Pandemi sonrası Türkiye ekonomisi, ağır koşullar ve olumsuz görünüme rağmen ekonomik büyüme eğrisini sürekli yukarı yönlü tutmaktaydı. Öyle ki Pazarcık ve Elbistan depremleri sonrası dahi, büyük ölçekli bir felaket yaşanmış olmasına rağmen ekonomik büyüme sağlanabilmişti. Ancak ekonomik büyümenin halkın gündelik yaşamında herhangi bir olumlu değişime etki etmediği, bilakis büyümenin halkın yaşam koşullarının daha da ağırlaşması olarak karşılık bulduğu görülmekteydi.
Ekonomik büyümenin iktidarın bilinçli bir politikası olduğu, enflasyonist baskının artması ve satın alma gücünün erimesi pahasına tercih edilen bir politika olduğu bilinmektedir. Türkiye gibi birtakım ülkeler özgülünde ekonomik büyüme, özel tüketimin ve iç tüketim ile doğrudan ilintili olan inşaat-emlak sektörü gibi alanların şişirilmesi sonucu ortaya çıkan bir iktisadi parametredir. Yatırım çekme, sıcak para akışını canlandırma, ekonomik sirkülasyonu sürdürerek ekonomik görünümü iyileştirme, sıcak para akışı ve geniş-düşük faizli kredi seçenekleri ile sanayi üretimini canlı tutabilme ve uluslararası fonlanma olanaklarını artırma amacıyla sürdürülen ekonomik büyümenin artık Türkiye için bu gerekçelerin hiçbirine cevap olmadığı görünmektedir.
Ekonomik büyüme ile birlikte istihdamda düşüş engellenmeye çalışılırken enflasyonda artış kaydedilmesi sebebiyle iş gücü de ucuzlar. Sömürü katmerlenirken, tasarrufa geçilmesi de engellenir, iç tüketicide para birikmesi engellenir, bu biçimde ekonomik canlılık ve hareket elde edilmeye çalışılır. İç kredilenme olanakları geniş tutulmaya çalışılır, böylece özellikle sanayi ve iç tüketim alanlarında(emlak sektörü gibi) yatırımların artırılması için çaba harcanır. 2024 birinci ve ikinci çeyrek büyüme verileri de bu yönlü çabaların devam ettiğini, özellikle ikinci çeyrekte sanayi üretiminde düşüşün gözlendiğini ortaya çıkardı.
Enflasyon, Ekonomik Büyümeye Nasıl Etki Eder?
Genel olarak gerici devlet, enflasyon ile mücadele iddiasını dillendirse de enflasyona rağmen ve enflasyon artışı ile birlikte ekonomik politikalar inşa etmektedir. Emperyalizme ve uluslararası emperyalist tekellerden kendisine doğru akacak sermayeye ve emperyalizme doğrudan bağımlı yapısı gereği, tekelci sermayenin ülke kaynaklarını talan edebilmesi için en uygun koşulları oluşturmaya çalışır. Genel anlamda büyüme yönlü politikaların izlenmesi, hem ekonomik faaliyetlerin sürekli biçimde gerçekleşerek finans sektörünün kredilendirebilme becerilerini artırmayı, bu yolla geniş yatırımların sağlanabilmesini ve istihdamın artırılmasını, bunu yaparken ise iş gücünü ucuzlaştırarak sömürüyü artırmayı hedefler. Böylece ekonomik görünümü büyüme ivmesine kavuşur, dolayısı ile sermaye akışının artması için koşullar oluşur ve kredilenme olanakları artar. Bu durum, aynı zamanda emperyalist sermayenin ülke içerisindeki talanından pay kapacak olan yerli egemen sınıfların da başlıca çıkarının karşılanması anlamına gelir. Ucuzlayan iş gücü ile birlikte, farklı gerekçeler ile mal piyasasında artışlar görünmesi, satın alma gücünün azalmasına sebep olur, büyüme ile birlikte enflasyon da artar. Enflasyonun esasta bazı zorunlu tasarrufları sağlaması ve tüketim daralmasını tetiklemesi beklenir. Ancak Türkiye, tüketim daralmasını ve tasarrufu engellemek adına tüketicinin kredilenme faizlerini düşük tutar veya düşük kalmasını sağlayacak politikalar izler, total talebi artırmaya yönelerek piyasanın canlı kalmasını sağlamaya çalışır. Elbette bunu yüksek borçlanma pahasına yapar.
Enflasyonun büyümeye olumlu etki ettiğine dair birçok yaklaşım mevcut olsa da, esasta enflasyon sömürünün derinleştirilmesine yardımcı olur. Yani bu yönlü paralel ilişki de mutlak değildir, bir aşamadan sonra enflasyon piyasa belirsizliklerini de artırır, bu belirsizlikler de uzun vadeli yatırımların gerçekleşmesinde olumsuz etki yaratır. Belirli bir aşama sonrası, büyümeye ve zoraki açılan kredilenme olanaklarına rağmen sanayi yatırımlarında düşüşler gözlenir. Türkiye sanayi üretiminin özellikle 2024 ikinci çeyreğinde belirgin düşüşünün sebeplerinden biri de budur. Ayrıca yüksek enflasyon altında borçlanmada görülen artış, finans sektörü risklerini de biriktirir, sürdürülebilir kolay kredilenme olanakları ortadan kalkmaya başlar. Bu yönlü olumsuzluklar ve piyasa riskleri, uluslararası sıcak para akışını yavaşlatır, sermaye ihracı yön değiştirir. Türkiye, son 10 yıldır özellikle enflasyonun iş gücünü ucuzlatan ve istihdamda düşüşü engelleyen yönünü geniş biçimde kullanmaya çalışmıştır, ancak sanayi yatırımlarında düşüş ve uluslararası sıcak para akışının canlandırılamaması sebebi ile yüksek enflasyondan faydalanma politikası sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.
Ekonomi Büyürken, İşsizlik Artmaya Devam Ediyor!
Genel olarak, ekonominin büyümesinin istihdamı artırması beklenmektedir. TÜİK de ekonomik büyümenin istihdama olumlu etki ettiğine dair açıklamalar gerçekleştirmektedir. Ancak TÜİK açıklamalarına rağmen, istihdamda daralma gözlemlenmeye devam etmektedir, bu iddianın manipülasyondan ibaret olduğu açıktır. Çünkü TÜİK istihdam verilerini açıklarken her yıl istihdama katılım rakamları üzerinden değerlendirme yapmaktadır. Her yıl istihdama katılma zorunluluğu olan kişi sayısı ve bunlar üzerinden istihdama katılımın ne oranda olduğuna bakıldığında ise aslında işsizliğin büyük sıçramalar ile artmaya devam ettiği görülmektedir. Yani istihdama katılım artıyor gibi görünse de bu istihdam genel olarak işsizliğin azaltılması için yetersiz kalmaktadır. Örneğin TÜİK’in yılın birinci ve ikinci çeyreğine yönelik “istihdam artışı” başlıklı raporlarına rağmen, işsizliğin, gerçekleşen istihdamdan oldukça yüksek oranlara ulaştığı bilinmektedir. Ocak-nisan, nisan-haziran aylarında özellikle burjuva-feodal medyada yüksek istihdam naraları atılırken DİSK-AR tarafından temmuz ayında yapılan çalışmalara göre, geniş tanımlı mevsim etkilerinden arındırılmış işsiz sayısı 10,7 milyon dolayına ulaştı, bir önceki yıla göre 1 milyon 977 kişi daha işsizler ordusuna eklendi. Yani işsizlik son bir yılda, yüzde 26,5 seviyesine erişti. Açılan istihdamın, iş talebine karşılık gelemediği, oldukça gerisinde kaldığı rakamlar ile sabittir. Yani görülen ekonomik büyümenin, istihdam olanakları yaratamadığı görülmektedir. Sanayi üretiminde gelişim sağlanması gibi kendi içerisinde elbette üretim anarşisinin bir sonucu olarak bir yığın problem biriktirse de geniş çevrelerce en doğru büyüme modeli olarak kabul gören bir modelin oldukça uzağında, iç tüketim marifeti ile gerçekleşen ekonomik büyümenin artık sonuç vermediği de görülmektedir. Yılın ikinci çeyreğinde sanayi üretiminde görülen düşüş ve bu sektördeki daralma, azalan iş gücü maliyetine rağmen piyasa güvensizliğinden ötürü uzun vadeli yatırımların sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.
Bu durum, gerici devletin politikalarının temel handikaplarından biri haline gelmektedir. Sanayi üretiminde ve ihracatta yaşanan düşüşe rağmen büyümeyi sürdürmek, açıkça iç tüketimi, hizmet ve emlak sektörünü şişirmekten geçmektedir. Ancak enflasyonun oldukça yüksek bir ivme ile artışa devam etmesi bu politikanın uygulanmasını zorlaştırmaktadır ve açıkça daha ağır riskler biriktirmektedir. Yani Türkiye ekonomi politikaları, deprem felaketi gibi felaketlerden sonra dahi tüm risklere rağmen büyüme rotasında ilerlerken artık bu politika daha yüksek riskler barındırdığı ve karşılık bulamadığı için hızlı bir çark ile daha düşük seviyelere çekilebilir. Bugün için bunun yüksek bir ihtimal olabileceği konuşulmaktadır, ancak böylesi bir dönüşün yine en büyük zararı sanayi sektörüne ve bu alandaki kısa-orta vadeli yatırımlara olacağı için çekinceler devam etmektedir. Mevcut kredilenme olanaklarına ve düşük maliyetli iş gücüne rağmen gerileyen sanayi yatırımları, büyüme politikasının terk edilmesi ile birlikte daha büyük zorluklar ile karşılaşacaktır. Çünkü sanayi yatırımları için tek sorun düşük iş gücü maliyetinin olup olmaması veya kredilenebilme olanakları değildir. Aynı zamanda hammadde ve bunun içerisinde enerji erişiminin maliyetinin de düşük olması gerekir, Türkiye’nin bu alandaki bağımlılığının oldukça derin olması ve dünya çapında bu alandaki yüksek fiyat artışlarının devam etmesi, sanayi yatırımlarını Türkiye’de zora sokan olguların başında gelmektedir. Türkiye’de sanayi alanının bu derece yüksek maliyetler ile rekabete girişme olanağı oldukça zayıfken, özellikle Batılı emperyalistlerin son dönem girdikleri politik yön itibari ile kredi maliyetlerini artırma ve emtia fiyatlarının tavana çekilmesi sonucunda uluslararası ekonomik küçülme sürmekte, Çin, Japonya gibi ülkeler dahi iç tüketimi artırmanın yanı sıra yapısal reformlar ile piyasa güvenini sağlamanın yollarını aramaktadır. Çin sosyal emperyalizmi için bunu sağlamak görece daha mümkündür, cari fazlası vardır ve bu fazla ekonomik reformların sağlanabilmesi için kullanılabilmektedir. Yani Türkiye’ye göre daha az risk biriktirmektedir. Ancak Türkiye ekonomisi için, ağır borçlanma ve iç tüketim marifeti ile büyüme, yeterli sıcak paranın çekilememesi durumunda ölümcül ekonomik riskler taşımaktadır.
Ne “Nas” ne de Faiz Artırımı, Enflasyon Her Durumda Yükseliyor!
Enflasyonda son yıllarda görülen ve frenlenemeyen ivmeyle ilerleyen artış, hükümetin ve Merkez Bankası’nın tüm politik değişikliklerine rağmen sürmeye devam ediyor. Yani Merkez Bankası’nın yükselen enflasyona karşı aslında silahsız olduğu, bununla birlikte enflasyonun yaratacağı fırsatlara odaklandığı görülmektedir. Birincisi, gerici devlet yüksek enflasyondan faydalanmaktadır, bu sebeple bu artışın devam etmesinde çıkarı vardır, enflasyon arttıkça iş gücü maliyetleri azalmakta, buna karşılık ürün fiyatları artmaktadır. İkincisi, enflasyona yön veren tek olgu Merkez Bankası tarafından izlenen para politikası ya da ekonomik büyüme politikaları değildir. Türkiye gibi yarı feodal, yarı sömürge ülkelerde, bu durum çok büyük ölçüde dışsal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Emtia ve tedarik zinciri kesintileri, enerji fiyatlarında artış ve erişim zorlukları, kredilenme ve likidite olanaklarında azalmalar, artan borç maliyetleri gibi birçok husus; enflasyon baskısının artmasına yol açmaktadır. Bu faktörler esasta emperyalist çekişmenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin izlediği ekonomi politikaları ise yüksek enflasyon ve satın alım gücündeki düşüşe rağmen, bu durumun yarattığı fırsatların izinin sürülmesidir. Yani egemen sınıflar için öncelik enflasyonun düşmesi değil, bir biçimde bağımlı ekonominin ihtiyacı olan sıcak paraya erişimin sağlanabilmesidir. Bugün için sıcak para erişiminin, yatırım çekmenin ve kredilenme olanaklarına erişimin, yüksek politika faizi ile parasal daralma yoluna gidilmesi, sanayinin frenlenmesi uğruna finansal risklerin azaltılması ve ekonomide soğumanın sağlanması olarak görünmektedir, bu durum ekonomik stabilite görüntüsü vererek piyasa beklentilerini karşılamayı hedeflemektedir. Çünkü bu biçimde, riskli büyüme adımları küçültülerek, gelişmese dahi büyük riskler biriktirmeyen bir görüntü yakalanmak istenmektedir. Son 1 yıllık bu politika, kredi derecelendirme kurumlarının değerlendirmelerine de yansımış, Fitch mart ayında Türkiye’nin ekonomik görünümünü durağandan pozitife çevirmiş, Moody’s temmuz ayında B3 derecesinden B1 yönlü kredi derecelendirme gerçekleştirmiş, Eylül ayında ise BB seviyesine yükseltilmiştir. Belirtmek gerekir ki bu seviye, yatırım yapılabilir seviyeden henüz 3 basamak daha aşağıdadır ve spekülatif seviyededir, ancak yükselmeye devam etmektedir. Standard & Poor’s ise, yine BB seviyesine yani spekülatif seviyede tutulmasına karar vermiştir.
Bunun en önemli sebepleri arasında, dış kırılganlığı azaltacak politikaların izlenmesi gelmektedir. İç üretimin düşürülmesi ve maliyetinin artırılması, iş gücü piyasasının maliyetinin düşürülmesi ve TL kur dalgalanmasının kontrol altında tutulmasına yönelik politikalar buna örnek gösterilmektedir. Yani kredi derecelendirme kuruluşları demektedir ki; Türk egemen sınıfları, emperyalist tekelci sermayenin talanı için daha uygun politikalar inşa etmeye devam etmekte, sömürü koşullarını ağırlaştırmaktadır ve bu yönde ilerlemelidir.
Ekonomik Küçülmenin Maliyeti Ne Olacak?
Kredi derecelendirme kuruluşlarının ve piyasaların genel beklentisi olan ekonomik soğumanın en temel riski, özellikle sanayi üretimi ve istihdamda büyük çaplı düşüşlerin yaşanmasıdır. Bu düşüşler enflasyon ile birlikte değerlendirildiğinde, halkın emeğinin artık neredeyse hiçleştiği, ağır yaşam koşullarının katlanarak devam edeceği bir sürecin içinde olduğumuzu göstermektedir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının, derece iyileştirme koşullarından en önemlisinin iş gücü maliyetinin düşük tutulması olduğu görülmektedir. Türkiye de son 1 yılda asgari ücrete ara zammın kaldırılması, yüksek ivmeli enflasyona rağmen ücretlerde yeterli artışa gitmeme gibi adımlar ile bu kuruluşların beklentilerini büyük bir özveri ile karşılamaktadır. Türkiye’nin kredi notunun yükselmesi, halkın daha ağır bedeller ödemesi gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca tüm bu adımların enflasyon ile mücadele adı altında gerçekleştirilmesine rağmen enflasyon tırmanışı sürmeye devam etmektedir. Eski seçim sloganlarında sıklıkla duyulan “enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi” dahi artık neredeyse dillendirilmemektedir.
Ayrıca gerici devlet, halka karşı sömürü ve talan politikalarını oldukça istikrarlı biçimde hayata geçirmektedir. Öyle ki, IMF dahi büyüme tahminlerini revize ederek yüzde 3 seviyesine çekmiştir. Yani TC, hem istihdamı hem üretimi düşürecek, bunu yaparken iş gücü maliyeti düşük seviyelerde kalmaya devam edecek ve işsizlik de büyük oranlı artışlar gösterecektir. Bu yolla, emperyalist sermayenin ülke kaynaklarını daha verimli ve karlı koşullarda gerçekleştirmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Emperyalist tekellere pazarlanmaya çalışılan halkın emeğidir, gerici sınıfların kazancı uğruna halkın geleceğinin daha fazla karartılması ve belirsiz hale getirilmesidir.
Görünmektedir ki; devlet ne yönde politika izlerse izlesin nasıl bir gidişat inşa ederse etsin, bu politikaların altında yatan temel olgu sömürünün olabildiğince daha ağır koşullarda gerçekleştirilebilmesidir. Atıl işgücünün yani işsizler ordusunun büyüdüğü, satın alma gücünün erimeye devam ettiği, emeğin olabildiğince değersizleştiği koşullar inşa edilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunlara enflasyon ile mücadele kılıfı uydurulmaya çalışılsa da TÜİK tarafından manipüle edilmiş enflasyon rakamları dahi artık açıklanmaktan imtina edilmektedir. Gerici devletin politikaları, bize daha karanlık bir gelecekten öte bir şey ifade etmemektedir. Geleceğimizin kurtarılmasının tek yolu bu sistemin tümü ile parçalanmasından geçmektedir.