TC devletinin uzunca bir süredir Kürt Ulusal Hareketi’yle sürdürdüğü “çatışmasızlık” süreci 7 Haziran 2015 sonrası son bulmuş devrimci-demokrat güçlere ve özelde de gerilla alanlarına dönük kapsamlı saldırılar hayata geçirilmişti. Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist Dersim Parti Komitesi (TKP/ML-DPK) Siyasi Komiseri ile doğal muhabir tarafından yapılan röportajda; TC’nin halka ve özelde örgütlü güçlere dönük saldırıları, sürecin gerilla alanlarına etkileri ve gerillanın süreçteki konumlanışı, Proletarya Partisi içerisinde boy veren sağ tasfiyeci parti kaçkını anlayışın gerilla alanındaki yansımaları, düşman saldırılarının bölgedeki etkisi ve önümüzdeki süreçteki görevlere dair bir dizi konuda değerlendirmelerin yer alıdığı röportajın ikinci bölümünü haber değeri taşıdığından ve güncelliğinden dolayı olduğu gibi yayımlıyoruz.
Doğal Muhabir: Bahsettiğiniz görevler nelerdir, bunu biraz açabilir misiniz?
Siyasi Komiser: Bu öncelikle kitlelerle ilişkimizi geliştirme görevidir. Söylediğimiz gibi düşmanın esas hedefi, örgütlü mücadele güçleriyle ve bu açıdan gerilla ile halk arasındaki bağı koparmaktır ve düşman saldırısı belli düzeyde sonuç yaratmıştır. Bunu giderecek bir mücadele hattı tutturmak zorunludur. Biz bunu komünist parti ile halk kitleleri arasındaki bağın güçlendirilmesi ve bu konuda Halk Ordusu’nun görevleri üzerinden tanımlıyoruz. Düşmanın saldırıları, halk ile gerilla arasındaki bağı koparmaya yöneliyor. Ancak diğer yandan tek çıkış yolu olarak kitleleri devrime ve silahlı mücadeleye doğru eğitiyor. Düşmanın amacı dışında yarattığı bu zeminden faydalanmak, güçlenmek için gereğini yerine getirmek görevimizdir.
Ancak bu, görevin bir yanıdır. Bununla bağlantılı olarak kitle örgütlenmesinin, mücadelesinin güçlendirilmesi, var olanla bağlarımızı sağlamlaştırmak ve kendimizi öncülük, önderlik misyonu açısından eğitmek, yani buna hazır hale gelmek görevimizdir. Bu kitlelerle sıkı ve kaynaşmış bağlar kurarak yerine getirilebilecek bir görevdir.
Partimizin kitle çizgisi anlayışı, kitleleri bilinçlendirme, örgütleme, savaştırma görevleriyle yüklüdür. Bunlara dair yöntemi içerir. Bu noktada sadece düşmanın saldırılarına karşı mücadele görevinden değil ama aynı zamanda kitlelerin bilincini ve pratiğini sistem içine kanalize eden oportünist, revizyonist anlayışlarla mücadele etmek de görevimizdir. Bu anlamda reformizmle mücadele, sürecin öne çıkan başlığıdır. Burada genel geçer bir görevden değil, sürecin özgün bir probleminden bahsediyoruz. Yakın dönemde yükselen kendiliğinden kitle hareketi, reformist, düzen içi anlayışların daha fazla semirmesine zemin sunmuştur. Kitlelerin kendiliğinden bilinci ile daha rahat bir uyum gerçekleştiren reformizm, halkın bilincini birçok açıdan bulandırmaktadır. Özellikle seçim sürecinde canlanan muhalefet dinamiğinin seçim sandıklarına sıkışması, bunun sonucudur. Mevcut durumdan kurtulmak için, AKP’nin sandıkta yenilmesi, neredeyse tek alternatif olarak kitlelere sunulmaktadır. Bu anlayışın kitle üzerindeki etkisi, bizim görevlerimizi yerine getiremememizle ilgilidir. Partimiz, bunu aşacak bir mücadele hattı tutturmakta kararlıdır. Reformizm, kitle mücadelesini sistem içine hapsederek kitlelerde devrim bilincinin gelişmesini engelleyerek ya da bunu bulandırarak düşmanın saldırılarına paralel bir hat izlemektedir. Bu açıdan kitlelere bilinç taşımak, devrime kanalize olmuş bir kitle mücadelesi yaratmak açısından görevdir.
Böylesi dönemlerde sınıfsal, siyasal, sosyal, kültürel, ulusal ve inançsal temelde saflaşmış bir kitle gerçekliği söz konusudur. Aynı zamanda egemen sınıfların politik krizinin yarattığı ortamda ciddi bir politize olma hali söz konusudur. Bu durum sistemi reddeden anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-feodal temelde oluşan güçlü bir muhalefet damarı anlamına gelmektedir. Ancak bu tabloda oluşan değişim istem ve talebinin bulanıklaştığı, kafa karışıklığının derinleştiği, yıkmada net ancak neyi inşa edeceği noktasında kararsızlığın büyük olduğu bir tablo vardır. Bu iktidar bilinçli bir tutumun, politik çizginin ve yönelimin sistemli bir şekilde karartılması hatta “taktik” adı altında silikleşmesi kuşatması ile bir tehlike altındadır. Bu yaklaşım özellikle liberal-burjuva yaklaşımların, reformist tutumların ve devrimci çizgi ile reformist çizgi arasında yalpalayanların yarattığı bir kuşatmadır. Son seçim süreçlerinde bu çizginin üretildiğini, bir hat haline getirilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Kitlelerin örgütsüzlüğü ve dağınıklığı ne kadar gerçekse politize olma hali de o kadar gerçektir. Bu tabloda kitlelerin politize olma durumu bizim kaldıracımız, örgütsüzlüğü ve dağınıklığı ise ortadan kaldırılması gereken bir görevimizdir. Bunun nasıl ve hangi yaklaşımla olacağı ise hayatı önemdedir. Bu bağlamda biz tayin edici meselenin iktidar perspektifi olduğunu biliyoruz. Diğer bir mesele ise kitlelere ısrar ve kararlılıkla gerçeği anlatmak, doğrunun altını çizmek ve hızla doğruyu sahiplenmesini sağlamaktır. Seçimler böylesi politik krizlerin olduğu dönemlerde kitlelere iktidar bilincini taşıma olanaklarını sunacağı gibi, sistemle kurulan karşıtlığın devrimci kanala akıtılması görevini belirginleştirir. Boykot tavrının politik geçerliliği ve kitlelere doğru yönü gösteren niteliği tam da burada biçim alır. Biz “kitleler hazır” değil “kitlelerle ilişki kurma” gibi gerekçelerle böylesi süreçlerde meclisin ve sandığın adres gösterilmesini kitlelerin beslendiği devrimci politik iklime yabancılaşma olarak değerlendiriyoruz. Son süreçlerde seçimlerle kitlelerin devrimci istemlerin reformist bir hatla kuşatılmasına karşı keskin ideolojik mücadele ve doğru politik tutumda ne pahasına olursa olsun ısrar gerektirdiğinin altını çizmek istiyoruz.
Öte yandan bunlarla bağlantılı olarak silahlı mücadelenin mevcut koşullarda geliştirilmesi, var olan saldırı dalgasının kırılması açısından önemlidir. Gerillanın aldığı kayıpların ve düşmanın geliştirdiği propagandanın halkımız üzerindeki etkilerinin farkındayız. Bu açıdan hem operasyonların boşa çıkarılması hem de karşı saldırının geliştirilmesi, yani her türlü söylemin ötesinde doğrudan pratiğin kendisi kitlelerin bilincinde karşılık bulacaktır. Bu silahlı mücadelenin kitleler açısından bir çekim merkezi olması için de gereklidir. Hem düşmanın abartılı propagandasının altının boşaltılması hem de adım adım gelişecek eylem çizgisiyle düşmanın askeri saldırısının kırılması bizim açımızdan bir görevdir.
Bahsini ettiğimiz bu görevleri birbiriyle bağlantılı olarak anladığımızı belirtelim. Gerilla güçlerimiz de sürecini buna uygun örgütleme çabası içindedir.
– Başka bir konuya geçmek istiyoruz. Partiniz sağ tasfiyeci hiziple mücadele sürecini geride bıraktı. Bu sürece dair neler söylemek istersiniz?
-Bu sürece dair partimizin yürüttüğü bir tartışma vardır. Bunun sonuçları ortaya çıktığı oranda parti dışına, halkımıza, devrimci demokrat kamuoyuna sunulmaktadır. Elbette öncelikle söylememiz gereken, bunların esas alınması gerektiğidir. Partimizin sürece dair yaptığı açıklamaları esastır.
Yaşanan sürecin özeti, genel planda parti anlayışımızın, parti çizgimizin, küçük burjuva oportünizminin saldırısına uğraması ve bu saldırıya parti anlayışı ve çizgisi doğrultusunda verilen cevaptır. Nihayetinde partimiz, yoluna devam etmektedir. Biz bu süreci, sınıf mücadelesi zemininde değerlendiriyor ve revizyonist reformist anlayışların parti saflarındaki yansıması olarak görüyoruz. Ancak tartışmamız, parti saflarında ortaya çıkan ve kendini bir hizip olarak örgütleyen anlayışla da sınırlı değildir. Ortaya çıkan hizip, nihayetini parti ve savaş kaçkınlığıyla karakter buldu. Sınıf mücadelesi içinde bir varlık gösterip göstermeyecekleri zamanla belli olacaktır. Tartışmamızın esası, parti saflarında bu tarz anlayışların gelişme zemini bulmasına yol açan nedenlerdir. Sürecin parti çizgimiz ve mücadele pratiğimizle, ideolojimizle, sınıf mücadelesi ile ilişkimizde sorgulanması ve çözümlenmesi gerekiyor. Partimiz bu tartışmanın altından kalkacak çapa ve netliğe sahiptir. Öte yandan böylesi süreçlerin yabancısı olmadığımız da biliniyor. Lenin yoldaş, Bolşevik Parti’nin güçlenmesinin burjuva oportünizmine karşı mücadele ile olduğu kadar küçük burjuva oportünizmine karşı mücadele etmekle mümkün olacağını söylemişti. Tartışmalarımızı tamamladığımız oranda bu sürecin deneyim hanemize yazılacağını düşünüyoruz. Bu deneyim kendisini pratik olarak da gösterecektir.
Burada ayrıca değinmek istediğimiz, gerilla alanının “geçici hizip” tarafından spekülasyon konusu yapılmasıdır. Sağ tasfiyeci hizip, “gerillanın kendi saflarında olduğunu” söyleyerek parti kitlemizi manipüle etmeye çalışmıştır. Silahlı mücadele ya da gerilla ile alakası olmayan bu güruh, saflarımızdaki bir geriliğe yaslanmak istemiştir. Bahsettiğimiz gerilik ya da olumsuzluk, gerillayı merkeze alan, partinin üstünde ya da önünde gören bakış açısıdır. Bu bakış açısının partimizde yarattığı tahribat, tarihsel deneyimlerimizden bilinmektedir. Bu bakış açısının izlerini partimiz saflarından silmek zorundayız. Gerilla, Halk Ordusu, parti önderliğinde olduğu müddetçe bir güçtür. Dahası, böylesi bir süreçte gerilla gücümüzü yitirseydik bile parti önderliğinde Halk Ordusu’nu yeniden inşa ederdik. Partimiz buna muktedirdir. Ancak tersi mümkün değildir. Aksine umut bağlamak, küçük burjuva oportünistlerine göredir. Partimizin bu açıdan kararlılığı ve gücü, tarihsel deneyimle sabittir.
– Partinizin sürecinin gerilla alanına yansıması konusunda bilgi verebilir misiniz?
Parti saflarımızdaki ayrışmanın netleşmesiyle birlikte küçük bir grup, bozgunculuk yaparak ortaya çıkmıştır. Açık tartışma süreci örgütlememize rağmen kendilerini alttan alta örgütlemeye çalışmış, ilk olarak da Halk Ordusu savaşçılarının iradesine takılmışlardır. Bunlar, esas olarak mücadeleyi bırakmış, ya da ideolojik kırılmalarını partinin yarattığı süreçle kamufle etmeye çalışan birkaç unsurdu. Mevcut sonları, ideolojik duruşlarına uygundur. Bilindiği gibi saflarımızdan ayrıldıktan sonra şehitler, savaş, devrimcilik üzerinden propaganda yapmışlar, yazdıkları bildirilerin mürekkebi kurumadan savaş bölgesinden kaçmışlardır. Halka yalan söylemek, bunların ahlaki düzeylerini ele vermektedir. Ama bizim için en mide bulandırıcı olan şehit düşen yoldaşları propagandalarına alet etmeleri oldu. Parti ilke ve anlayışlarından uzaklaşmanın, kişileri ne hale getirdiğine onların sayesinde tanık olduk. Bunların yaptıkları, şehit yoldaşların kanına ekmek doğramaktır. Politik gıdalarını da buradan almışlardır bu süreç boyunca. Bu aynı zamanda onlar için politik bir nitelik olarak da ifade edilebilir. Kafasında parti olmayanlar için şehitlerin, halkın, savaşın, mücadelenin bir anlam ifade etmemesi de doğaldır belki. Ama bu pratiği sergilemek, ayrı bir bünye ister.
Daha önce de açıklama yaptığımız gibi bu hizip açığa çıktıktan sonra bir yaptırım uygulamadık. İdeolojik ve politik karakterlerine dair bir mücadele benimseyip bu açıdan niteliklerini ortaya koymaya çalıştık. Düşman saldırısının yoğunluğundan kaynaklı ellerinde bulunan silahlarımızı almadık. Ancak bunlar, bize ait olan silahlarla birlikte, uyarılmalarına rağmen partimizin, Halk Ordusu’nun değerlerini çalıp düşmana teslim eden bir tutum sergilediler. Savaş alanını terk ederken sadece verdiğimiz silahları düşmana teslim etmekle yetinmediler, aynı zamanda savaş için oldukça hayati olan eldeki olanakları da adeta çalarak “toprağa gömüp” (düşmana teslim ederek) alanı terk ettiler. Yaklaşımımıza bu şekilde verdikleri cevap, düşman karşısındaki bu tavır, ahlaki düzeylerine, ideolojik duruşlarına uygundur. Bunlar için parti kaçkınlığı, savaş kaçkınlığı ile tamamlanmış, silahları düşmana teslim etmek, alametifarikaları olmuştur.
En isabetli tavırları kendilerini “geçici” olarak isimlendirmeleridir. Savaş bölgesi, sınıf mücadelesinin daha keskin yaşandığı bir alan olduğu için burada partimizin diğer alanlarına göre daha “geçici” oldukları malumdur. Yine de hızlarının bizi şaşırttığını söylemeliyiz. Söz konusu unsurların gerilla alanı faaliyetinde bu derece hızlı hareket ettiklerine şahit olmadık. Bu hızın ve gayretin sebebi, mücadele kaygısından ziyade ancak kelle korkusu olabilir.
Halk Ordusu’nun savaşçıları, bunlara yüz vermemiştir. Ancak meselenin en net özeti, 23 Nisan günü Aliboğazı’nda şehit düşen Çiğdem ve Nergiz yoldaşların direnişidir. İki farklı pratik; yani direniş ve kaçkınlık; son mermisine kadar çatışmak ve silahlarını düşmana teslim etmek… Bu partimiz ve parti kaçkınları arasındaki farktır. Şehit düşen yoldaşlar, partimizin tavrını ve mücadele andını kanlarıyla bir kez daha ortaya koymuşlardır.
Partimizde sağ tasfiyeci parti ve savaş kaçkını güruh etkisinde kalan güçlerimize, militan ve taraftarlarımıza ortaya çıkan tabloyu iyi okumalarını öneriyoruz. Öncelikle Rojava’da Partimiz ve Ordumuz ismiyle konumlanan saflarımızdan ayrılan güçlerimize, partimizin çizgisine inanan militanlara ve taraftarlara buradan açık çağrı yapmak istiyoruz. Komünist ve devrimci çizgi bugün saflarında yer aldıkları sağ tasfiyeci parti kaçkını güruh tarafından tahrif edilmekte, yok edilmeye çalışılmaktadır. Bunu parti adına, savaşçı çizgimiz adına gerçekleştirmektedirler. Bu savaş kaçkınlığı ile boyut kazanan tutuma karşı net bir konumlanış almaya çağırıyoruz. Rojava’da “TİKKO” adına bulunan savaşçıları partimiz ve Halk Ordusu disiplini altında konumlanmaya ve sağ tasfiyeciliğe karşı tavır almaya özellikle davet ediyoruz. Doğru ideolojik, politik ve örgütsel konumlanış, Halk Savaşı çizgisinde politik iktidar mücadelesi için parti ve halk ordusu saflarına katılmaları gerektiğini ciddiyetle kavramaya davet ediyoruz. Bulundukları saflar partinin komünist önderlik çizgisini, devrimci savaş çizgisini tasfiye etmeye çalışan bir çizgidir.
– Son olarak önümüzdeki sürece dair neler söylemek istersiniz?
-Sınıf mücadelesinin keskinleştiği, düşman saldırılarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem aynı zamanda birçok yetersizliğimizin belirginleştiği bir dönem oldu. Düşman, başarılar elde etti. Doğru bir tartışma, mücadele hattı, örgütlenme düzeyi yakalandığında süreç aksine dönecektir. Kuşkusuz bu militan bir pratik istemektedir, bu nokta tayin edicidir. Düşmanın asıl hedefi, ideolojik olarak başarı kazanmak, mücadele güçlerini umutsuzluğa sürüklemek, bu şekilde çürütmektir.
Kaba bir inançla hareket etmeyi savunduğumuz sanılmasın, buna ihtiyaç duymuyoruz. Kitlelere ve partiye güvenmekten, kitlelerle birlikte partimiz önderliğinde devrime yürümekten bahsediyoruz. Bu bizim kafamızdan çıkan bir durum değil. Aksine nesnel gerçeğin yarattığı sosyal bir olgudur. Bunu kavramaktan, buna uygun hareket etmekten bahsediyoruz. Partiyi, işçi sınıfı ve emekçi halkın bağrında örgütlemek, parti önderliğinde halk ordusunu inşa etmek, en başta bu anlayışla mümkündür.
Düşman saldırılarının hızından bir şey kaybetmesini beklemiyoruz. Daha önce de vurguladığımız gibi Türk egemen sınıfları ve efendilerini bu saldırganlığa iten nesnel nedenler vardır. Bu nedenler, sömürü sisteminin kendisinde var olan çelişkilerle, bunların düzeyiyle ilgilidir. Sorun, devrim sorunudur. Çelişkilerin başka türlü çözümü yoktur.
Diğer yandan düşman saldırganlığının kendiliğinden yavaşlayacağı ya da biteceği sanılmamalıdır. Hele de seçim sürecinde çokça şahit olduğumuz gibi meseleyi AKP-MHP ittifakına bağlayan, Erdoğan ile açıklayan yaklaşımlara kesinlikle prim verilmemelidir. Bunlar sadece sistem içinde var olan kliklerden birinin temsilcisi, sürecin egemen sınıflar cephesinde açığa çıkardığı görevlerin taşıyıcısı durumundadırlar. Sürecin kendiliğinden sonuçlanacağı ya da Erdoğan, AKP vs’nin tasfiyesiyle atlatılacağı yönlü anlayışların hizmet ettiği tek husus, halkı sınıf mücadelesinde silahsızlandırmaktır. Bu saldırı dalgasının kırılması ve ötesine geçilmesi, güçlü bir mücadelenin yaratılmasıyla mümkündür. Saldırganlığın kendisi bunun koşullarını güçlendirmektedir.
Buradan önemle vurgulanması gereken şey, düşmanın silahlı mücadeleyi imhaya, halk kitlelerini sindirmeye, Kürt ulusunu başarısızlığa, bölgeyi kan gölüne çevirmeye yönelik saldırgan politikasının asla başarı elde edemeyeceğine yönelik net bir yaklaşımı ortaya koymaktır. Bugün bu saldırıların hiç biri sınıfsal, siyasal, sosyal, ulusal çelişkileri ortadan kaldırmadığı gibi daha fazla olgunlaştırmaktadır. Düşman her cephede zafer naraları atmaktadır. “İçerde ve dışarda yedi düvelle” savaş verdiklerini ve başarı elde ettiklerini dillendirmekte ve hamasetle ayakta durmaya çalışmaktadır. Bu propaganda gelenekseldir faşist diktatörlük için. Ancak her defasında bunun sadece bir kandırmaca ve zayıflıklarını örtme biçimi olduğu ortaya çıkmıştır. Emperyalizme bağımlı yapısıyla onlar karşısında zayıftır ve uşaktır. Halk düşmanı sınıfsal karakteriyle halk karşısında zayıftır. Asimilasyon, inkar ve imha siyasetiyle Kürt ulusu karşısında çaresizdir. Bu çaresizlik ve zayıflık onun en güçlü göründüğü noktada en zayıf yanıdır. Faşist diktatörlük güçlü görünme ihtiyacı duymaktadır. NATO’nun en büyük ordularından birine sahip olduğu için silahlı mücadelemiz karşısında güçlü var saymaktadır kendini. Halkı zapturapt altına almayı başardığı için böbürlenmektedir. Ama bu saldırıları biliyoruz ki sadece onlar için geçici başarı sağlayacaktır. Tarih haklı olana hakkını her zaman vermiştir. Ancak bu haklılığın hakkının verilmesi için bekleyecek değiliz. Faşizmin güç gösterisi karşısında korkacak hiç değiliz. Beklemeyeceğiz, durmayacağız, korkmayacağız ve yılgınlık göstermeyeceğiz. Onların en başta komünist, devrimci ve ulusal silahlı güçlere yönelik imha operasyonunu kararlılıkla ve tereddüt göstermeyen bir duruşla püskürteceğiz. Bu noktada üzerimize düşen sorumluluğu tarihsel haklılığımızın bilinciyle, halka olan güvenimizle ve partimizin çizgisine bağlılığımızla yerine getireceğiz. Ağır bedeller ödeme pahasına gerilla mücadelesine yönelik imha saldırısını püskürterek süreci karşılayacağız. Onların kendilerini en güçlü hissettiği bu dönemde ne kadar zayıf olduğunu, gemilerinin ne kadar çürük olduğunu onlara göstereceğiz. Bu noktada iddialıyız ve kararlıyız.
Faşist diktatörlük saldırılarıyla çelişkileri olgunlaştırıyor demiştik. Düşman, çelişkileri söndürdüğünü, yenilmez olduğunu, halk kitlelerinin baskıyla sonsuza dek “korkutulacağını”-“sindirileceğini” düşünen bir idealizme sahip. Bu tüm gerici egemenlerin kendilerinin sonsuza kadar yaşayacağını düşünen yaklaşımından, tutumundan ileri gelmektedir. Biz onların bu yaklaşımından oldukça memnunuz. Çünkü biz her şeyin geçici olduğunu, güçlü olanın zayıflayacağını zayıf olanın güçleneceğini biliyoruz. Bu düşüncemizde yalnız da değiliz. Çünkü ülkede ve dünyanın her yerinde bu düşünceyle yaşayan, mücadele eden yoldaşlarımız, dostlarımız ve geniş halk yığınları var. Bu yüzden karamsarlığa, umutsuzluğa karşı meydan okuyorlar. Silahlarımızın eleştirel gücüyle biz bu karamsarlığı ve umutsuzluğu dağıtmayla kendimizi görevli sayıyoruz. Herkes bulunduğu yerde ve alanda kendi görevini en iyi şekilde yapmakla yükümlüdür. Halka cesaret aşılamak, halkın gücünü ve kudretini açığa çıkaracak mücadele hattı örmek aslolandır. Umutsuzluğa ve karamsarlığa meydan okuyanlar, haksızlığı kabul etmeyenler, doğruya sımsıkı sarılanlar mutlaka bu süreci karşılayacak, zayıflığı güce, yetersizliği yeterliliğe, umutsuzluğu umuda, örgütsüzlüğü örgütlülüğe çevirecek ve faşizmi eninde sonunda mezara gömecektir. Partimiz ve parti önderliğinde Halk Ordusu bu konuda görevlerinin bilincindedir ve buna uygun hareket edilecektir.
(Bitti)