Eşit, özgür ve sınıfsız bir toplum için yürüttüğümüz mücadele zorlu ve çetin günlerden geçiyor. Faşizmin “diz çöktürme” histerisi ile sürdürdüğü saldırılarda “en iyi”lerimizi veriyoruz toprağa…
Mercanlar’da teslimiyete ve yılgınlığa karşı direniş bayrağı açarak ölümsüzleşen 6 TKP/ML TİKKO gerillası, Kürt ulusunun özgürlük ve eşitlik mücadelesi için on yıllardır dağları mesken edinen HPG komutanı Heval Atakan ve barikat başlarından Dersim dağlarına bir “Kasırga” gibi esen BÖG savaşçısı Mehmet Ali…
Barış Kalafat’la yani bizim deyimimizle Kalafat ile Gezi İsyan’ından kısa bir süre önce tanışmıştık. O zamanlar aynı örgütün gençlik alanında faaliyet yürütüyorduk. Ben lise alanında o ise yeni kazandığı üniversitede gençlik çalışmalarındaydı. Barış’a dair hatırladığım en net şey o bitmek bilmeyen neşesi, coşkusu ve militanlığıdır. Bulunduğu her ortamı bir anda neşeye boğan esprileri kendine has gülüşüyle içimizi ısıtan ve gerçekten yakın bulduğum yoldaşlardandı. Taşrada yaşamasının da etkisiyle sosyal ilişkileri güçlüydü. Emekçi yanı sayesinde kısa sürede hemen herkesle iletişime geçer konu fark etmeksizin sohbet ederdi. En suskun kişiyi bile konuşturacak beceriye ve neşeye sahipti. Yine proleterdi Barış. Demir doğrama işlerinde çalışmıştı öğrenciliğinin yanı sıra. Muzaffer Kandemir ile birlikte inşaatlarda çalışıyor örgüte katkıda bulunuyordu. Onu çoğu kez Kadıköy sokaklarında uzun saçları ve üstü başı tozlu olarak görmek mümkündü.
Aynı kuşaktandık, mücadele ile yeni tanışmıştık ve hepimizin kendimize göre bir “devrim” tanımı vardı. Gezi’de alan denetimini ele geçirdiğimiz ikinci günde bir duvarın üstüne oturup “galiba devrim yaptık” deyişimizi şimdi düşündüğümde ne kadar “masumane” olduğunu anlıyorum.
Gezi İsyanı’nda düşman alana ve barikatlara saldırdığında en önde o fırlamış ve saatlerce barikatta direnmişti. Düşmana karşı duruşu hep netti. Düşmanın eylemlere saldırdığı ilk anlarda soğukkanlılıkla karşılık verir ve barikatı en son terk edenler arasında olurdu Barış. DAİŞ faşizmi Kobane’ye yöneldiğinde şehirlerdeki eylemlere katılmış sonrasında nöbet için Suruç Miseytner köyüne gitmiştik. Orada da yine en yakın dostları Kobanêli çocuklar olmuş, günün belli saatlerini onlarla güreşerek ve oynayarak geçiriyordu.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Barış’ın Kobanê’ye geçerek direnişe katıldığını öğrenmiştim. Hiç şaşırmadım çünkü mücadeleye bu kadar sıkı bağlı oluşu ve kararlılığı onu Gezi barikatlarından Kobanê siperlerine taşımıştı. Barış’ı bir süre sonra yayımlanan bir horon videosuyla tekrar anımsadım. Enternasyonal Özgürlük Taburu savaşçıları karargâhın çatısında horon oynuyorlardı. İçimden “kesin Kalafat da horon çekenler arasındadır” diye geçirmiştim. Çünkü horon oynamayı ve oynatmayı çok seven bir arkadaştı. Oynatmayı diyorum çünkü o biri bilsin ya da bilmesin herkesin onunla horon tepmesini isterdi. Bu anlardaki neşesi ve çocuksuluğu karşısındakini bir anda horona çekiyordu.
Şehit düştüğünü ilk duyduğum an büyük bir boşluk kapladı içimi şaşırdım. Çünkü ölüm olgusunu onunla bağdaştırmak çok zor geliyor bana. Elbette mücadelede toprağa düşmek, bedel ödemek de var. Uzun uzun “Mehmet Ali Kasırga (Barış Mustafa Kalafat) Ölümsüzdür!”
başlıklı habere bakakaldım, halen bile kabullenmek çok zor geliyor.
Kodunun Mehmet Ali Kasırga olduğunu gördüğümde ise beraber kritiğini yaptığımız “Kasırga Taburu” romanını anımsadım ve gülümsedim. Barış’ın en sevdiği kitaplardandı, gördüğü her arkadaşa kitaptan belli bölümleri anlatırdı. Düşlediği bir gerilla olarak toprağa düşmenin onurunu yaşayarak bize gülümsüyor şimdi…
Uzun süre üstümdeki şoku atlatmadım, sonra şehadet haberini gösteren yoldaştan telefonu alıp elinde kleşle dağlardan gülümseyen resmine baktım… Yine gözlerinin içi gülüyordu “işte buradayım zorun zorla yıkılacağı bilinciyle dağlardayım, gerillayım” diyordu. Dağlar ona, o dağlara çok yakışmıştı.
Kavgayı bu kez Irak Kürdistan’ı dağlarından ülkeye taşımış ve onlarca devrimcinin kanıyla suladığı Dersim topraklarında Heval Atakan ile yıldızlaşmıştı. Örgütünün ülke topraklarındaki ilk şehidi oldu Barış.
Onu ve sınıfsız, sömürüsüz dünya ideallerini anlamak için; vasiyetine iyi bakmak gerekiyor. Vasiyetinde komünizme ütopya diyen burjuva kalemşörlerine meydan okuyor Barış. “Fena halde yanılıyorsunuz” diyor kararlı ve kendinden emin olarak. “Bu korku komünizmin gerçekliği ve mutlakıyetindendir” diyor ve ekliyor: “Onlar bu korkuyla yaşarken neden biz olduğumuz yerde ya da daha geriye gidiyoruz?” Bu sözleriyle kuşkusuz vicdanlara seslenmiyor Barış, mücadelenin geldiği aşamayı ve devrimcilerin buna uygun konumlanması gerektiğini vurguluyor ısrarla.
Bu durumu küçük burjuva geri yanlarla ve liberalizm ile açıklıyor. Mücadeleyi kavrayışındaki berraklık, inanç, cüret ve kararlılık cümlelerine de etki etmiş olacak ki kararlı bir biçimde vasiyetinde devrimci kalmayı ve ileri atılmak gerektiğinin altını çiziyor.
Onu ve sınıfsız, sömürüsüz dünya ideallerini anlamak için; Gezi barikatlarından, Kobanê siperlerine, Irak Kürdistanı dağlarından Dersim’e uzanan kararlı ve sıçramalı atılımını iyi kavramak gerekiyor En önde ülkeye yüzünü dönerek mücadeleye atılıyor Barış, kaçkınlığın kol gezdiği, yılgınlığın soslanarak önümüze sunulduğu bir dönemde o en önde “ilk ben olmalıyım” diyerek atılıyor. Bu cüreti şüphesiz bize rehber olacak mücadelemizde yolumuzu aydınlatacaktır.
Anısını mücadelemizin her anında yaşatacak, kararlılığını kuşanacağız. Düşlediği eşit, özgür ve sınıfsız bir dünya yaratma mücadelesini zafere taşıyacağız!
(Bir Partizan)