Ölümü kucaklamanızın, çeliğe su olmanızın ardından neredeyse üç ay geçti. Gülüşün-gülüşünüz asılı duruyor Sarıgazi sokaklarında ve beraber yaptığımız “yaramazlıklar”. Ne vakit adımlamaya kalkışsam sokakları bir köşe başında elinde gazete, fırça, afiş ve kovayla duruyorsun, bir diğerinde sprey, bir başkasında ise elinde molotoflarla… Kararlı, samimi, içten ve en önemlisi inatçı gülüşünle Gezi İsyanı’nda en çok attığımız sloganı haykırıyorsun: “Bu daha başlangıç mücadeleye devam…” Düşünüyorum da sen ve senin gibi nice yiğitler geçti-geçiyor bu sokaklardan. Değil üç ay, değil üç yıl, üçbin yıl dahi geçse izlerinizi silmeye yetmez hiçbir güç.
İzninle şimdi ben de bıraktığın izlerini takip ederek seni, mücadeleci ve emekçi yönünü, en çokta inatçılığını anlatacağım.
Yoksul ve emekçi bir ailenin çocuğu olan Tanju Er (Samet) Tokat’ta dünyaya gözlerini açmıştır. Geçim kaygısıyla metropolün yolunu tutan ailesi yine en yoksul ve emekçilerin oturduğu semtlerden birisini tercih eder ve yerleşirler Sarıgazi’ye. Ailesini memleketinden göçe zorlayan, metropolde de yoksulluğa mahkum eden sistem Tanju’yu da uyuşturucu batağına çekmiş ve yavaş yavaş yok etmek için kıskaçları arasına almıştı. Devletin, emekçi mahallelerde gençlere yönelik en büyük silah olarak kullandığı uyuşturucu batağına Tanju da girmeye başlamıştı. Tam da egemenlerin istediği gibi sorgulamayan, ânı yaşayan, çalışmayan, sevgisiz, kindar, sürekli tüketen, bir genç olmak üzereyken devrimcilerle yolu kesişiyor ve bu kesişme rotasını 180 derece değiştiriyor Tanju’nun. Bu karşılaşmanın ardından sık sık bir araya geldiği yoldaşları ile zaman geçiren ve faaliyetlere katılan Tanju artık başka bir Tanju olma kararı almıştı.
Bu batağın içerisinde kaybolup gitmeyi değil bataklığı kurutmayı hedefine koymuştu. Sadece uyuşturucuya karşı değil, gençliği yok eden maddelerin kaynağına yani sisteme karşıda büyük bir savaş açmıştı Tanju yoldaş.
Okuyup yazmaktan nefret ettiğin ama pratikten asla kaçmadığın için seni pratiğinle anlatacağım. Sarıgazi’nin Tanju’su, Dersim dağlarının Berkin’i/Samet’i…
“ELİMİZDE OLACAADI BİRER KELEŞ BAH O ZAMAN KİM GAÇIYO, KİM GOVALIYO”
Köyde yaşamış ve sonrasında devrimci yaşama atılan tüm yoldaşlarda olduğu gibi Tanju’da inanılmaz emekçi ve aldığı hiçbir görevden kaçmayan bir özelliğe sahipti. Gezi İsyanı’nda öfkesini sisteme yöneltenlerden, barikatlara omuz verenlerden birisidir Tanju. Sayısız eyleme, etkinliğe ve faaliyete beraber gitme şansımız oldu. Gezi İsyanı sırasında özellikle de Sarıgazi’de çok fazla eyleme katıldık. Bir akşam Gezi İsyanı’nı selamlamak ve saflarımıza çağrı yapmak için koyduğumuz korsan eylem sonrası peşimize takılan polisleri atlatmak için baya bir uğraşmıştık. Epey bir uğraşın ardından atlattık peşimizdekileri ve polislerin bizi nasıl aradıklarını izlemek için elimize çekirdek alıp oturduk bir apartmanın merdivenine. İkimiz de çok yeni ve tecrübesiz olduğumuz için baya bir zor olmuştu. Sonrasında her zaman ki alaycı gülüşüyle polisleri, “Şu tarafa gittiler, şu tarafa” diyerek yanlış yere yönlendirdi polisleri. Arkalarından da Tokat şivesiyle konuşarak hayallere daldı: “Elimizde olacaadı birer Keleş bah o zaman kim gaçıyo, kim govalıyo.” Dediğini yaptın da. Şimdi o sokaktan ne zaman geçsem gülüşünde kayboluyorum kara çocuk…
“BIRAHIN SİLAHIM GONUŞSUN”
O dönemlerde bir de heyecan ve coşkuyla çalışmalarını yürüttüğümüz emek kampanyamız vardı. Aslında Tanju’yu sorgulamaya sevk eden, çelişkilerini derinleştiren ve savaşa çağıran emek kampanyası. Teorik çalışmalardan nefret ederdi. Önümüze yapılması gereken işlerden bir tanesi olarak koyduğumuz için istemeye istemeye katılırdı eğitim çalışmalarına. Katılsa da sürekli kaynatırdı. Pratik işlerde ise kovsan gitmez elinden ne gelirse fazlasını yapmaya çalışırdı. İşçilerin işe gidiş saatlerinde ajitasyon ve propaganda yapabilmek için sabahın erken saatlerine randevu koyardık. O randevuya uykusundan sadece Tanju “feragat” edip gelirdi. İş yaparken hayıflandığını hiç duymadım. Gündüz faaliyet yürütüp akşamları ise teorik çalışma yapardık.
Her fırsatta, “Ne işim var benim buralarda. Beni gönderin yoldaşların yanına. Bırahın silahım gonuşsun. Ben ne anlarım kitaptan, teoriden” sözlerini dile getirirdi. İstisnasız her gün bu sözlerini yinelerdi. Geçtiğimiz günlerde internette, gerilla alanında elinde kitap okurken çekilmiş bir fotoğrafını gördüm. “Ben ne anlarım kitaptan, teoriden” diyen Tanju eline kalın bir kitap almış pür dikkat okuyor.
O fotoğraf gerilla alanında da kendinle mücadele ettiğini gösteriyor kara çocuk. Hem söylediğini yani silahını konuşturmuşsun, hem de hiç sevmediğin kitap okuma alışkanlığını geliştirmişsin.
Maaşlarını alamadıkları için direnişte olan Punto işçilerini ziyarete gittik bir gün. İşçi sözcülerinden bir abi bize MHP’den devrimciliğe evirilen hikayesini anlattı. Tanju’nun da benim de çok etkilendiğim hikaye şu şekilde: “Emeğin MHP’lisi, CHP’lisi olmaz. Bunu ben pratikte yaşayarak öğrendim. Ankara’da çalıştığım yıllarda işyerim ODTÜ’nün tam karşısındaydı. Burada okuyan devrimci gençler her gün bir pankart açıp bizim iş yerinin önünden geçerek yürümeye kalkışırdı. Yürüyüşe izin vermeyen polis ise ortalığı gaza boğardı. Ben de her gün o gençlere ağız dolusu küfürler ederdim. Rahat durmuyorlar bize de dünyanın gazını yediriyorlar diye. O dönem MHP’liyim ve Ülkü Ocakları’nda faaliyet yürütüyorum.
Aylarca alamadığımız maaşlarımız için direnişe geçmeye karar verdik iş yerinde ki arkadaşlarla. Gittim Ülkü Ocakları’ndan arkadaşlardan yardım istedim. Beni kovmaktan beter ettiler. Bir umut MHP ilçe binasına gittim orası da aynı şekilde, ‘Ne direnişi, ne mücadelesi’ diyerek gönderdiler beni. Tabi o hiçbir zaman istemediğimiz sendika yetişti imdadımıza. Sonrasında direnişe başladık iş yerinin önünde.
Bir gün ODTÜ öğrencileri yine harekete geçti. Ellerin de ‘Direnen deri işçileri yalnız değildir’ pankartıyla slogan ata ata geldiler. Geçip gitmediler ama. Meğerse bize desteğe gelmişler. Ve ben o gün dedim ki; Bu öğrencilerin bir bildiği varmış ki gaz yiyorlarmış. Polis dövüyormuş, gözaltına alıyormuş ve tutukluyormuş. İşte o gün devletin biz yoksullara değil, zenginlere hizmet ettiğini öğrendim. O günden sonra da bütün devrimciler benim dostum oldu. Ben de bütün devrimcilerin abisi.”
Tanju’nun hayretler içerisinde Ramazan abiyi dinlemesini hiç unutmuyorum. Bu hikayenin ardından Tanju yoldaş, işçi havzalarında yürütülen örgütlenme çalışmalarına daha bir önem vermişti. Titizlikle katılıyordu çalışmalara. Belki de kendi kopuşunu görmüştü işçi abinin kısacık hikâyesinde.
“ŞEYTAN DÜRTÜYO KERVA, ÜSTÜNÜ KAPATIP YERİNE YENİLERİNİ Mİ YAZSAK ACABA?”
Emek kampanyası ile ilgili yazılama çalışmasına çıktığımız bir gün, işimiz bittiğinde elimizde spreyler kaldı. Göz göze geldik ve aynı şeyleri düşündüğümüz için hiç konuşmadan başladık parti yazılamaları yapmaya. Çok ciddi ve özenle planlanması gereken bir işi en dikkatsiz ve hiç güvenlik önlemi almadan yapmıştık. Yürüttüğümüz faaliyette ki tek sıkıntı bu olsa baş göz üstüne. Yanlış yazı, harf eksikliği gibi hatalarımızda olmuştu! Üç kişi olmamıza rağmen hiç birimiz fark etmemiştik yanlış yazıları. Daha sonrasında yapılan değerlendirmenin ardından yapılan yanlış yazıların güvenlik önlemi alınarak silinmesi kararı alındı. Güvenlik önlemlerini aldık ve söylene söylene sildik yazıları. Bizi parçalasalar sildiremeyecekleri yazılamaları ellerimizle silmek çok ağır gelmişti. “Şeytan dürtüyo kerva, üstünü kapatıp yerine yenilerini mi yazsak acaba? Bu defa daha güzellerini yazarız” diyerek kabul etmiyordu bir türlü. Sonrasında ne zaman yazılama ve afiş çalışmasına gitsek ya da yazıları sildiğimiz sokaklardan geçsek Tanju ile göz göze gelip basardık kahkahayı.
“İNSAN YOLDAŞINI ÖZLEYEMEZ Mİ YANİ?”
Bir zaman sonra farklı bir faaliyet alanına geçtiğim için artık bir birimizi sık sık göremiyorduk. Çok acil bir şekilde yanına çağırdı bir gün. Neden çağırdığını sorduğumda ise, “özledim” diye cevap verdi. Gözleri çakmak çakmak, yaramazlık yapan bir çocuğun muzipliği ve heyecanı bütün mimiklerine sinmiş, şöyle bir baksan “kesin bir şey var” diyebileceğimiz hal ve hareketleri ile veda etti. İçi içine sığmıyordu o gün. Meğerse oturup akşama kadar hayalini kurduğu dağlara, silahına, yoldaşlarına kavuşmak için hazırlanıyormuş. Ayrılırken defalarca sarılmasına şaşırmıştım ve “Hayırdır ekürüm, öleceğim de haberim mi yok” şeklinde takılmama kızmıştı ve “İnsan yoldaşını özleyemez mi yani” deyip açık vermemeye çalışmıştı.
Haklıydı, yoldaş özlenmez mi hiç? Öyle bir özlenir ki esen her rüzgarda soluğunu, kokusunu hissedersin, çekersin ciğerlerine derin derin. Kokusu ve soluğuyla gelir misafir olur düşlerine. Toprağa ne vakit kar düşse aklın hep oradakilerde olur. Umutlarını tutsak edemedikleri oradakilerde, dorukları fetheden oradakilerde. Ne vakit bir çatışma haberi okusan yatak yatak olmaktan çıkar çivili sopa olur adeta. Hiçbir özleme benzemez yoldaş özlemi. Orada ki bizimkiler efkarlanınca burada cigara yakmayan hiç kimse de bilemez bu özlemi.
Hiç kimsenin silemeyeceği bir yazı yazdın Dersim dağlarına. Geleceği çalınan gençliğe, kadınlara, LGBTİ+’lere ve emekçilere bir kez daha kurtuluşun namluda, dağlarda, intifada olduğunu hatırlattın. Tasfiyeye, darbeye ve devletin her türlü saldırısına karşı yinelediniz: Yılgınlık yok! Umutsuzluk asla! Umut dağlardadır, umut PARTİZANLARDA…
Tanju yoldaşa özlem ve saygıyla…
Bir Partizan okuru