Egemenlerin burjuva-feodal kültürünün ülkemizdeki şekillenişi dönem dönem farklılıklar teşkil eder. Bunu kısa süreli de olsa neyin neye göre değiştiğini, moda veya ahlaki olarak uygun ilan edilen ve/veya edilmeye çalışılan şeylere göre ayırt edebiliriz. Tüm kestirmeye çıkan söylemlere rağmen, defalarca üst yapının yani sosyo-ekonomik yapının alt yapıyı yani kültür ve adet dediğimiz olguları şekillendirdiğini de söylesek onu görmek, onu yorumlayabilmek ince bir farkındalık gerektirmekte.
Şöyle ki, nasıl bir balık suyun içinde olduğunu bilmezse, alt yapının içinde yaşayanlar içinde üst yapının belirleyiciliğini ve hareketlerinde aslında bir yönlendirme çabası olduğunu tam bilmez.
Bir balık sudan başka bir dünyada olduğunu ancak suyun yüzeyine yakın durduğunda ya da suyun azaldığı/bittiği yerde fark eder. Uzun süredir baskı altındaki toplumlar içinde bu geçerlidir, uzun süre suyun varlığına alışır ancak suyun bitmek üzere olduğu yerde başka bir dünya olduğunu görür ve bunun arayışına girer. İşte tam bu noktada alt yapıya yüklenen iki misyon açığa çıkar, bunlardan ilki ve ilk tercih olan yapabilirse, elinde malzeme kaldıysa yeni bir oyalantı yaratmak ve kitleleri bunun peşine takmaktır. Selfi çekmek, sosyal medyada beğeni peşinde koşmak, eski teorileri renklendirip yeniden boyayarak filozofluğa soyunma gibi daha da örnekleri artan bin bir türlü metod kullanıyor. İkinci durum ise, ki normal de kriz zamanlarının metodudur, alternatif teşkil eden şeyi asimile etmeye ve/veya yozlaştırmaya, dejenere etmeye çalışır.
Uzun bir zamandır Türkiye’de popüler kültürü, veya aydınlar arasındaki ismi ile pop kültürü, kendisine biat etmesi için hadım eden egemenler elbette artık ikinci seçeneğe geçmek zorunda kaldı. Nihat Doğan’ın filozof olması, örnek sporcusunun Arda Turan ilan edilmesinin, ekonomistlerin “komünist” ilan edilmesinin ve en son olarak Hilal Cebeci’nin devrimci enternasyonalistlerin sembolü haline gelmiş ve kitlelerce benimsenen Çav Bella (Bella Ciao) şarkısını söylemesinin asıl sebebi de budur.
YOK EDEMEYİNCE, GENETİĞİ BOZMA GİRİŞİMLERİ
İşte en önemli nokta yozlaştıramadığı, kitlelerin bünyesinin kustuğu politikaları/taktikleri kenara bırakan egemenlerin başvurduğu ve sadece “rezillik” diye yorum alan şeyler üzerinden yeni bir kültür var etmeye çalıştığını görmektir. Dikkatlice incelenirse Türkiye’de artık egemenlere karşı emekçilerin saflaştığı ve faşizme karşı kendince bir bilinç kazanan bir karşı duruş olduğunu görmek mümkündür. “Yeşil Kuşak” projesi altında egemenlerin modernleşme hareketi de olan Kemalizm’in alabildiğine “daha modern” yaşanmasının sınırlandırılması, emekçilere daha gerici ve dini dogmalarla biatı dayatan bir kültürün aşılanması süreci işlemektedir. Çünkü haklar belirli bir kesimin elinde durdukça ayrıcalık haline gelir. Buna en güzel örnek son süreçte “moda” olan Deistliktir. Türkiye egemenlerinin ısrarla, dindar bir toplum projesinden radikal dindar bir projeye geçmeye çalışması, dini dogmaların feodal çağdaki dogmalara dönüştürülmesi, sınıflı toplum koşullarında sağlanan modernleşme ve hak alımlarına karşı toplumu tekrardan kendi çıkarlarına uygun konumlandırmak için dinin daha radikalce kullanılmasına karşı çıkan bir kavram haline geldi sözü geçen Deistlik. Öyle ki, gördüğü baskı karşısında dini dogmaları tam olarak reddedip karşı koyamayan çeşitli aydın kesim bu durumu “evet, bir tanrı var, ancak onun uygun gördüğü yaşam şekli ne diye bir kararım yok” diyor. Yani gördüğü baskıya karşı kendince örgütsüz tavrını geliştirdi/geliştiriyor.
Egemenler için işin bu kadar sarpa sardığı süreçte elbette alternatif olabilecek şeylere karşı yozlaştırma ve yapabiliyorsa asimile etme hamlesi de başlar. Kendi varoluşunun tabiatı itibariyle kendi sonuna da gebe olan sınıflı toplumlar için kaçınılmaz olan da budur. Şimdi karşımıza çıkan 1991 yılında Grup Vitamin’in Çav Bella’yı Cevriye adıyla yeniden güfteleyip parodi haline getirmesinden daha ince daha detaylı bir durumdur. 90’lı yıllarda devrimcileri marjinelleştirmek, kitlelerle ilişkilerinin söküp atabilmek için onlara siyaset arenasında “terörist” damgası vurulup, kültür-sanat arenasında ise parodileştirme metodu varken, karşımıza 2018 yılında Çav Bella’yı disko-teck yorumuyla, , İspanya’da çekilen ve kısa sürede popüler olan La Cassa De Papel dizisinden çalıntı sahnelerle karşımıza Hilal Cebeci çıkmaktadır.
Burada ki mevzu Ara Güler’in bugünkü egemenlerin sözcüsü ve parçası olan AKP’ye düzdüğü övgülerde olduğu gibi “bükemediğin bileği öpme” değildir. Bu temele oynayan, yeni profiller çıkartıp onları örnek gösteren bir mevzudur. Özellikle Türkiye aydın kesimi içerisinde uzun süredir tartışılan “devrimci kimdir, devrimci nedir?” sorusuna sistem tarafından verilen manipülatif bir cevap, bu kimliğe ilgi duyanlara karşı sunulan genetiği bozuk bir örnektir.
DEVRİMCİ DEĞERLERİN YOZLAŞTIRILMAYA ÇALIŞILMASI GENEL Mİ?
Egemenler emekçi sınıfları her daim yozlaştırmaya, kendi içinde aptalca bir hiyerarşi içinde halkın yıkıcı gücünü kendisine karşı kullanmasına bakar. Özellikle ülkemizdeki birden çok etnik köken ve ulus kimliğinin olduğu ülkelerde bu ezen azınlığın tarihsel zor metodunu ezilen çoğunluğun kendi üstünde kullanması için bir taktiktir. Ancak kendi mezar kazıcılarını yozlaştırmak bunun bir parçası değildir. Bu aslında kendi alternatifi içinde kendine dahil bir tohum ekmek, alternatifini yozlaştırarak kendisi ile aynılaştırmanın bir parçasıdır. Devrimci değerleri yozlaştırmak, sömürücülerin elbette vazgeçmeyeceği bir şeydir. Bu var oldukları andan yok oldukları ana kadar devam edecektir, diyalektik budur. Ancak üst yapıda yaşananlara bakıldığında, geçmişin hızlı devrimcilerinin, filozof iddialı “sarı komünistlerinin” teker teker Kemalizm ideolojisine biat edip sistemden yana saf tuttukları ve bir çoğunun parlamentoda bir koltuğa ve/veya popülerlikle halktan daha fazla ekmek yeme derdine düştüğü görüldüğünde tarihi anlamda kendi sınırlarına dayanan ve can çekişirken mezar kazıcılarını katletmeye bakan bir sistemin neden böyle bir şeye izin verdiği, destek sunduğu anlaşılır. Gelişmesinden korktukları yeni kitlesel olayların tarihsel kökenleriyle ilişki kurmasının önüne ancak böyle geçilirdi.
Buna karşın sınıf bilinçli proleterlerin ve devrimci demokratların geliştirmesi gereken hamleleri ve cevapları olacaktır. Vazgeçilmemesi gereken emekçilerin yaşamından ve taleplerinden gelişen, onların özlemlerini ve yaşamlarını dile getiren, ilerici, devrimci halk kültürünü yaşatmak, yozlaştırma çabalarına karşı koymak, yapanları teşhir etmektir. Bunun için emekçilerin tarihsel mirasını ve proletaryanın tarihsel savaşını savunmaktır.