Türkiye ekonomisi kendi çıkmazında debelenip dursun siyasi iktidar ekonomiyi düze çıkarmak için farklı tedbirler deneyerek sorunun üstesinden gelmek için türlü taklalar atmaya devam ediyor. Türkiye siyasetinin toplumsal yaşama bir “katkısı” varsa o da yalnızca mizahı kıskandıracak karakterlerin siyaset sahnesinde cirit atması dahası neredeyse her olayın mizahi bir özelliğe, ama en kaba biçimiyle ve en uçuk karakterlerle, sahip olmasıdır. Mizahın rahatlatıcı etkisi karşısında bu karakterler insanı yalnızca geriyor!
Hatırlanacaktır, mayıs ayında “Kamuda Tasarruf Tedbirleri ve Verimlilik” paketi açıklanmıştı. Alınan tedbirler sayesinde enflasyonla mücadele edilecek, verimlilik artırılacak dahası sürdürülebilirlik sağlanarak düze çıkılacaktı. “Türkiye Yüzyılı” masalında her ne kadar ekonominin şaha kalktığı iddia edilse de tedbirler güzel günler için hep ileri bir tarihi imleyecekti. İlginçtir, ekonomi yönetimi Türkiye mizahından rol çalmış karakterlerden geçilmiyor. Damat Berat hatırlanacaktır. Hatta o meşhur tiradını unutmak ne mümkün: “Şubat ocaktan çok daha iyi, mart da şubattan daha iyi, nisan marttan zaten daha iyi olacak” diyeli kaç mevsim geçti varsın Bahçeli hesaplasın, ne de olsa böylesi matematik Bahçeli’nin alanı!
Gözlerdeki ışıltısı ile Nebati’ye ne demeli. Beddua okuyanı çok olacaktır; ama biz başka bir gerçekten bahsedelim. Yeni ekonomi yönetiminin açıkladığı tasarruf tedbirlerinde dile getirilen “sürdürülebilirlik” hedefinin hem birbirini tamamlayan karakterler hem de politikaların önceliği, diğer bir ifade ile “tercihleri” bağlamında tutarlı olduğuna dikkat çekebiliriz.
Ekonomi politikası bir tercih meselesidir. Yani sınıfsaldır. Bu bağlamda ekonomiyi düze çıkarmak için alınan tedbirler de sınıfsaldır. Hangi kesimleri kolladığı hangi kesimlere kemer sıkmayı salık verdiği onun bu karakteri ile dolaysız ilişkilidir.
Ekonomi yönetiminin başına geçen Şimşek uluslararası sermayenin çıkarlarını pervasızca savunmaktadır. “Türkiye Yüzyılı” masalının önemli alt başlıklarından birinin IMF’nin Türkiye’den borç istediği martavalı olduğu hatırlanacaktır. “Tasarruf Tedbirleri” paketi adı konulmamış bir IMF paketi olarak iktidarı yalanlamaktadır. Kemer sıkma politikaları ülke halkının makus kaderi olarak kayda geçmiştir. Şaha kalkmış Türkiye ekonomisi de sermaye kesimleri için değil; ama emekçilerin yaşamını dolaysız etkileyecek tedbirler ile kimi önemsediğini, hangi kesimleri göz ardı ettiğini ele vermektedir.
Hemen yukarıda tercihlerin sınıfsal karakterde olduğunu, haliyle tedbirlerin de sınıfsal bir içeriği ifade ettiğini belirtmiştik. Bu bağlamda “Kamuda Tasarruf Tedbirleri” ile başlayan ve geçtiğimiz haftalarda önce okulların temizliğinden feragat eden sonrasında ise öğretmenler odasındaki çay, kahve tüketimini hedefleyen adımlar sadece ekonomik krize değil hem sınıfsal tercihlere hem de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krize ayna tutmakta dahası yönetme krizinin devletin en küçük birimlerine sirayet ettiğine de işaret etmektedir. Ortada okulların temizliğini öğrencilerin, velilerin sırtına yıkmaktan utanmayan bir devlet gerçekliği söz konusu. Hem arsızlık hem de acziyet!
“Kamuda Tasarruf Tedbirleri” ülke gündemini haklı olarak fazlası ile meşgul eden kamudaki savurganlık tartışmaları paralelinde yaşanmıştır. Cumhur İttifakı, siyasî iktidarlar döneminin en pervasız, liyakatin yerlerde süründüğü dönemin mimarı olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz bu pervasızlık iktidar olanaklarından uzun yıllar mahrum bırakılmış bir sermaye kesiminin hem asalak karakteri ile hem de aç gözlülüğü ile ilişkilidir. Kuşkusuz bu tartışmalar hem devletin niteliği ile hem de ona egemen olan sermaye kesimlerinin bağımlı karakteri ile dolaysız ilişkilidir. Yani genel olarak Türkiye hâkim sınıflarının ortak özelliği olarak açıklamak da mümkündür.
Dönemi tanımlayan kavramlardan biri savurganlık olarak ifade edilebilir. Yoksulluk bir yana sefalet koşullarının daha geniş kesimleri etkisi altına aldığı günümüzde savurganlığın siyasi iktidarla özdeşleşmesi tesadüf değildir. Sefaletin derinleşmesinin, geniş kesimleri etkilemesinin küçük bir kesimin elindeki zenginliği biriktirmesi anlamına da geldiği bir sır değildir. Savurganlık ile tasarruf tedbirleri arasında da benzer bir ilişki vardır. Savurganlık devlet olanaklarını elinde bulunduran çevrelerin pervasızlığının dışa vurumudur. O olanaklardan sonuna kadar faydalanma söz konusudur. Hem yaşam standartlarından taviz vermeden iktidar olanaklarını sonuna kadar kullanmak hem de ilgili olanakları sunan iktidarla ilişkili çevrelere sermaye transferi söz konusudur.
Savurganlık tartışmaları salt her türlü olanağın şuursuzca çarçur edilmesi ya da görgüsüzce, hoyratça kullanılması, harcanması değildir. Siyasî iktidarla ilişkili çevrelerin, olanakları çarçur edenlere sunduğu hizmet karşısında ödüllendirilmesi anlamına gelmek üzere bu çevrelere sermaye aktarımı olarak tanımlamak isabetli olacaktır.
Gün geçmiyor ki devletin olanaklarının “birileri” tarafından insafsızca kullanıldığına dair bir haber kamuoyunu meşgul etmesin. Halihazırda süren bütçe görüşmelerinin ana gündeminin bu başlık olduğunu not düşebiliriz. Her komisyon toplantısı aynı tartışmalara konu oluyor.
Siyasî iktidar ekonomik krizin etkisi altında inim inim inleyen geniş kesimlere rağmen iktidar çevrelerinin her türlü olanağa adeta çöken tavrı karşısında toplumda oluşan tepkiyi dindirmek için en iyi yaptığı şeye yani manipülasyona başvurarak tasarruftan dem vurup tedbirler devreye soktuğunu iddia edip toplumda biriken öfkeyi yönetmeyi amaçlamakta. Dikkat edilsin tasarruf tedbirleri, söylemin ötesinde eylemde öncelikle emekçi kesimleri hedef almakta, onların yaşam alanlarına düzenleme getirmeyi hedeflemektedir.
Örneğin harcamalar tartışma konusu dışında tutulup bütçe görüşmelerinde hesap vermez tavrı ile Diyanetin sırtı sıvazlanmaktadır. Diğer taraftan tasarruf tedbirleri bahane edilerek okulların temizliği için görevli personel alımı yapılmaması bir yana okulların temizliğinde çalıştırılacak personel haftanın belli günleri dahası “sefalet ücreti” dahi denilemeyecek bir ücretle çalıştırılmaktadır. Sonuç günlerce kamuoyuna yansıyan okulların pislik içindeki görüntüleri! O pisliği temizlemeye çalışan öğrenciler ve velilerin çabası! Ama dikkat edilsin o görüntüler yani devletin binlerce kurumundan yansıyan görüntüler özünde devletin çürümüş düzeninin yine ona ait en küçük en yaygın kurumlarından birinde dışa vurmasından başka bir şey değildir.
Yakın zamanda Avrupa Şampiyonasında TFF’nin yaptığı 3 milyon avroyu bulan harcamalar kamuoyuna yansımış, tartışma konusu olmuştu. TFF, gazeteciler bir yana aile fertlerine kadar uzanan davetli listesi ile şampiyonada değil; ama pervasızlıkta ipi göğüslemişti. Kuşkusuz bu rahatlık dönemin adeta mottosu olan “itibardan tasarruf olmaz” anlayışından cesaret almaktadır. İlgili mottonun sahibinin konakladığı Saray harcamaları dudak uçuklatıyor. Sarayın her yıl katlanarak artan günlük harcaması en son hesaplamalara göre -Bahçeli matematiği dışındaki bir konu olarak- 3 bin 526 asgari ücretlinin maaşına denk gelmektedir.
Diğer taraftan tasarruf tedbirleri Sarayın dudak uçuklatan harcamalarını değil; ama öğretmenler odasındaki çay, kahve tüketimini kısıtlayarak ekonomiyi düze çıkarmayı amaçlamaktadır. Alın size ekonomi dersleri! Yani geniş halk kesimlerine savurganlığın sorumlusuymuş gibi tedbiri salık verenler iktidar olanaklarını “itibardan tasarruf olmaz” diyerek sonuna kadar riyakârca kullanmakta sakınca görmemektedir. Halka sefaleti reva görenler erke sahip olmanın pervasızlığı ile kendilerine şatafatı layık görmektedirler. Tasarruf tedbirleri kapsamında tartışılan başlıkların önemli dahası pratiğe geçirilen kısmının emekçileri ilgilendirmesinin bir tercih meselesi olduğuna dikkat çekmiştik. Savurganlığın sorumlusu emekçi kesimler olmamasına rağmen tasarrufun muhatabı emekçi kesimler olarak belirlenmektedir. Savurganlık aynı anlama gelmek üzere siyasî iktidarın sunduğu olanaklardan faydalanan kesimleri beslemek üzere devreye sokulmakta asalak, türedi kesimler karakterlerine uygun görgüsüzlükleri ile devletin çeşitli kademelerinde cirit atmaktadırlar.
Bir tarafta Saraydan yani “itibardan tasarruf olmaz” diyen Erdoğan’dan başlayarak devletin en alt kademesine kadar şatafatı kendine hak sayan görgüsüz; ama özünde asalak kesimler diğer tarafta yoksulluğun pençesinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan geniş kesimlere dayatılan tasarruf tedbirleri! İşte bir Türkiye portresi!