ve emekçi halk ile devrimci güçler üzerinde estirilen faşist zulmün ve baskının doğal bir sonucu olarak, 1980 öncesi gibi toplumun diğer katmanlarını da içine alan bir mücadeleye evrilememiştir. Bunda işçi sınıfının ve emekçi halkın terörize edilmesinin, örgütlenmesinin önüne her türlü terör uygulanmasının çıkartılmasının önemli bir rolü vardır. Bu anlamıyla öğrenci gençliğin kitlesel anti emperyalist, anti faşist ve anti-feodal mücadelesinin yaratılması engellenmeye, bu mücadelenin toplumun diğer katmanlarıyla buluşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bunda da belli oranda başarılı olunmuştur.
ÜNİVERSİTELERDEKİ FAŞİST KUŞATMADA YÖK’ÜN İŞLEVİ
YÖK, faşist T.C devletinin üniversite gençliğinin başına diktiği sopalı bekçi rolüne bugün de devam etmektedir. OHAL sonrası ilan edilen KHK’ler ile yüzlerce akademisyenin üniversitelerinden atılması, binlerce devrimci-demokrat ilerici öğrencinin tutuklanması, öğrencilerin şovenizm ile zehirlenerek apolitikleştirilmesi, üniversitelerin karakollara çevrilerek faşist kuşatmaya alınması, onlarca öğrenci derneğinin kapatılarak söz ve eylem hakkının engellenmesi, rektör seçimlerinin kaldırılarak AKP-Erdoğan kliğinin bizzat atamalara müdahil olması gibi bir dizi saldırı ve baskının önemli bir muhatabı YÖK’tür. Yine akademik kadrolarda ihraçlar sonucu yapılan atamalarda rektör ve akademisyenlerin “yandaş”lardan seçilmesi, hatta Hitit Üniversitesi’nde olduğu gibi bu “akademik kadro”ların birbirleriyle akraba olanlardan seçilmesi traji-komik olarak değerlendirilse de aslında egemenlerin bilimsel eğitime dair bakış açısının somut ispatıdır. Onlar için öncelik akademik seviyesi yüksek kadrolar değil, yandaş ve kolay yönetilir “aile”lerdir.
Bu süreçte her ne kadar üniversitelerdeki saldırıların esas adresi AKP-Erdoğan olarak gösteriliyor olsa da burada esas irdelenmesi gereken nokta işlev meselesidir. Bugün YÖK egemenlerin kullanışlı bir aparatı olarak güncel işlevini sürdürmektedir. YÖK faşist-karşı devrimci misyonuyla, anti demokratik işleviyle, bilimi üniversiteden kapı dışarı edip gençliğe dayattığı paralı-ezberci ve üretimden kopuk eğitim tarzıyla, halkın değil sermayenin sözcülüğüyle önümüzdeki mücadele sürecinde de üniversite gençliğinin esas gündemi-sorunu olmaya devam edecektir.
Faşizmin özellikle Gezi İsyanı sonrası baskı ve saldırı araçlarını devrimci gençlik mücadelesi dinamiklerinden yana çeşitlendirmesine/etkinleştirmesine, OHAL ve sonrası süreçte üniversiteler başta olmak üzere oluşturduğu faşist kuşatmaya rağmen devrimci gençlik mücadelesi güçlü potansiyelleri bağrında taşımaktadır. Bugün öğrenci gençlik bir dizi çelişki ile yüz yüzedir ve bu çelişkiler esas itibariyle devrim sorununa tekabül etmektedir. Faşist kuşatmanın gençlikte ve öncü güçlerinde yarattığı karamsarlığı ve umutsuzluğu tersine çevirmek ve umudu büyütmek bizlerin görevidir.
Ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisinde tarihin ve maddenin şartı hep ikincisinin büyümesi ve zaferine dair düşülmüştür. Ezilen ve sömürülen aramak, yenilenmek, güçlenmek ve özgürleşmek zorundadır. Bu geri dönüşü ve duraksaması olmayan bir kulvardır. Umudumuz da gençliğin bu kulvarda komünist önderlikle birleştiğinde nelere kadir olabileceğinin bilinmesinden ileri gelmektedir.
Bunu yaratacaklar ise şüphesiz Komünist Partisi’nin önderliğinde mücadelesini sürdüren Komsomolcular olacaktır. Faşist kuşatmaya, gericileşen anti-bilimsel eğitim sistemine, şovenizm zehrine karşı geniş halk gençliğini bilinçlendirme, örgütleme ve Yeni Demokratik Gençlik mücadelesine katma becerisi, egemen sınıfların gençlik üzerindeki otoritesini sarsacak, devrim saflarını güçlendirecektir.
*Bu yazı 25 Ekim tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 21. sayısında yayımlanmıştır.