Erdoğan, bir süre önce İsrail’in hedefinin Türkiye olduğunu iddia etmiş, Siyonist İsrail’in bu niyetine karşı tüm Türkiye’nin, ayrılıkları bir kenara bırakıp birlik olması gerektiği anlayışını öne sürmüştü. Kurgulanan hikâyenin giriş kısmını bu şekilde okuyabiliriz. Hikâye kuşkusuz İsrail karşısında “millî birlik” sağlamak değildi.
Çok geçmeden anlatıya Bahçeli katıldı ve “millî birliğin” kardeşlik ile mümkün olacağını salık verdi. O halde kardeşlik de mümkündü! Ne de olsa hem bir organizma olarak (Kürtlerin Özgürce Ayrılma Hakkını gasbeden örgütlenme) ve hem kişi olarak (Kürtlere ve diğer kimliklere düşmanlığın yuvalandığı ağzın sahibi) devlet bir lütufta bulunmuştu.
Bahçeli Meclis’te uzattığı el ile yetinmeyip partisinin grup toplantısında Kürtlere, eşit vatandaşlık için değil; ama pişmanlık için bir olanak sundu! Öcalan’ın, gelip DEM Parti grup toplantısında örgütü tasfiye ettiğini açıklaması halinde “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini söyledi. Bu açıklamalar gündeme bomba gibi düştü. “Bahçeli neden böyle bir çağrı yaptı?”, “Yeni bir çözüm süreci mi?” “Erdoğan ne diyecek?” soruları, hatta Bahçeli ile Erdoğan arasında olası bir anlaşmazlık bile günlerce tartışıldı.
Erdoğan’ın İsrail iddiasından başlayarak bu hikâyenin ne içerdiğini, tıpkı bir edebiyat eserindeki gibi karakterler üzerinden anlayabiliriz. Bir edebiyat eserinde karakterler hikâyenin detaylanmasını sağlarlar ve sonucu etkileyecek anlayışları temsil ederler. Anlamaya çalıştığımız hikâyedeki başlıca karakterler Erdoğan ve Bahçeli’dir.
Hikâyenin girişine, İsrail’in Türkiye’yi işgal planına dönelim.
İÇ CEPHEDE ZAYIFLIK ÜRKÜTÜYOR
Erdoğan Yahudi mitolojisinden hareketle İsrail’i korumak amacıyla kullanılan Kürecik üssü yerli yerinde dururken bir kısım Türkiye toprağının İsrail’in işgal planında olduğunu iddia etti. Erdoğan’ın söyleminde öne çıkan şey bu plana karşı “iç cephe sorunu”dur. Erdoğan’ın iç cephe vurgusu ile neyi amaçladığına dikkat çekmek yerinde olacaktır. Hem bölge devletlerinin hem de emperyalistlerin İsrail’in sırtını sıvazlayan, savaşın genişlemesi durumunda da desteğin süreceğini gösteren tutumları söz konusu. Bu koşullarda ve yeni ABD yönetimiyle yeniden kurgulanmakta olduğu anlaşılan bölgede görünür olmak iş birlikçi iktidarların esas derdi diyebiliriz. Türk devletinin Suriye ve Irak Kürdistanı’ndaki pozisyonlarını da göz önüne alırsak işgalci konumunu güçlendirme niyeti açıkça belli olur. Türk devletinin gerek Suriye gerekse Irak’ta üstlendiği rol emperyalist güçlere rağmen değil onlar izin verdiği, göz yumduğu ölçüdedir. Esad ile görüşme talebi dahi karşılık bulmamış bir Erdoğan için işlerin pek de kolay olmadığını ortada. Üstelik içeride zayıflayan gücünü konsolide edemezken; dahası Rusya’nın Suriye özel temsilcisi Lavrentiev, “Türkiye’nin güçlerini çekeceğine dair garanti vermeden Şam’ın Ankara ile diyaloğa girmesinin zor olacağını” aktardıktan sonra Türkiye’yi işgalci bir güç olarak tanımlamışken…
Dış siyasetini emperyalist güçler arası çelişkilerin izin verdiği ölçüde, onların çıkarlarını esas alarak kurgulayan Türkiye bu tabloda emperyalistlerin yeni oyun planında aktör olabileceğini ortaya koyuyor. İç cephe söylemini de Erdoğan kendi etrafında kenetlenmek olarak sunuyor.
Hem Erdoğan’ın anlatısındaki hem de Bahçeli’nin çıkışındaki ortaklık devamında yaşananlarla daha da netleşti. Erdoğan’ın devam ettirilecek başkanlığı üzerine kurgulanmış bir anlatı söz konusu. Siyasî iktidarın yönetme krizini bir türlü aşamadığı, Erdoğan sonrası için yeni bir karakter üzerinden yeni bir hikâye de kurgulanamadığı görülüyor. “Erdoğan sonrası” dönem ciddi bir sorun. İttifak içindeki sorunların, çelişkilerin esas yönünü Erdoğan sonrasına dair belirsizlik oluşturuyor. Erdoğan sonrasına dair belirsizlik Cumhur İttifakı’nın da dağılma, haliyle erki kaybetme ihtimalini güçlendiriyor.
BİR LİDERE İHTİYAÇ VAR
Yönetme erkini elinde bulunduran hâkim sınıflar için Erdoğan bir tutkal işlevi görüyor. Farklı kesimleri, klikleri bir arada tutan ve aralarındaki çelişkileri yönetebilen bir karakter olarak öne çıkıyor. Tüm vasıfsızlığına rağmen sözcüsü olduğu sermaye kesimleri için çok şey ifade ediyor. İlgili klikler onun varlığında kendi çıkarlarının geleceğini yani devamlılığını görüyorlar. Cumhur İttifakı bileşenlerinden Bahçeli’nin temsilcisi olduğu klik iktidar olanaklarından faydalanmasının tek koşulunun Erdoğan’ın liderliği olduğunun farkında. Erdoğan’ı ölene kadar lider olarak tanımlamanın başka bir anlamı yok. Erdoğan bir anlamda yönetme krizine toplumda bulduğu karşılık ile sürdürülebilir nitelik kazandırıyor. Evet gücünün eridiği muhakkak; ama muhalefetin siyaset üretme ve yapma tarzı Erdoğan’ı hâlâ güçlü lider pozisyonunda tutuyor. Tabii ki devletin olanaklarını kullanarak hem muhalefete dizayn verdiği hem de gücünü konsolide ettiği tartışmasız.
AKP içerisinde MHP ile ittifaktan rahatsızlık duyan bir kesimin olduğu biliniyor. Bahçeli, Erdoğan sonrası ittifakın dağılma, dağılmasa dahi mevcut gücü konsolide edebilecek bir liderden yoksun olduğunun pekâlâ farkında. Erdoğan’ın geleceğini, ama esasta temsilcisi olduğu kliğin çıkarlarının devamlılığını ülke halkının çıkarıymış gibi sunup hareket alanını genişletmek istemektedir.
Bahçeli’nin çıkışından Erdoğan’ın haberi olmadığını iddia etmek çok isabetli değil. Bahçeli bölgesel gelişmelere dikkat çekerek bin yıllık kardeşlik hukukundan bahsediyor. Kuşkusuz onun kardeşlikten anladığı Kürtlerin egemen ulusa biat etmesi, herhangi bir hak talebinde bulunmadan af dilemesinden başka bir şey değildir. Erdoğan’ın Bahçeli’nin söylediklerine bir itirazının olmayacağı kesin. Bahçeli’nin çıkışı Kürt sorununu çözebilecek tek kişinin Erdoğan olduğu iddiasını içeriyor. Bu bağlamda Erdoğan’ın gücünü konsolide etmeye dönük bir çıkış olarak da yorumlamak mümkün.
Bahçeli, çok geçmeden asıl amacın Erdoğan’ın yeniden başkan seçilmesinin zeminini hazırlamak olduğunu açıkça ifade etti. Bunun için Anayasa’da gerekli düzenlemelerin yapılması çağrısı yapmaktan da geri durmadı. Gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi için hem mecliste hem de toplumda destek bulmak zorunda. İşte tam da bu noktada Bahçeli, Kürt sorunu çıkışıyla tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı.
Yönetme krizi herkesin malumu. Yoksulluk, derinleşen ekonomik kriz de cabası. Bölgesel gelişmeler de siyasî iktidar için alarm veriyor. Hem Erdoğan’ın yeniden seçilmesi hem de bölgesel gelişmeler bağlamında Kürt hareketi vazgeçilmez bir noktada duruyor. Örneğin Suriye’de Kürtleri dışlayarak bir çözüme ulaşmak çok gerçekçi değil; ama Bahçeli’nin anladığı anlamda bir çözüm ise kesinlikle mümkün değil. DEM Parti’nin Bahçeli’nin açıklamalarına olumlu ama temkinli yaklaşması ara sınıfların egemen siyaset sahnesinde kabul görme kaygısının dışa vurumu olarak da yorumlanabilir. Kuşkusuz bu eğilimden hareketle Kürt hareketini, siyasî iktidara can simidi olmakla itham etmek de ancak hâkim ulus şovenizminin dışa vurumu olarak yorumlanabilir.
ÇIKIŞ YOLUNDA MÜCADELE
Kürt sorununun çözümüne dair yeni bir sürecin başlayabileceği iddialarının hemen akabinde belediyelere kayyım atanması hem Kürtlerin iradesini yok sayan devletin hem de uzattığı eli lütuf sayan kişi olarak Devletin gerçek niyetini ele vermektedir. Bu çıkışı yapanın Bahçeli olması bu bağlamda tesadüf değildir.
Israrla altını çizdiğimiz nokta faşist Türk devletinin sacayaklarından birinin Kürt ulusu başta olmak üzere azınlık milliyet ve inançların inkârıdır; dahası bu inkâr politikasının katliamlarla sürdürülmesinde bir sakınca görmediği de devletin karakteri gereğidir. Kişi olarak devlet kanlı dişleri ile hırlayıp Kürtlerin iradesini yok sayan devletin sözcülüğüne soyunarak görevini yerine getirmiştir. Kürtlere uzanan o el yüzyıllık kardeşliği değil ama yüzyıllık imha ve inkâr siyasetinin sürdürme kararlılığını anlatmaktadır. Diğer taraftan kayyım politikasına karşı sokaklara çıkan Kürt halkı da mücadele kararlılığını anlatmaktadır. O kararlılığı yaygınlaştırmaktan başka bir çıkış yolu yoktur.