Emperyalistler arası pazar dalaşı, rekabet ve bir bütün olarak dünyada yaşanan ekonomik kriz, yarı sömürge ülkelerde egemenlerin halka yönelik uyguladığı ekonomik-siyasi baskı baskı, zorbalık ve güncel olarak zamlarla vücut bulmaktadır. Diğer yandan hakim sınıfların ekonomik krizden çıkış arayışları her biri işçi sınıfı ve emekçilere büyük külfetler getiren ve kendini tekrar eden bir kısır döngüye hapsolmuş durumda.
Ülkemizde her geçen gün doların yeni rekorlar kırması, elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar egemenlerin içinde bulunduğu krizin bedelini işçi ve emekçilere ödeterek bir “çıkış” yolu aradığını göstermektedir. İşçi-emekçilerin zaten sefalet ücretinde ve kölelik koşullarında çalıştığı ülkemizde, yapılan zamlarla birlikte çelişkilerin daha da yoğunlaştığı ve var olan vahim geçim koşullarının daha da kötüye gittiği ortadadır.
Halkın temel ihtiyaçlarına yapılan zamlar karşısında zaten açlık sınırının altında bulunan asgari ücrete yapılan sefalet zammı da erimiş durumdadır. Asgari ücrete yapılan “zam”a karşılık, en son 5 lirayı aşan doları baz aldığımızda asgari ücretin 520 lira eridiğini söyleyebiliriz. Memurların maaşındaki erime 765 lirayken zaten geçinemeyen memur emeklilerinin maaşlarındaki erime ise 465 lira oldu.
Birçok temel ihtiyaç maddesine yapılan zamların yanında son olarak elektrik ve doğalgaza konutta %9 zam yapıldı. Egemenler halka kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor. Patronları kollayarak krizi atlatmaya çalışan siyasi iktidar, faturayı yine işçi-emekçilere çıkarıyor. Yaşanan işsizlik durumunu “iş beğenmemek” üzerinden tanımlayan egemenler, işçi-emekçilere sefalet ücretlerini dayatmaya bunun üzerinden de kesintiler yapmaya devam ediyor.
TC’nin dışa bağımlılığı, temel ihtiyaçların bile artık ithal edilir duruma gelmesi, fabrikaların özelleştirilmesi, ekonomik krizin daha da derinleştiğinin ve derinleşeceğinin göstergesidir. İşçi-emekçiler fabrikaların özelleştirilmesiyle, patronların keyfi uygulamalarına daha da açık hale getirilip işten atılarak açlığa mahkum ediliyor. OHAL ile birlikte tavan yapan hak gaspları OHAL’in yasalaşmasıyla birlikte en küçük hak arayışına karşı saldırıya dönüşmüş durumda.
Enflasyon oranı Temmuz’da 15,85 ile Ocak 2004’ten bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Temmuz ayından geçen yıla göre en çok fiyat artışı yaşanan harcama gruplarından biri ise %19,40 ile gıda ve alkolsüz içecekler oldu. Yüksek enflasyon nedeniyle artan pahalılık, halkın alım gücünün her geçen gün düşmesine karşılık Merkez Bankası gıda fiyatlarındaki artışların yüksek enflasyonu da beraberinde getirdiğini belirterek, gıda enflasyonunun nedenini tarımdaki yapısal sorunlara bağlıyor. Bu açıklama krizin itirafı niteliğinde olduğu gibi yüksek enflasyonun sabitleneceğini de gösteriyor. Yapısal sorunlar ise sadece tarımda değil hemen her alanda ekonomik krize temel teşkil ediyor.
Fiyat artışında başı çeken et, soğan, patates çok gecikmeden ülkemizde en pahalı gıda maddeleri arasına girmiş bulunuyor. Bunları mercimek, bulgur, makarna vb. yoksul kesimlerin başlıca besin kaynakları izlemeye devam ediyor. İktidarın yaptığı açıklamalarda zamlar yok sayılmaya, meşrulaştırılmaya ya da farklı gündemlerin arasında kaybedilmeye çalışılıyor. Bu farklı gündemler arasında öne çıkan bir tanesi de ABD’nin iki bakana yaptığı yaptırım uygulamasıdır. Bu tablodan emekçi halka yine “vatanın birliğine, dirliğine sarılmak” dayatılmaktadır. Oysa seçim oyunu arkasına gizlenen ekonomik kriz, iktidarın her söyleminden sonra artan zamlarla birlikte gün yüzüne çıkmış durumdadır.
“EMPERYALİST ÜLKELERDE RÜZGAR ESSE, YARI-SÖMÜRGELERDE FIRTINA KOPAR”
İran’da ve birçok yarı sömürge ülkede yaşanan gelişmeler, halkın ekonomik krizin yükünü kabul etmeyerek sokaklara dökülmesi, ABD’nin yaptırımlarına karşılık dışa bağımlı ülke egemenlerinin iki yüzlü politikalarının artık halk nezdinde açığa çıktığının, krizin gizlenemeyecek duruma geldiğinin göstergesidir. Bir bütün dünyada ekonomik krizin yansımaları yarı sömürge ülkelerde daha belirgin yaşanıyor, var olan krize bir de ABD yaptırımları eklenince fırtına kopmaya hazır halde bekliyor.
“Brunson krizi” ile ABD’nin yaptırım uygulaması sonucu, iktidar da etekler tutuşmuş, altın, dolar bozdurma çağrıları gündeme gelmiştir. Erdoğan’ın “Buradan milletimize sesleniyorum, yastık altından gelin dövizlerinizi çıkartın. Dolar ve avrolarınızı, altınlarınızı çıkartın.” çağrısından sonra İran’da da benzer bir çağrı Türkiye’yi baz alarak geldi. İran Merkez Bankası Başkanı Abdülnasır Himmeti “Halkımız da devletine yardımcı olmalı ve yastık altında tuttuğu dövizini bankalara yatırmalı. Bakınız, Türkiye’de benzer durum olunca ve döviz kurları artınca Türk halkı dolarlarını yakmaya başladı” şeklinde açıklama yapıyor. Bu da göstermektedir ki İran ve Türkiye’deki hakim sınıflar benzer bir sorundan mustarip olarak krize halkı daha fazla sömürerek direnmeye çalışıyorlar. Kuşkusuz bunun çok yönlü yansımaları olmaktadır ve olacaktır.
Birbiri ardına çağrı yapan yarı sömürge ülke egemenleri, bir yandan uzlaşma çabaları ararken diğer yandan sert söylemlerde bulunmaya çabalıyor. “ABD’ye boyun eğmeyeceğiz” diyenler, kağıttan kaplanlar karşısında evcil kedi olup, mutabakat sağlamak için heyet göndermeye çalışıyor. Egemenlerin ikiyüzlü politikalarının karşısında, halkın çelişkileri yok sayılıyor, bu söylemler arasına sıkıştırılıyor. ABD yaptırımları üzerinden milliyetçilik güçlendirilirken, izledikleri halk düşmanı politikalar ve kriz bunun arkasına saklanmaya çalışılıyor.
Oysaki mesele kapitalist-emperyalist sistemin yaşadığı yapısal krizden bağımsız olarak anlaşılamaz. Son dönem artan ekonomik durgunluk ve gerileme yapısal krizin üzerinde şekillenmekte ve daha derin çelişkileri haber vermektedir. Dünya’da kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesi, kapitalist, emperyalistler ülkelerin birçoğunda “sağ-faşist” partilerin iktidara gelmesiyle Türkiye, İran gibi faşist ülkelerde siyasi iktidarların baskı dozunu artıran politikaları paralellik arz etmektedir. Yarı sömürge ülkelerde gündeme gelen zamlar, vergiler ve elektrik-doğalgaz kesintileri ekonomik-sınıfsal çelişkilerin derinleşen yönüne işaret etmektedir. Avusturya’da gündeme gelen “12 saat çalışma” yasası Avrupa’da da işçi sınıfının tarihsel mücadelelerle kazandığı en temel haklarının saldırı altında olduğunu ve krizin tüm ülkeleri etkileyen sonuçlar doğuracağını ortaya koyuyor.
Krizin derinleşmesiyle birlikte çelişkiler artmış, işçi sınıfı ve halkın değişik tepkileri ortaya çıkmıştır. Ürdün, Irak ve en son İran’da yaşanan çatışmalar daha büyük ve yaygın mücadelelerin habercisi niteliğindedir. Ülkemizde egemenlerin politikaları, burjuva-feodal düzeni ve dışa bağımlılığı korumak üzerindedir. Söz konusu dışa bağımlılığın ise tam da yaşanan krizin temel nedenlerinden biridir. Emperyalist ülkelerdeki her hareketlenmenin bizim gibi ülkelerde yeni fırtınalar koparmaya aday olduğu ortadadır. Ülkemizde lokal düzeyde artış gösteren işçi eylemlilikleri, ekonomik-sosyal yaşamın uğradığı çöküşle beraber daha büyük toplumsal hareketlerin nesnel zeminini güçlendirmektedir. Emperyalist kuruluşların dahi itiraf etmek zorunda kaldığı gibi ülkemizde ekonomi ve buna bağlı olarak işçi sınıfı kırılma noktasındadır.
Biz komünistlere düşen görev, işçi sınıfı ve halkın artan sınıfsal, sosyal çelişkilerini sınıf mücadelesine kanalize ederek hakim sınıflara ve faşist iktidara karşı devrimci mücadelelere taşımaktır. Bugün işçi sınıfı ve halkın karşısında artık daha da yoğunlaşmış ve merkezileşmiş bir devlet ve patron baskısı mevcuttur. Halkın örgütsüzlüğü ve en ufak hak arama mücadelesinin polis baskısına maruz kalması mücadelenin kolay olmayacağını göstermektedir. Ne var ki işçi sınıfı ve halkın yoğunlaşan çelişkileri kendini saran bu ablukayı dağıtacak iç potansiyele sahiptir. Önümüzdeki dönemde bu potansiyelle buluşmak, onu açığa çıkarmak ve devrimci bir mücadele için örgütlemek temel görevlerimizden biri olmalıdır.