Dünya ölçeğinde kapitalist-emperyalist sistemin yapısal krizlerinin derinleştiği, pazar anlamında “ihtilaflı alanlar”da çatışmanın kızıştığı ve buna bağlı dizginsiz bir sömürünün, ezilen emekçi halklara karşı uygulanan baskıların, katliamların aralıksız devam ettiği bir süreçteyiz. Bu “ihtilaflı alanlar”daki çatışmanın TC’nin bölgesel krizlerini dönem dönem üst boyutlara taşıdığını söylüyor ve yine böylesi bir dönemin içinden geçildiğini her defasında vurguluyoruz. Ülkedeki hakim sınıfların ekonomik çıkmazlarının, kendileri açısından yürünecek açık bir kapı bırakmadığı da görülüyor. Ki bu nedenle, işçi sınıfına dönük katmerli bir sömürü politikası her geçen gün daha da sıkılaştırılıyor. Esnek çalıştırma, güvencesizleştirme, taşeronlaştırma ile kazanılmış haklar gasp edilmekte, sendikal örgütlenme terörize edilmekte, sınıfın öncüsüne ve devrimci-demokrat kesimler üzerine faşist terör dalgası savrulup durmaktadır.
Emek-sermaye çelişkisi ve çatışmasının doğal seyri böyle gelişirken ve sınıflar mücadelesinde ana eksenini bu çelişki ve çatışkı oluştururken, egemenler bir taraftan da emek ile emek arasındaki çelişkiyi depreştirmekte; işçi sınıfı ve tüm ezilen emekçi kesimler arasındaki inançsal, mezhepsel, ırksal, cinsiyet farklılıklarını din ve milliyetçi politikalarla yeniden üreterek güncellemektedir. Daha kapsamlı saldırılar için yelkenini doldurmaktadır. Kürt ulusuna, Kürt Ulusal Hareketi’ne ve onun legal alanına dönük saldırılar ve engellemeler, milliyetçi-şoven dalganın dinamik tutulması bu bağlamda ele alınmalıdır.
Bahsettiğimiz ve daha da açılabilecek olan egemenler cephesindeki çıkmazlar, faşist terör dalgası ile geçiştirilmeye çalışılırken, buna karşı yığınların öfkesi birikmektedir. Bu öfkenin, burjuva-feodal partilere ve onların sermaye gruplarına gördürdüğü korkulu düş, 24 Haziran’da yapılan erken seçimle bastırılmaya çalışılmıştır. Yığınlar, seçim aldatmacasının kuşatması altında, sistem içine yönlendirilmiş ve egemenlerin saflarının yeniden tahkim edilmeye çalışıldığı görülmüştür. AKP-MHP faşist kliği “karşısında” bloklaşan CHP-İyi Parti-SP faşist kliği, hemen her dönem olduğu gibi düzenin yeniden inşası ve komünistler açısından bu, öngörülen ve sonuçları itibariyle beklendik bir durumdur. Hatta kayda değer bir kitle de seçim sonrasında bile olsa; nasıl bir oyunun içinde olduğunu fark etmiş, umutsuzluğa kapılsa da önemli bir deneyim sağlamıştır.
SINIF MÜCADELESİNDEN BOŞA DÜŞEN REFORMİZM
“Dünyayı cennet uğruna feda etmek, bir avı gölge yüzünden kaçırmak anlamına gelir.” (Victor Hugo, Sefiller s.36)
Parlamenter yollardan bir “demokrasi” cennetinin kapılarının açılacağı hülyasına dalan reformist anlayışlar ve yönelimler, kitlelerin açıkça gördüğü bu gerekçeleri görmezden gelerek ya da görmeyerek, bir hezeyan yaşamışlardır. Seçimler özgülünde ve genel olarak düzen içinde sınırlanan politik hat, sınıfın bağımsız savaşımı devrimci bir çalışma pratiğinden uzaklaşarak boşluğa düşmüştür. İzlediği düzen içi, legal-parlamentarist siyaset ve örgütlenme anlayışı dahi faşizm gerçekliği karşısında kabul görmemiştir. Öyle ki, AKP-MHP faşist blokunun seçim hilelerine karşı bile söz söyleyemez duruma gelmişlerdir. “Demokrasi” ve küçük burjuva mahiyetteki “özgürlük” şiarlarıyla umdukları cennet (!) dünyanın ve ülkenin somut gerçeğinin çok uzağında kalmaktadır. Tasavvur ettikleri bu cennet uğrunda, kitlelerin devrimci enerjisini devrimin yatağına sürmekten geri durarak; örgütlenebilecek devrimci dalga fırsatı bir “gölge yüzünden” kaçırılmıştır. Bu yönelimdeki ısrarın geleceği boyut, şimdiden aşikardır!
KOMÜNİSTLER BU AVIN SOLUKSUZ TAKİPÇİSİDİR
Seçimler özgülünde ve genel bir yönelim olarak beliren reformizmin düzen-içi parlamentarist bir politik hattan çıkamayıp, sınıf mücadelesi düzleminden boşa düştüğünü belirttik. Böylesi bir atmosferde akıntıya karşı durmayı bilen Proletarya Partisi ve belli başlı devrimci anlayışlar, azımsanmayacak derecede bir ideolojik duruş sergilemişler; sınıf mücadelesi payına etkin bir politika belirlemişlerdir. Ancak reformist çizginin yaşadığı boşluktan farklı olarak bir boşluk da bizim cephemizde yaşanmıştır. “Boykot” tavrının kitlelere taşınmasındaki eksikliğin zaman içinde birçok açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.
İlk elden yapacağımız sınırlı bir değerlendirmeyle, sınıf içerisine yönelen faaliyetimizin, genel olarak siyasal iktidar mücadelesine kilitlenmediği ve buna bağlı olarak bu alana politikanın istenildiği gibi taşınmadığı nedenleriyle birlikte sorgulanmalıdır. Fiili-meşru mücadele hattına dayanan sınıf sendikacılığı yönünde kolektifimizin ciddi bir birikimi ve sarf ettiği enerji varken, bunun, öncünün ideolojik-siyasal-örgütsel hattına yeteri kadar çekilemeyişi gerçeği tüm pratiğe yansımaktadır.
Bu yetersizlikleri örneklendirecek olursak, alanlarımızda yaşanan karşılıklı yabancılaşma, semtlere sıkışan bir faaliyet örgüsünü doğurmaktadır. Semtlerde yaşayan yığınlar, küçük burjuva ve lümpen şekilleniş içerisinde büyük ölçüde reformsal taleplere meyletmektedir. Seçimler özgülünde de bu anlayışın yön verdiği bir kulvara kilitlenerek, umutlarını seçim sonrasına bağlamışlardır. Tabi burada bilinçlerin bulandırıldığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Bu nesnel durumu fark ederek yığınların, maddi yaşam koşullarından duyduğu öfkeyi doğru temelde örgütleme çabasında olsak da bütünüyle bu dalgayı tersine doğru kırmakta yetersiziz. Pratikten çıkan deneyimler dillendirilirken; çalınan kapılarda boykot karşıtı söylemlerle karşılaşıldığı öne çıkmaktaydı. Bugün bu hatalı anlayış değişmiş olsa da hatta seçimler sonrasında geri dönülüp “siz haklıymışsınız” dendiği olsa da burada yaşayan yığınların düşünce dünyalarındaki rüzgara göre değişkenlik dikkatimizi çekmelidir.
Kitlelerde oluşturulan bu ruh hali, bizi, kitlelere yeterince gitmekten, özellikle “boykot” tavrını taşımaktan alıkoymuştur desek abartmış olmayız.
Ancak sorunun temelinde üretime dönük çalışmanın eksikliği yatmaktadır. Üretim içinde olan kitle, yani işçi sınıfı, emek-sermaye çelişkisinin en derin boyutta yaşadığı için tutarlı bir devrimci politikayı en ilerinden kavrayabilecek potansiyeli taşımaktadır. Reformist yönelimlerden farklı türde yaşadığımız boşluğun özeti sınıfla güçlü bağlar kuramayışımız olarak açıklanabilir.
Okun sivri ucunu bu yaramıza bastırırken, sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirme adına koşar adım ilerleneceği, Proletarya Partisi’nin konumlanışıyla teminat altındadır.
Lenin yoldaşın işaret ettiği gibi: “Yığınlarla bağlantılı olarak azimle çalışma tutumunda kendisini pekiştirmeyi başaran bir parti, öncüsünü örgütleyebilen ve kuvvetlerini, proletaryanın her yaşam belirtisini sosyal-demokratik bir ruh doğrultusunda etkileyebilecek biçimde yönelten ileri sınıfın partisi, her ne olursa olsun kazanacaktır.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, s.31)
Son olarak; siyasal algılarımızı ve duyarlılığımızı “proletaryanın her yaşam belirtisi”ne yönlendirelim…