“1) İnsan neden kendidir? Neden her şeyde kendisi içindir ve her yerde, zamanda hep kendindedir. Neden başkası gibi olamaz. Neden biraz da başkası için ve aslında başkasında bulamaz kendini? Kendin olmak nedir mesela?
2) Özgünlük müdür, özgürlük müdür? Başkalarının istediği gibi şekillenmenin başkalarına benzetilmeye çalışıldığın ve kısaca başkası olmaya zorlandığın bir dünyada her şeye inat bedeli ne olursa olsun kendin olabilmek başarı mıdır? Yoksa kendin olmak her şeyden görebildiğin, duyabildiğin, hissedebildiğin halde bağımsız ama öylece orta yerde aitsiz olmak yani başarısızlık mıdır?
Kurulu dünya düzenlerinin tüketerek beslendikleri insanlardan biri olmamak varlık mıdır? Yoksa aynı düzenlerde kendini bulduklarını söyleyen insan yığınları arasında yokluk mudur?
3) Zaman, yarattıklarını yok eden en büyük zalim olarak bilinir. Yarattıkları arasında olmamak sıra dışılık mıdır? İsyan mıdır? Ben yaşadıkça özümsediklerinden doğanlara inanıyorum. Acılarını-umutlarını-mutsuzluklarını-özlemlerini yoksa vurdumduymazlıkları mı özümsemek, bir tercih midir? Yoksa korkuların insanı koşullandırması mıdır?
Birincisinde iyiyi, güzeli seçer herkes. İkincisinde istemeden yapmak zorunda kalır her şeyi.
Kendin olmak yalnızlık mıdır? Kendin gibilerin olduğu yerde bile kendin olmak yalnızlık kadar güzeldir ama fazlası değil mi? Kendisi olan ne kadar insandır?
Hangisinde olmak yaşamaktır; direnmek mi, savaşmak mı?”*
*Bu monolog, 24-28 Kasım 2016’da Aliboğazı operasyonu sırasında düşmana yönelik fedakârca yapılan saldırı eyleminde şehit düşen Bakış (Samet Tosun) yoldaştan arta kalan defterinin içinde bulunmuştur.
Bakış yoldaş, 2012 yılı Ağustos başında katıldı gerillaya. Ekonomik zorluklardan kaynaklı, memleketi olan Tokat’tan İstanbul Sarıgazi’ye göç ettiklerinde henüz çocuktu. Sömürü düzeni, izin vermedi çocukluğunu yaşamaya. Ve kısa sürede çocuk işçi olarak yer aldı, “zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların” safında. Hem de güvencesiz ve kaçak olarak, bir hemşerisinin ülkemize özgü merdiven altı taşeron tezgâhında… Bir gün parmağını kaptırdı, torna canavarının ağzına. Ancak böyle oldu sigortalı ve yasal, başka türlüsü de pek mümkün değildi zaten. Aynı zamanda hemşerisi olan patronu şikâyet etse, alacağı tazminatın hayal bile edemeyeceği kadar fazla olduğunu birkaç yıl sonra yoldaşlarından öğrendi.
Çocuk yaşta işçi olmaktan gocunmadı, hayat ona öğretmişti: yaşamak için çalışmalıydı. Zaten daha önce de köyünde çalışmaya alışmıştı. Tokat’ın Erbaa ilçesi, Sokutaş köyünde, ormanda ağaç keser, taşır, at çeker, odun kömürü yapardı. Hemen her ferdin çalışmasına rağmen ailecek geçim zorluğunu aşmayı başaramamışlardı. Ve bir umut, ver elini İstanbul…
İstanbul’da devrimci-demokratik çevrelerle tanıştı. Bir dizi eylem ve etkinliğe katıldı. Önce TKP’de örgütlendi. Bizzat pratiğin içinde tanıdı; reformizmi, revizyonizmi. Çok geçmeden partimiz saflarında örgütlendi. Örgütlendiği süreçte ailesinden gördüğü tepki ve baskılara rağmen hiç tereddüt etmeden örgütü seçti. Bunu yaptığında henüz 14-15 yaşlarındaydı ancak ne yaptığını biliyordu, bu açıdan önemlidir. Bu yaklaşım, onu tanıyan yoldaşlara örnek olmuştur/olmalıdır da.
Genç yaşta gerillaya katıldı Bakış yoldaş. Henüz 16 yaşındaydı. Yaşına dair hep spekülasyon yaptı, olduğundan fazla söyledi. (gerilla olduktan sonraki gün, kendine tükenmez kalemle ciddi ciddi sakal çizdiğini hala gülerek hatırlarız) Yaşamın zorluklarına karşı durabilmek için iki şeye ihtiyacı olduğunu düşünüyordu: Büyümek ve örgütlenmek. Zaman geçtikçe, yaşamın karşısında dik durabilmenin yaş ile hiç de ilgisi olmadığını öğrendi. Ama zamanla… Çünkü yaşı büyük olan bazı yoldaşlarının, yaşı büyük olmasına rağmen yaşamın zorlukları karşısında nasıl da eğilip büküldüğünü gördü. Ve zamanla, yaşamın zorluklarına karşı dik durmak, direnmek ona yetmemeye başladı. Bu zorluklara karşı mücadele etmek, savaşmak gerektiğini öğrendi. Ve örgüte sarıldı. Bunu konuşarak değil, pratiğini değiştirerek yapmaya çalıştı.
Bakış yoldaş, gerillanın gözbebeğiydi. Emeğe yabancı olmayışı ve köylü yaşamını bilmesinden dolayı hızla gerilla yaşamına adapte oldu. Öyle ki; bir yıl sonra gerilla öncüsü olmuştu artık… Ancak şu bir gerçek ki; Bakış yoldaş gerillada büyüdü.
Bakış yoldaş, gerillanın sabotajcısıydı. Pek çok mayınlama faaliyetinde aktif olarak yer alıyordu. Bu konuda yaratıcılığı, hızı ve iş bitiriciliği ile ön plana çıkıyordu. Aceleciliğinden kaynaklı açığa çıkan yüzeyselliği ise sıkça başına bela oluyordu.
Bakış yoldaş, gerillanın suikastçısıydı. Suikast tarzında birçok eylem girişimine katılmış, düşmana sezdirmeden yaklaşmış ancak net sonuç almak istediğinden silahını ateşlememiştir. Ne de çok severdi “karayılan” dediği Kanas silahını. Ekim 2015 tarihinde Ankara Gar Katliamı’na karşı yaptığımız misilleme eyleminde Kanas silahıyla heyecan ve coşku ile yerini aldı. Eylemde kritik bir görevi vardır. Mevzilerin dibine kadar sızacak olan saldırı grubundaki yoldaşlarının savunmasını alacaktır. Saldırı grubu eylemi başlattığında bakıyor ki hedefi olan mevzi boş. Birkaç tane sıkıyor, hareket görmeyince başka hedeflere yöneliyor. Hatta hızını alamayıp Türk bayrağını da kızıl kurşunlarımızla deliyor… Eylem sırasında hedefi olan düşman askerlerinin korku ve panikten dolayı mevzilerinden çıkmadıklarını, saldırı grubu geri çekilirken ise yoldaşlara zor anlar yaşattıklarını öğrendiğinde epey hayıflanmıştı. Hem yoldaşlarını tehlikeye attığı hem de düşman askerlerini elinden kaçırdığı için. Bakış yoldaş, gerillanın emekçisiydi. Hem işçi hem de köylü yaşamından edindiği deneyimlere genç olması dinamiği de eklendiğinde; birçok işten anlar, yapar hale gelmişti. Mesela o bir “at komutanı”ydı. At deyip geçmeyin. Devrimin sessiz emekçisi atların gerillaya faydası sözcüklerle anlatılamaz… Atların bakımı, temizliği, kamuflesi, yüklenmesi, sefer yapılması, boşaltılması, vs. zor ve deneyim isteyen bir iştir. Bakış yoldaş, bu işleri oldukça pratik hallederdi. Ve her yoldaşın ilk tercihi olmayan bu zor göreve hep en önde talipti. Bunun elbette bir nedeni var: iyi yapabildiği görevlerden biri olarak, mücadeleye, örgüte faydalı olmak ve kendince gördüğü boşluğu tamamlamak.
Bakış yoldaş, fanatik derecede Stalin yoldaşın hayranıydı. Arta kalan malzemelerinin içinde fotoğrafını bulamadığımda şaşırdım doğrusu. İdolü Stalin’di. Yanında ufak bir portresini mutlaka taşır, fırsat bulduğunda (mesela kış kampları) yazılarını ve onunla ilgili yazılanları okurdu. Özellikle Sovyet halkının faşizme karşı direnişinde Stalin yoldaşın yaptığı tarihi konuşmayı. Silahına da yazmıştı: “Ölümün adamlarına ölüm!”
Bakış yoldaş, köylülüğe ait feodal zihniyet ve ülkemiz varoşlarında yaygın olan arabesk kültürün izleri ile geldi gerillaya. Arabesk kültür, yaşamın türlü zorluklarına karşı bireysel duruşun, birey olarak var olmanın, kendi dışındaki her şeye yani “alayına isyan”ın, karamsarlığın, içe dönüklüğün, bir çeşit kaderciliğin kültürüdür. Bakış yoldaşın gelişiminin, katılımının önündeki en önemli engel, yaşadığı en önemli sorun buydu. Örgütü daha fazla anlamaya ve katılmaya çalıştıkça mücadele ettiği, savaştığı temel çelişki tam da buydu: birey-örgüt çelişkisi. Neşteri ideolojik olarak vurduğunda esas başarısızlığının birey olarak var olmak olduğunu gördü: Ve tercihi özgünlük değil özgürlük oldu.
Bakış yoldaşın teorik altyapısı zayıftı. Bu durumdan fazlasıyla rahatsızlık duyar, sıkıntısını yaşardı. Yoldaşlar arasında teorik tartışmalara girmez, kitlelere A/P yapmayı yanındaki yoldaşına bırakırdı hep. Ancak yaşamda iyi bir gözlemci, pratikte iyi bir uygulayıcıydı. Süslü kelimeler, uzun konuşmalar, gösterişli yazılar ama zayıf pratik: işte bundan gerçekten de nefret ederdi.
Gerilla insanın inisiyatifini, yeteneklerini açığa çıkarabileceği, kendini yeniden yaratabileceği sınırsız olanağın var olduğu devrimci mücadele alanıdır. Her gerilla, istediği ve örgütlü yaşama katıldığı oranda pek çok şey öğrenir, meslek sahibi olur, duygu ve düşünceleri gelişir vs. Ancak Bakış yoldaşın bir filozof olabileceği hiç aklımdan geçmezdi. Defterinde suikast ve sabotaj notları, en sevdiği türkünün sözleri ve sadece bu monolog vardı.
En sevdiği türkünün sözleri şöyledir: “Kırmızı kan olmuş beden, akıyor toprağa neden/ Kaldırayım dedim yerden, tutam dedim tutamadım/ Bakışları hala taze, bakıyor mavi denize/ Dudakları güler bize, yanağından öpemedim/ Derin derin uykudasın, çevrili bir vadidesin/ Sen içinde abidesin, inan seni unutmadık, yoldaş seni unutmadık.” Ağzını doldura doldura, bağıra çağıra her fırsatta söylerdi bu türküyü. O kadar içten söylerdin ki yaşamındaki duruşunla da bunu kanıtladın. Uçak vuruşları ile yoldaşlarımızın şehit düşmesinin ardından; kalan yoldaşlarının güvenliği için ve şehit yoldaşlarının intikamı için oradaydın. Görevinin başında, hedefine fırlayarak saplanan bir ok gibi… Sen yoldaşlarını unutmadın, bunu kendi gözlerimizle gördük. Biz de seni unutmadık, unutmayacağız. Ve bunu aynen senin gibi, görevlerimize dört elle sarılarak yapacağız.
24 Kasım’da düşman operasyonu başladığında Bakış yoldaş; iki yoldaşla (Aşkın ve Hakan yoldaşlar) birlikte savunma grubu olarak konumlanmıştı… 28 Kasım günü, düşmana yaptıkları fedakârca saldırı eyleminde şehit düştü. Ondan geriye bize birkaç parça kanlı, yırtık eşya kaldı. Ve elbette uğruna hiç sakınmadan canını verdiği ideallerimiz, tarihsel olarak kazanmakla yükümlü olduğumuz mücadeleye cesurca katılma yaklaşımı. Defterine yazdığı monologu kendi mi yazdı yoksa bir yerlerden not mu etti bilmiyorum. Ama “birey mi, örgüt mü?” sorusu üzerine düşündüğü ve her şeyden önce pratiğini değiştirmeye çalıştığı/değiştirdiği kesin.
Özellikle son birkaç yıldır çeşitli türden burjuva hastalıklarının örgütümüzdeki etkilerini görüyor, tartışıyoruz. Geçtiğimiz süreçte bireyciliğin örgütümüzde yaratmış olduğu aşınma, tahribat, yıkım herhalde hepimiz için açıktır. Küçük bilge Bakış yoldaşımızın anısı ve mirası ile birlikte birey-örgüt çelişkisi üzerine, önce kendimizden başlayarak, daha derin ve kapsamlı bir sorgulama yapmayı her yoldaşa öneriyoruz. Örgütle ve örgütlü kalalım! Böylelikle Bakış yoldaşın bir nevi vasiyetini de yerine getirelim: “biraz da başkası için ve aslında başkasında bulalım kendimizi”.
(Dersim’den bir yoldaşı)