Son yıllarda bahar ve yaz aylarında gerilla mücadelesinin etkili olduğu alanlarda gerilla ile bölge halkının buluşmasını engellemek, gerillanın bölgedeki etkisini kırmak için sürekli olarak başvurduğu yöntemlerin başında, bir devlet politikası haline bürünen baraj, karakol ve kalekol yapımları hız kesmeden sürerken diğer bir yandan da hakimiyet sağlayamadığı alanları ateşe vermek gelmektedir.
Bu yöntemleri devreye koyduğu bölgelerin başındaysa Dersim coğrafyası devletin ilk hedefi olarak akıllara gelmektedir. Dersim, Proletarya Partisi’nin Halk Savaşı tohumlarının atıldığı bölge olması vesilesiyle özelde Proletarya Partisi, genelde ise gerilla mücadelesi yürüten yurtsever ve devrimci örgütler bağlamında önemli bir yerde durmaktadır. Böyle bir gerçekliğe sahip olmasından kaynaklı faşist Türk devletinin de Dersim’e dönük olarak her dönem özel bir politikası olmuştur. Bu politikası 90’lı yılların başlarında köylüleri, köy meydanlarında toplayarak aileleri önünde kaba dayağa tabii tutmaktan, gerilla kıyafeti giyinerek gerillayı köylüler nezdinde itibarsızlaştırmaktan, halkı birbirine karşı güvensizleştirmekten tutalım da köy yakmalar, faili meçhul cinayetler ile halkı doğup büyüdüğü yerlerden zorunlu göç etmelerini sağlayıp bölgeyi insansızlaştırmak, gerillayı yalnızlaştırmak istemiştir.
Bu politikasıyla hedefledikleri hem bölgeyi insansızlastırmak, hem de evlerini, hayvanlarını dahi almalarına fırsat tanımadan yakıp yıktıkları bölge halkına yaşattıkları bu zulmün sorumlusu olarak gerillayı göstererek, Dersim halkının tepkisini gerillaya yöneltmek istemislerse de amaçlarında başarıyı sağlayamamışlardır. Dersim halkına her türlü zulmü uygulamasına rağmen, Dersim halkının gerillayla olan bağlarını geçici olarak zayıflatmakta ve halkı umutsuzluğa ve yılgınlığa sürüklemekte dönemsel olarak başarı sağlanmış olsa da bir bütün olarak istediği sonucu elde edememiştir.. Köy yakma ve boşaltmalardan, baraj, karakol ve kalekol yapımlarından tutalım da, orman yangınlarına kadar atılan her adımın faşist Türk devletinin gerilla ile giriştiği savaş politikasının bir parçası olarak görmek gerekir.
1930’ların başlarından günümüze kadar Dersim halkını biat ettirme ve teslim almak için saldırganlığını hız kesmeden sürdürmektedir. Faşist Türk devletini ihtiyaca göre kimi dönem “barış” ve “demokrasi” politikasını devreye koysa da, esas yönelimi imha, katliam, asimilasyon, diz çöktürme, göç ettirme eksenlidir. “Barış” ve “demokrasi” söylemi ise dönem dönem taktığı bir maskedir.
Temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumak için baskı aygıtı olan devlet mekanizmalarını kitlelerin bilinçlerini manipüle etmek, gerçeği işçi ve emekçilerden gizlemeye dönük izlenen politikasının bir parçası olarak görmek gerekir. Tüm bu gelişmeler elbette ki emperyalistlerin ihtiyaçlarına göre de biçim almaktadır. Son on yıldır gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan ekonomik ve siyasi krizleri derinleştikçe, emperyalist devletler tüm dünyada ırkçı ve sağcı liderleri iktidara taşıyarak işçi ve emekçi halklara karşı izledikleri saldırgan politikalarını daha açık bir biçime büründürerek sürdürmektedirler. Ülkemizde 2015 Temmuzunda darbe girişimin başarısız bir şekilde sonuçlanması Erdoğan/AKP egemen sınıf blokunun politikalarındaki saldırganlığı yasal düzleme taşıyarak elini güçlendirmiştir. Bu durum elbette ki dünyadaki gelişmeler ve emperyalistlerin ihtiyacına göre bir pozisyon alarak, işçi ve emekçi halkın yaşam alanlarına dönük politikaları da sert bir biçime bürünmüş, efendilerine kendilerini cilalayarak pazarlama bağlamında daha fazla zemin oluşmuştur. Özellikle bölgede süren savaş ve saldırganlık iklimi, dünya genelinde şiddet aygıtını en etkili kullananın bir adım öne geçtiği koşullarda faşist diktatörlük bu politikayla devrimci ve ulusal temelde yükselen silahlı mücadeleyi tasfiye ederek ne büyük ve yenilmez bir güç olduğunu göstererek bölgesel rolünü arttırmak, bölgede vazgeçilmez bir politik güç olduğunu göstermek istemektedir. Son saldırılarının bir nedeni de budur.
Yukarıda belirttiğimiz bu zemin savaş ve saldırgan politikasının bir yanını oluştururken, diğer bir yanı ise gerilla karşındaki çaresizliği ve gerillayla halk arasında kurulan köprüleri ortadan kaldırmaktır. İşçi ve emekçilerin iktidar mücadelesinin teminatı olan gerillayı halktan kopararak nefessiz bırakıp, sömürü çarkının sorunsuz bir şekilde dönmesi hedeflenmekte. Bu politikasını etkin bir şekilde işletmek içinde gerilla mücadelesinin etkin olduğu alanlarda yüksek teknoloji kullanarak yok edemedikleri gerilla mücadelesini, denetimin gerillada olduğu alanlarda ormanları yakarak başarı sağlama hülyalarına kapılmış gözüküyor. Son yıllarda Dersim’de canlı cansız demeden her yeri ateşe vermelerinin bir yanı da gerillaya yönelik tümden imha koşullarını yaratmak, aynı zamanda halkta umutsuzluğa yol açmaktır. Halkın umudu olan gerilla alanlarında çıkarılan orman yangınlarının gerçek nedeni istedikleri sonucu elde edememelerinden kaynaklanmaktadır. Bu uğurda doğayı tümüyle imha etme, yaşayan tüm canlıların yaşam alanlarını yok etmeyi gözlerini kırpmadan hayata geçirmektedir.
Proleter devrimcilere düşen ise bu gerçekliği görerek en ileri kesimlerden başlayarak en geniş kesimleri doğaya ve yaşam alanlarına dönük hem ülkede hem de uluslararası alanda faşist Türk devletinin bu politikasını bıkmadan usanmadan teşhir ederek duyarlı kamuoyunu harekete geçirecek eylem ve etkinlikleri dost kurumlarla, çevre örgütlerini de kapsayacak geniş bir yelpazede harekete geçirecek lokomotif görevi üstlenmektir. Doğru politika bu gerçekliğin ezilen ve sömürülenlere kavratılarak yaşamda yer bulacağı ve sömürü çarkının sahiplerinin politikaları bu tarz bir ele alışla boşa çıkartılabilir.
BİR YENİ DEMOKRASİ OKURU