M. Usta’nın Anakronizmi

11 Haziran 2018 tarihinde “sağ tasfiyeci”  www.partizan-online.net sitesinde M. Usta imzalı bir yazı yayımlandı. M. Usta bu yazıyı tam da bu zaman dilimi içinde neden yazma ihtiyacı duydu? Sağ tasfiyeci anlayış örgütsel yapısını kendi belirlediği kurallar içinde inşa etmişken bu yazıya neden can hıraş sarıldı? Bu hangi ihtiyacın ürünü olarak şekillendi? Soruları akla ilk gelenlerden. Zira M. Usta bu içerikteki yazıları daha önce defalarca aynı anlayış heyecan ve umutla yazdı. Şimdi örgütsel ayrılık ilan edilmiş, sağ tasfiyeci anlayış örgütlediği hizip ile kendi hiyerarşisini kurarak merkezi imzalarla açıklamalar yaparken, M. Usta tek gözünü kapatıp bunları görmeme tavrı ile gerçeği yok sayarak ne yapmaya çalışıyor? M. Usta’nın yazısını tanımlayan tek bir kavram var: Anakronizm… Bugünü, dünün argümanlarıyla değerlendiren, fiilen tavır aldığı ama bunu dillendirme cesaretinden yoksun yaklaşımını ilişkilenme pratiği ile ancak ifade edebilen yaklaşımına rağmen kimi, niye ve ne amaçla mahkum ediyor anlamak zor.  Tek gözünü kapatarak, gerçeğin bütününe kör olacağını sanma hali ile sürece biçim vermeye çalışması, kendini tarafsızlık konumuyla kolektif üstü konumlandırışı ise ancak bir sınıfın tutumuyla açıklanabilir. Enteresan olan ise “birlik” söylemi altında sağ tasfiyeciliğin hizipçiliğini, partiyi bölen yaklaşımını meşrulaştıran eleştiriler getirmesi. Artık herkesin “kendi işine baktığı”, ayrılığın kesin hatlarla belirginleştiği, “Geçici” sıfatlı komiteler enflasyonunun ortalığı sardığı koşullarda bu yazı oldukça manidardır.

Bu durum ancak sağ tasfiyeciliğin, kendinden emin bir şekilde tüm partiyi ve tabanı peşinden sürükleyeceğine olan güveninin gerçekleşmemiş olmasına karşı M. Usta’dan koşa koşa “destek” istemesiyle açıklanabilir. Ya da tüm umutlarını ve beklentilerini (“kediye sermayeyi yükleme durumu” gibi) yükledikleri yerlerin, kişilerin ve alanların trajik şekilde havlu atan, bununla da kalmayıp gizlemeye çalışsalar da traji-komik şekilde ortaya çıkan gerçekliğinin üstünü bir M. Usta müdahalesiyle giderme derdi olabilir. Ama kuşkusuz gerçeğin dilini, var olan tablonun oluşturduğu durumu, Tanrı’nın olmadığını çok iyi bilen materyalistler bir tanrısal güçle değişmeyeceğini de bilirler. Ama tanrısal güç vahyedildiği belli olan M. Usta’dan idealist sağ tasfiyeci anlayış bir beklenti oluşturmuş durumdadır. Tabi bekledikleri sonuç ortaya çıkar mı sorusu bizim açımızdan absürttür. Ancak idealizme bulanmışlar, bu kişiler açısından çok anlamlı ve manidardır. Bu soruya verecekleri cevaplar umut yüklüdür. Ama umut bazen doğru olmayanın, meşru olmayanın sadece tembel tembel oturup bekleyenin ekmeğidir.

M. USTA’NIN SORUNLARDAN KENDİNİ AZADE KILMASI

Burada söz konusu olan, M. Usta imzasıyla kamuoyuyla paylaşılan; okunduğunda ilk olarak Albert Camus’un “Olmayacak insanlarla olmayacak hayaller kurduğum için en çok da kendimden af diliyorum” dedirten açıklamasıdır.

Her bir paragrafı ayrı tartışma konusu olan makalenin bir bütün eleştirisini yapmak niyetinde değiliz, kuşkusuz bugün buna çokta gerek kalmamış, anlamını yitirmiştir.

Ancak önemli olan, yalnızca bilmek ve açıklamak amacı/ anlayışından başka bir işi olmayan; bir kadro olarak politika üretmeyi ve tutum almayı kendini dışında görerek yaklaşan “ustalarımız”a parti ve ilkeler sorununda birkaç hatırlatma yapmaktır.

Bilinir ki proletarya tarihsel, bir o kadar da zorlu misyonunu yerine getirebilmek için sınıfla komünist hareketi buluşturarak devrime örgütleyecek öncü, bir parti ile bu partinin saflarında yer alma onurunu tüm faaliyetleri ve attığı her adımla hak eden devrimci kadrolara ihtiyaç duyar.

Proletarya Partisi’nin kadrolarından öncelikli beklentisi kitlelerle somut kalıcı bir ilişkilenme, bağ ve bütünleşme yaratmada politik örgütsel yaratıcılık ve ustalıklarını göstermesidir.

Kuşkusuz bu misyonunu yerine getirirken yani örgütsel çalışmalarda çıkan/çıkacak sorunların, tıkanıklığın sorumlusu Stalin yoldaşın deyimiyle “onda dokuzu yönetici kadroların”ken, tartışma konusu yaptığımız “ustamız”, sorunu mahkum etmeye çalıştığı proleter kadrolarda, genel ilke ve anlayışta görmektedir.

Somut koşullardaki değişimi yok saymak nasıl mümkün ve doğru değilse “suçu”, “suçlu”yu dışında arayıp başkalarının sırtına yıkmaya kalkışmak da doğru ve devrimci bir yaklaşım olamaz.

Kolektifin yılları bulan ayrılıklara, kopuşlara, nicel olarak daralmasına neden olan sorunların müsebbibi örgütün gelişim seyri ve kaderi üzerinde belirleyici bir konum ve role sahip olan “ustamız”ca neden ve nasıl olurda böyle tariflenmektedir?

İLKELER KURTULACAK AYAK BAĞI MIDIR?

Nedeni elbette ne teorik olarak kavrayış yetersizliği (birey şahsında günü anlamada ve yorumlamada yetersizlik reddedilemez) ne de birikim ve deneyim yoksunluğu ile açıklanamayacağına göre, söz konusu olan benimsenen sınıfsal tutum ve tarzla ilişkilidir. Yani ilki kronikleşmiş liberalizm ikincisi ise ona eşlik eden bürokratik eğilimdir.

“…duruma göre tutum saptamak, günlük olaylara, önemsiz siyasal ayrıntılardaki iniş ve çıkışlara uymak, proletaryanın temel çıkarlarını gerçek ya da sözde küçük kazançlar uğruna feda etmek” (Lenin)

Bütünlüğün oturtulmaya çalışıldığı zemin yalnızca iki paragrafta somutlanmaktadır. Sadece o iki paragrafta ki anlayış bile hem kolektifin bünyesinde boy veren tasfiyeciliğin boyutunu hem de tasfiyeciliğin neden ve ne için Komünist Partisi ve anlayışının dışına çıkıp savrulduğunu anlamamıza yetmektedir.

“Denilebilir ki, sürece damgasını vuran proleter renk değildir. Proleter rengin buraya damgasını vurup vurmaması, proleter hareketin sorunudur. Bu asla ve asla oluşan haklı ve meşru platformun varlığını yadsımaz, tartışma konusu yapmaz.” (M. Usta)

“Bugün bölgede merkezinde Kürt halkının olduğu haklı ve meşru olan bu direniş mevzisinde yer almamızın önünde “ilkesel” engeller varsa, öncelikli görev, bu ayak bağlarından kurtulmak olmalıdır.” (M. Usta)

Halkımızın söylemiyle son söyleyeceğimiz sözü oportünistler gibi eğip bükmeden hemen baştan söyleyelim:

Bir; “usta”mızın önerdiği yenilenme, değişim çağrısı ne kadar masumsa 1960’larda Mao ve ÇKP’li yoldaşlara SBKP’den yükselen ve politik olarak reformizm vaazeden çağrılarda o kadar masumdur.

İki; tasfiyeciliğe soyunan “usta”mızın makalesinde ki “koşullar değişmiştir” söylemi “koşulların değiştirdikleriyiz” şeklinde okunmalıdır.

Üç; “usta”mız özgülünde tasfiyeci yönelimlerine özdeş, ayak bağı görülerek terkedilmesi, reddedilmesi söylenen parti ilkeleri yerine önerdiği “yeniliklerine” birebir uygun revizyonist Bernstein’la özdeşleşen “nihai hedef hiçbir şeydir” ilkesidir.

Nihayetinde “usta”mız için öncelikli ve bağlayıcı olan parti ilkeleri, hukuku onların toplamının ifade ettiği bütünlük değil, “şeylerin” pratik işlevidir.

Dört; proleter hat terkedilip makyevelist yöntem ve anlayışlar tercih edildiğinde ilkeler ve ilkesel sorunlarda dahil tüm ayrılıkların, tüm farklılıkların üzeri halkın çıkarları örtüsü ile manipüle edilerek belirsiz hale getirilmektedir.

Bu sağ tasfiyecilerle komünistler arasındaki çok önemli ayrımlardan sadece biridir. Komünistler sınıf mücadelesinde sınıfın en gelişkin aracı olarak KP’yi siyaseten ve ideolojik olarak geri(ci) olan her anlayıştan her boyutuyla ayırarak tüm ayrı, aykırı yanlarıyla, ayrımlarını belirgin hale getirir, asla yok saymaz, içte ve dışta kesintisiz ideolojik mücadele yürütür. Mücadele edilmeden ya da yeterince mücadele edilmeden atılan her pratik adım ve arayış KP’yi ve onun tarihsel hedeflerini yok sayan, güçsüz düşüren, tasfiyeciliğin boy verip yeşerdiği alanlara dönüştürür.

Beş; “usta”mızın kitleselleşme, kitleleri kazanma adına savunduğu taktik anlayışsa KUH’un politik yöneliminin motive ettiği Menşevik patentli, kolektifi geriye çeken, ilkesizliği öğütleyen “süreç olarak taktikleri”n günümüzde ki yeni versiyonudur.

Nasıl bir tarihsel kader ortaklığı, nasıl bir benzerliktir ki Menşevikler de o gün Lenin önderliğindeki Bolşevikler’i “halkın gerçeğinden kopmak”la suçlamışlardır.

Altı; her yeni gelişim kuskusuz herkes için yeni sorumluluk(lar) demektir. “Proleter” siyaseti burjuva yöntemlerle yürütmenin mümkün olabileceğini düşünen “usta”mız tam da bu mümkünlüğe inançtan olmalı çeşitli mücadele araç ve yöntemlerle işleyen süreçlerin edilgen şekilleneni, yönlendirileni, renk vereni değil renk katanı olmayı önermektedir.

Devrim, iktidarın sınıf karakterinin proletarya lehine değişmesi ise bu iktidara sınıf için talip olan sınıfın partisi KP’si de an’daki tüm pratik süreçlere rengini veren olmalıdır.

Ustalık, bu süreçlere KP’nin hakim renk olmasında ısrar etmede, KP’nin amaçları ve özgü siyaseti ile herhangi bir küçük burjuva yapının eklemleneni olmasına itirazı ile olunur.

BULUNAN ÇIKIŞ YOLLARINA VE SABOTE EDENLERE KÖR OLMAK

M. Usta “Ben şuna inanıyorum: Yaşamın merkezine mücadeleyi koyan her birey ya da yapı, gerek içte karşı karşıya kaldığı sorunları aşmada, gerekse devrimin dostlarıyla birlikte yürümede mutlaka bir çıkış yolu bulur.” Bunları ifade ederken bulunan çözüm yollarına da bir göz atarak meseleye yaklaşmalıydı. Örneğin HBDH’nin içinde yer almama tavrı merkezi düzeyde eylem birliği yapma iradesi ile ifade edildi. Yani faşizme karşı, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesiyle en üst düzeyde “ille de bir ortak devrim programını içermeyen Cephe örgütlenmesi olmadan siyasal, askeri vb. her türlü eylem birlikteliği ile hareket etmeye varız” dendi. Peki bu bir çözüm değil midir? Hem de ilkesel duruşunu koruyarak, programatik görüşlerini yadsımayarak bir ortaklaşma iradesi değil midir? “Usta” bunu neden görmek istemez? Çünkü o ilkeleri bu bağlamda bir ayak bağı görmektedir ve artık bu gömleğin kullanımının bittiğini düşünmektedir.

Peki örgütsel sorunun çözümünde Kasım ve Aralık 2016 mutabakatlarını, Eylül 2017 görüşme taleplerini kim örgütlemiştir? Kolektif içindeki uzlaşmazlığın ilkelere ve tüzüğe dayanan bir yolla, ayrılıkla sonuçlanmadan çözüm arayışını ve iradesini kim göstermiştir? “Usta” bunlara destek çıkıp, bu girişimleri büyütme tavrının arkasında sağlam duramamıştır. “Bu girişimleri devam ettirmeniz gerekirdi” diyerek ortaya çıkan oyun bozanlığı dahi mahkum etme iradesi gösterememiştir. Bahsettiği çıkış yolları örgütlenmiştir. Ancak çıkışı istemeyen bir yaklaşım, sürecin her aşamasında kendisini göstermiştir. Bu konulara M. Usta hakimdir. Ancak yine tek gözünü kapatmaktadır. Bu girişimleri olumlarken bu girişimlerin neden akamete uğradığı ile ilgilenmemektedir. Akamete uğratanlara bir tek sözcükle kamuoyunda yanıt verme zahmetinde bulunmamaktadır. Çünkü taraf olma gözlüğünü artık takmıştır. Subjektif olma hali tüm bünyeyi ve ruhu sarmıştır. Nerdeyse tüm süreç sonlandıktan sonra “inançla” söylenen ve anakronist olan sözler M. Usta’da dökülmektedir.

“Şöyle ki kolektifin en üst iradesinin kendisine vermiş olduğu görev süresi bitmişti. Böylesi dönemlerde nasıl bir yol izlenilmesi gerektiği de açıktır.” Bu sözler defalarca tekrarlanmış ve artık kullanım ömrü bitmiş sözlerdir. M. Usta “ben varsam her şey var, ben yoksam hiçbir şey yoktur” anlayışından kurtulmalıdır. Bu görev süresi tartışması için “usta”ya “günaydın” deme hakkımız vardır. 2014 sonlarında ve 2015 Şubatı’nda “usta”nın olduğu toplantılarda “bu görev süresi doldu” tartışması gündeminde dahi yoktur. Çünkü bu tartışma o koşullarda absürttür! “Usta” için neden absürttür bilinmez. Kendi varlığından kaynaklı mıdır? Cevabı onda saklı. Komünistler açısından ise “süreç”ten kaynaklı tartışmak absürttür. Ancak Nisan 2015 sonrasında dahi ilk tartışma bu görev süresi doldu tartışması değildir. Bu tartışma 2016’da bir anda uyanıp, krizi büyütmek isteyenlerin yaptığı üstelik görev süresi uzatma tartışmalarının örgütlendiği bir süreç içinde ortaya çıkan bir tartışmadır. Bu eksene oturmuş bir hizip çalışması da tartışmalar yürütülürken gerçekleşmiştir. Kolektifin en krizli döneminde “başsız” bir kolektif tartışması, kolektifin tasfiyecilik diye mahkum ettiği bir tartışma başlatılmış ve hizipçilik için bu da bir argümana dönüşmüştür. Görev süresi tartışması yapılmış ve kolektif irade tarafından sonuçlandırılmıştır. “Usta” bu sonuçlanmış tartışmaya kör olmaya devam etmektedir. Bir olguyu kendisi görmediği için yok saymak idealizmin bir hastalığıdır. Yazısı boyunca defalarca bu “yetkisizliği” vurgulamaktadır. Bu yetkisizliğe kolektifin bileşenlerinin bir kısmından onay gelmesini ise şaşkınlıkla karşılamaktadır. Nereden bakarsak bakalım ben-merkezçiliktir bu tutum. Tüzük-hukuk kişiye göre değişmez, şekillenmez. “Usta” kişilere göre şekillenen bir tüzük-hukuk yorumu yaparak hata yapıyor, en önemlisi kendisini dışında tutarak yapıyor bunu. Tasfiyeci anlayışlara bir demet gül uzatıyor. Demokratik-merkeziyetçiliğin canına ot tıkıyor. İki çizgi mücadelesinin hizipçilikle, anarko-liberal tasfiyecilikle, olabilecek en pespaye yöntemlerle, disiplin kurallarının alt edilmesiyle tarumar edilmesine gözlerini kapatıyor. Bunların hepsi Proletarya Partisi anlayışında esaslı sorunlardır. Sağ tasfiyeci hizipçi anlayışın kendini partiden koparmasına neden olan esas mesele de parti anlayışındaki bu farklılaşmadır. Bu anlamda sağ tasfiyecilik parti anlayışından kopmuş, uzaklaşmış ve başka mecralara akmayı tercih etmiştir. “Usta”nın görmek istemediği, bugün eskimiş olan tartışmanın ana ekseni budur. Ancak “usta” hala “temsiliyet” tartışmalarıyla uğraşmakta, Kolektif iradeye bu şekilde gölge düşürme peşindedir. “Usta” bu açıdan da anakronizmin pençesindedir.

TEK YANLILIKTA ISRAR İDEALİZMDE ISRARDIR

“Usta” partide ortaya çıkan sonucun nedenlerini ciddi bir tarzda ele almak gerektiğini ifade ederken, salık verdiği ciddiyetten maalesef uzak durmaktadır. Nedenleri çok yönlü öğrenme, bilgilenme yoluna başvurmadığı gibi (ki bunun olanakları vardır ve bu noktada bir ilgisizlik ret edemeyeceği kadar açıktır) bu nedenlere yakından bakarak inceleme ve yön tayin etme çabası söz konusu değildir. Daha da önemlisi somut durumun somut koşullarına bakmamakta, gerçekleşmiş olan “şey” üzerinden meselelere yaklaşmamakta, geçmiş bitmiş tartışmaları gündemleştirerek amacı ve hedefi belli değerlendirmeler yapmaktadır. Soyut bir “birlik” söylemi ancak zevahiri kurtarma hesabı olabilir. Tek taraflı suçlamalarla ortada görüntü vermek imkansızdır. Bu şekilde bir “birlikçilik”, ayrılıkçılığın örgütlenmesi, meşrulaştırılması, ayrılıkçılığa verilecek en güçlü destek anlamına gelmektedir. M. Usta bir kez daha Lenin yoldaşı haklı çıkarmaktadır. “Tarafsızlık en büyük taraf olma durumudur” diyerek Troçki’nin tarafsızlığını eleştiren Lenin’in bu tespiti tarihin bu kesitinde, birlikçi ve tarafsız görüntü veren “usta” için de geçerlidir. Son yazısında, “tarafsızlık” hali ile “birlik” arayışı ve çabası ne büyük bir taraf olduğunu “yenilikçiyim” haykırışı ile de ayrılıkçılığa meşruluk kattığını göstermiş oldu.

“Usta” bu yazısıyla “dogmatizm” eleştirisi adı altında parti anlayışını tahrif edenleri, programatik görüşleri keyfine göre irade tanımaksızın yok sayanları ödüllendirirken, “yenilikçilik”, “birlikçilik” söylemleriyle ayrışmanın asıl sorumlularını, oluşmuş ortak çözüm mutabakatlarını defalarca sırf “keyfi gelmediği” için reddeedenleri sahiplenmiş oldu. Bu tasfiyeciliğe, artık tüm süreç bittikten sağ tasfiyeci parti kaçkını anlayış kendi örgütsel şemalarını tek taraflı ilan ettikten çok sonra bir destek daha çıktı. Zamanlaması manidar olan bu desteğin hiç kuşkusuz politik ve tarihsel anlamda bir karşılığı olmayacaktır. İdeolojik olarak sağ tasfiyeci parti kaçkını oluşumun ne kadar zayıf, takatsiz ve biçare olduğunun ilanı olacaktır. Anakronik tartışmalara duyulan ihtiyaç, yerinde sayan ve bulunduğu zeminin meşruluğuna ikna olmayan bir anlayışın iz düşümü olabilir. Ve evet sağ tasfiyeci parti kaçkını anlayış ayrışma nedenleriniz meşru değil. “Usta”dan beklenen medet krizin ne kadar büyük olduğuna işaret.

Ancak “usta”nın bir öğüdünü sahiplerine göndermeyi bu vesileyle gerçekleştirmeyi ihmal etmeyelim. Kolektifin “geçmişte hizmet etmiş, şimdi de büyük adamlık taslayan… Kendini beğenmiş büyük beylere, kendilerini yeri doldurulamaz sanan…” (Stalin)  balıkları derin sulara, serçeleri sık ağaçlara sürmekte ustalaşmış, sınıfı gevşekliğe, yüreksizliğe, oportünizm uşaklığına ve Marksizm teorilerinin tahrif edilmesine hizmete adayanlara son sözümüz “usta”mızın kendi sözleriyle olacaktır.

Ne diyor “usta”mız makalesinde; “Burada birçok şeyden söz edilebilir, ama kolektifin kaygısından söz edilemez.”