Türkiye her yeni bir gün çarpıcı gündemlerle sarsılmaya devam ediyor. İçinde bulunduğumuz süreçte iktidar bloku halk kitlelerine yeni mesajlar veriyor, çözüm adı altında “çözümsüzlük” dayatıyor. Geçtiğimiz haftalarda Bahçeli’nin, gündem olan Öcalan çağrısıyla “Yeni bir çözüm süreci mi geliyor?” sorusunu sıkça duyar olduk. Ardından devlet teslim alamadıklarına mesaj vererek “ya bendensin ya da yoksun” pratiğini uyguladı. Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanması yoğun bir şekilde tartışılırken, bunun amacı ve Bahçeli’nin çağrısıyla ilişkisi kafalarda ciddi soru işaretleri oluşturmuşken çok kısa bir süre sonra Batman Belediyesi, Mardin Büyük Şehir Belediyesi ve Urfa’nın Halfeti İlçe Belediyesine kayyım atandı. Esenyurt Belediyesi’nin seçilmiş başkanı Ahmet Özer’in “terörle iltisaklı” denerek tutuklanmasından sonra yaşanan bu gelişme “yeni süreç” beklentisine darbe vurmuş oldu. Çözüm tartışmalarına paralel gündeme gelen bu ciddi hak gaspları kitlelerde kısmen meydana gelen, sonuçta boşa düşeceği belli olan umudu bir kez daha köreltti.
Ahmet Özer DEM Parti ve CHP’nin Kent Uzlaşısı ile belediye başkanlığını seçimle kazanan adayıydı. Biz bu yazıda daha çok halk kitlelerinde kayyımların ve tutuklamaların nasıl normalleştirilmeye, “terör” yaftasına sığınılarak devlet pratiklerinin nasıl kanıksatılmaya çalışıldığından bahsedeceğiz.
Ahmet Özer’in gözaltına alınma biçimini servis haberlerde ortaya çıkan tablo konumuz bakımından dikkat çekicidir. Burjuva-feodal medyada Ahmet Özer’in gözaltına alınma anları halkta korku uyandıracak şekilde servis edildi. Ahmet Özer “suç” işlerken yakalandığı ve devlet tarafından da cezalandırılmak üzere alı konduğu imajı yaratılmaya çalışıldı. “Terör” iltisaklı kişilerle görüştüğü iddia edilerek Ahmet Özer, “terör” suçlusu ilan edildi. Halk kesimlerine de bu mesaj propaganda edildi. Burjuva-feodal medyayı izleyenler rastlamış olmalıdır: Ahmet Özer’in Vanlı olması bile onu “terörist” göstermeye yetti! Ayrıca Ahmet Özer’in DEM Parti ve CHP’nin Kent Uzlaşısı’nın adayı olması dolayısıyla bu iki partinin de “terör”le bağlantılı olduğunun gerekçesi olarak gündemleştirildi. İktidar medyası tarafından CHP’den bile “terör” iltisaklı olarak bahsedildi. Burada dikkat edilmesi gereken nokta AKP-MHP blokunun saldırganlaşması ve diğer kliğe de bir mesaj vermesidir. Diğer nokta ise Kent Uzlaşısı ile seçilen Ahmet Özer üzerinden DEM Parti özelinde Kürt ulusal kazanımlarını gasbetme ya da sınırlandırma amacı güdülmesidir. Van’da yapılmak istenip halk iradesi sonucu yapılamayan gasp pratiği bu sefer “barış çağrısı ve çözüm” tartışmaları içinde yeni belediyeler üzerinden denenmektedir. Bu saldırının Bahçeli’nin o meşhur konuşmasından sonra sergilenmesi beklenmedik olduğu kadar anlamlıdır. Bahçeli’nin, “sözlerinin arkasında” olduğunu savunarak çağrısını tekrarlaması da sürecin yönü hakkındaki kafa karışıklığının artarak devam etmesini sağlamıştır. Kitleler birçok olasılığın gündemde olduğu; ama aynı zamanda ciddi saldırıları da kanıksamış olarak beklemektedir. İnisiyatifin esas olarak iktidar blokunda olduğu algısı bugün de güçlüdür.
“TERÖR” YAFTASIYLA NORMALLEŞME
Ahmet Özer’in gözaltı videosunun servis ediliş biçimi göstermektedir ki iktidar bloku atacağı yeni adımları ve hak gasplarını halk içerisinde normalleştirmeye çalışmaktadır. “Terör” yaftasıyla bu adımlar kolaylaştırılmak istenmektedir. Halk kesimlerinde korku yaratılmakta, halkın tepki göstermesi, bu adımlara karşı koyması istenmemektedir. Böylece iktidarın işleri daha da kolaylaşacak, yeni sorunlarla uğraşmak zorunda kalmayacaktır. Medyanın işlevi de halihazırda egemen olana hizmet etmektir. Burjuva-feodal sınıfların propagandacısı halinde olan haber kanalları durmadan Ahmet Özer’in ziyaretlerini, banka hesaplarındaki aktiviteleri “terör” bağlamı altında servis etmiştir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Ahmet Özer hakkındaki tutuklamaya sevk yazısında, Özer’in “terör örgütüyle bağını gösteren en önemli telefon konuşması” olarak “üç kardeşi hakkında örgüt üyeliğinden işlem yapılan Mehmet Kaya’yı, annesinin ölümünden sonra başsağlığı için araması” gösteriliyor. Yazıda başsavcılığın, “en önemli tape” olarak gösterdiği konuşmada da Ahmet Özer’in annesinin ölümünün ardından başsağlığı için aradığı Kaya’ya “Çok değerli bir annemizdi, sizin gibi değerli evlatlar yetiştirdi” diyerek bahsettiği kişilerin, “güvenlik güçlerine karşı eylem yapan terör örgütü mensupları olduğu” ifade edilmişti.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da “Sureti haktan görünüp diğer taraftan zikriyle, fikriyle terör örgütleriyle bir olunmaz. Şehrin emini, terör yandaşı olamaz’’ diyerek Ahmet Özer’i hedef almıştı. Bu pratik elbette ilk değil, aslında yargının rutine dönmüş bir pratiğinden söz ettiğimiz açık. Bu konuda fazlasıyla örnek var. Yargının dışında da feodal-burjuva karakterdeki politik düzen de bu rutine sahiptir. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun konuşmasını örnek gösterebiliriz. Halkta kin ve nefreti körükleyen açıklamasında direkt katliam çağrısı yapılmıştır. Dervişoğlu Tuncer Bakırhan’ı hedef göstererek “Şeyh Saitlerle aynı muameleyi göreceksiniz” demiştir. Bu açık bir tehdittir. Pervasızlığı zulüm tarihlerinden aldıkları nettir. Bu tarz açıklamalarla, hedef göstermelerle kaybettikleri gücü yeniden kazanmak için yaptıkları planların sekteye uğramamasını hedeflemektedirler. Halkın olası tepkileri onlar için büyük bir engeldir çünkü.
Saldırılar sadece kayyımlarla sınırlı değildir. Bir bütün saldırı konsepti geliştirilmektedir.
Van direnişini birçoğumuz hatırlarız. Aynı direniş bugün Kürdistan kentlerinde sergilenmektedir. Şırnak, Batman, Mardin… Polis şiddeti ise aynı, değişmemekte. Seçme ve seçilme hakkına sahip çıkmak isteyen halka azgınca saldırılar gerçekleşmekte. Ekmek poşetiyle yürüyen bir kişi gözaltına alınmakta, Şırnak’ta bir genci gözaltına alan polislere “İşkence yapmayın, çocuktur” diye tepki gösteren kişiye polis “Teröristse sıkarız” diyebilmektedir. “Terör” yaftasıyla devlet şiddetinin nasıl normalleştirildiğini izliyoruz. Batı illerinde bir çocuğa polisin şiddet uygulaması gündem olabiliyorken şiddet uygulanan kişi Kürt olduğunda işler değişmektedir. “Terörist” etiketi yapıştırılarak halkın gözünde “suçlu” izlenimi yaratılmakta, asıl suçlular, halkın iradesini gasp edenler gizlenmektedir.
TÜRK OLMAMAK SUÇ MU?
Kayyım tartışmaları esnasında bir başka skandal daha yaşandı. Sokak röportajı esnasında “Ben Türk Değilim” diyen Ali Çeven tutuklandı. Ali Çeven, sanal medyada PKK destekçisi ve provakatör olarak lanse edildi. Çeven’in avukatı müvekkilinin “silahlı örgüt propagandası yapma” iddiasıyla tutuklandığını ve gözaltında darp edildiğini açıkladı. Kısacası Erdoğan’ın sıkça bahsettiği “tek millet”, “tek din”, “tek bayrak” pratiği pekiştirilmiş oldu. Türk olmadığını söylemek bile PKK ile iltisaklı olarak lanse edildi.
Bir başka örnekte de “Jin, Jiyan, Azadî” sloganına yönelik faşist ve kadın düşmanı saldırıyı görebiliriz. ODTÜ’de Kadın Duvarı’na yazılan bu slogan “Türkoloji” olarak adlandırılan faşist grup tarafından kaldırılıyor. Tekçi zihniyet her alanda kendini var ediyor. Kürtlerin kendine ait dile sahip olmasına dahi tahammül edilemiyor.
Ahmet Özer hedef gösterildiğinde birçoğumuz şu sorunun sorulduğunu duymuşuzdur: “Ahmet Özer nereliymiş?” Bir kişinin “suçlu” olup olmadığı memleketinin neresi olduğuna göre değişiyor anlaşılan. Elbette kişi Kürt ise “terörist” ilan ediliyor. “Suçu” ise kendi seçtiği kişi tarafından yönetilmek istemesi, burjuva düzende kabul edilmiş temel haklara sahip olmak istemesi.
Elbette bu örneklerin kaynağı egemen sınıfların dayandıkları ideolojik-politik zemindir. 101 yıllık inkâr ve asimilasyon politikası bugün de devam etmektedir. O günden bu yana değişmeyen ise mücadeledir. Her saldırıya karşı meşru bir cevabın örgütlendiğini görebiliyoruz. Bahçeli’nin çağrısına karşılık TUSAŞ eylemi, kayyıma karşı Kürt illerindeki isyan ateşi. “Terör” manipülasyonuyla gizlenmeye çalışılan, karanlıkta bırakılan gerçekler er ya da geç isyanla aydınlanacaktır.