Sosyoekonomik yapı aynı zamanda kadın hareketlerinin niteliğine, özelliklerine ve biçimlerine yansımakta, harekete yön vermektedir. Kadın kitle eylemlerinin biçiminde ve içeriğinde özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olamadığı, feodal üretim tarzının tasfiye edilemediği yarı feodal ve emperyalizme göbekten bağlı yarı sömürge yapının özelliklerini görürüz. Devrimci mücadelenin zayıf, reformcu anlayışın etkin olduğu, revizyonizmin dört nala at koşturduğu koşullarda kadın hareketinde burjuva, küçük burjuva karakterin etkin olmaması düşünülemez. Emperyalist-kapitalist ülkelerdeki kadın eylemlerinin kopyalandığı ülkemizdeki eylemlerde, eyleme katılan kadınların hangi sınıfa ait olduğuna ya da bu hareketlere önderlik edenlerin ne yaptığına baktığımızda bu etki apaçık görülür. Sloganların, renklerin, mottoların, dansların, şiarların “karmaşıklığı”, komünist ve devrimci kadın hareketinin güçsüzlüğü kadın hareketine burjuva, küçük burjuva hareketlerin yön vermesinin bir sonucudur. Elbette devrimci ve komünist hareketin sorumluluğunu inkâr etmeden söylüyoruz bunu.
Bir yanda burjuva demokrasisine geçmiş ülkelerin kadınlarının sorunlarının ve taleplerinin küçük burjuva ve feminist hareket aracılığıyla bizim gibi ülkelerde aynen dile getirilmesi diğer taraftan bununla uyumsuz, bunun kapsamadığı ya da bir ölçüde kapsadığı, daha doğru bir ifadeyle burjuva tarzda kapsadığı, evden başını çıkarması dahi yasaklanmış, çalışma hakkı gasp edilmiş, okuma yazması olmayan, tarlada ilkel üretim araçlarıyla yaşamını idame ettiren kadınlar, merdiven altı atölyelerde 14-16 saat çalışıp asgari ücret dahi alamayan, patronun, ustabaşının, erkek işçilerin hem cinsel hem sınıfsal her türlü saldırısına maruz kalan kadınlar; sigortası yapılmayan, hiçbir iş güvencesi olmayan, her an işten çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olan, mola kullanmasın diye bez bağlamak zorunda bırakılan kadınlar; tanesi 1 liraya, günde 20 lira kazanabilmek için evinde bütün gece türlü kıyafete boncuk işleyen, 20-30 liraya haftada birkaç apartmanın merdivenini temizleyerek yaşamını sürdürmeye çalışan kadınlar; haftalık 200 lira ya da daha azı bir parayla mutfakta aş kaynatan, ailesinin karnını doyurmaya çalışan kadınlar; dinî baskı altında hocanın, şeyhin emirlerine esir kalmış, bu esareti benimsemiş, buna körü körüne bağlanmış, hâlâ “kumalık” statüsünün, “gelinlik”, “kaynanalık” kurumlarının ve kaidelerinin geçerliliğini kabul eden, yasalara ve aslında her şeye rağmen erkek için çok eşliliğe boyun eğen, kadın cinayetlerinin bir toplumsal norm olarak gören kadınlar ve toplumun ağırlıklı çoğunluğunun böyle düşündüğü ve yaşadığı halk gerçekliği… İşte bu “karmaşa” ve çelişkili durum her türlü harekete de yansımaktadır. Bu durum Komünist Kadın Hareketini (KKH) örgütlerken mücadele edeceğimiz kaosa da işaret etmektedir. Bir yanda “orospuysam sana ne” şiarını bayraklaştırabilen bir hareket varken diğer yanda bununla çatışan, bunu sahiplenmeyen; ama cinselliği baskılanmış, tüm cinsiyet hakları elinden alınmış, ikinci sınıf insan olarak görülen, insana özgü hiçbir değere layık görülmeyen, devrimden başka kurtuluş yolu olmayan milyonlarca, on milyonlarca işçi ve köylü kadın kitlesi. Bu çelişkili durum tartışmamız, incelememiz ve kadınların gerçek kurtuluşu mücadelesinin gelişmesini tıkayan yanlış fikirlerle mücadele etmemiz açısından çok önemlidir. Doğru devrimci politika bu çelişkinin sınıfsal özü doğru kavrandığı ölçüde üretilebilir.
KKH’yi yaratmak için işçi-köylü kadınların gerçek sorunlarını özümlemiş, onların çıkarlarını savunan, öfkelerini taşıyan, onların damgasıyla mühürlenmiş ve onların devrimci eyleminin yolunu açan bir perspektife ihtiyaç vardır. Bahsini ettiğimiz çelişkili durum, kitlesel kadın hareketine yön veren bu “hal tarzı” (çözüm yolu) sadece dinamik kadın kitlelerini etkilememektedir ve aynı zamanda bu “hal tarzı” sadece bizde bir rahatsızlık uyandırmamaktadır. Kendi gerçek sorunlarını içermeyen; ama onlar adına onlarınmış gibi sunulan bu “hal tarzı”ndan en çok işçi ve köylü kadınlar rahatsızdır. İşçiler ve köylüler gerçek gündem ve taleplerini içermediği için bu tür hareketlere öfke de duymaktadır.
Etkilenme konusuna şunu da eklemek gerekir: Burjuva, küçük burjuva kadın hareketinden, aynı diğerlerinde olduğu gibi devrimciler, komünistler de etkilenmektedir. Bu çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir. “Erkek egemen”, “eril”, “cinsiyetçi” yaftası yememek için sınıf vurgusundan vazgeçenler dahi var. Feminist hareketin hükmünü sürdüğü, devrimci hareketin zayıfladığı şu 10 yılı aşkın sürede kendine devrimciyim diyenlerde feminist asimilasyon gerçekleşmiştir. Bu hareketler kadın sorununa karşı duyarsızlık eleştirisinden kurtulalım derken sınıf duyarlılıklarını, reflekslerini, devrimci iddialarını yitirmiş olduklarını ispatlarcasına kimlik siyaseti batağına saplanmış, kendi kendini inkâr noktasına varmışlardır. Artık bu durum bizim için çok açık bir biçimde inisiyatifi ele alma sorunudur. Bugün birçok alanda olduğu gibi kadın sorununda ve genel hareketinde de inisiyatif devrimci-komünistlerde değildir. Bunu değiştirecek bir politik hat yaratmak gerekiyor. Bunu yaparken feminist hareketlerden alkış toplamaya bakan, “kadın bakış açısından bakmak” adına sınıfsal olarak körleşen anlayışlara karşı ideolojik mücadeleye önem verirken işçi ve emekçi kadınlara yönelmeliyiz. Onların yıkıcı ve yaratıcı güçlerini açığa çıkarmalıyız. İşte bunu yapabilmek için hareket içindeki yanlış düşüncelerle mücadele etmeliyiz, yanlış fikirler düzeltildiği ölçüde işçi ve emekçi kadınlar devrime kazanılacak, inisiyatif devrimci-komünistlerin olacaktır.
Sosyoekonomik yapı toplumun kültürünü, yaşam tarzını, inançlarını, cinsiyet ilişkilerini belirler demiştik. Bir yanda yüzyıllar öncesine ait feodalizmin kalıntıları diğer yanda içinde bulunduğumuz Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağının hâkim üretim tarzı olan kapitalizm ve geleceğe hükmedecek olan proletaryanın hüküm süreceği toplumsal düzen ve tüm bu koşullar içerisindeki sınıflar ve kültürleri, kurumları, inanışları vs. Bu üç sınıf ve üretim biçiminin çelişkileri ve savaşımları içinde bulunduğumuz nesnel koşulları oluşturmaktadır. Tarihten tamamen silinme vakti çoktan geçmiş feodalizmin kalıntıları, anbean yaşadığımız çürümüş kapitalizm ve onun bağrında filizlenmiş, onu tarihten silecek mezar kazıcılarının kuracağı toplumsal düzen, işte bu üç gerçek olgu toplumlarda bir düşünce dünyası yaratmıştır. Bu düşünce dünyasını berraklaştırmak şarttır.
Bu “karmaşık” düşünce dünyasını berraklaştıracak olanlar KP ve komünistlerdir. Bir sorunun doğru çözümü, sorunu doğru tespit etmekle başlar. Proleter olmayan fikirlerin sökülüp atılması böyle başarılır.
KADIN SORUNU KADINLARIN SORUNUDUR
Kadın sorununun biçimsel (biyolojik) olarak kadın olanların sorunu olduğu düşüncesi vardır. Bu yanlış bir düşüncedir. Bu düşünce hem tüm toplumsal ilişkilerde hem de cinsiyet ilişkilerinde biyolojik farklılıklardan ileri gelen özelliklerle toplumsal yaşamın ürettiği eşitsizliği bir ve aynı kabul etmekle birlikte bu ilişkinin hem sınıfsal karakterini hem de bu sınıfsal karaktere bağlı olarak oluşmuş olan tüm yönlerini görememektedir. Lenin 1920’de “Kapitalizm ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitsizliği birleştirir. Bu, kapitalizmin, burjuvazinin yandaşlarınca, liberallerce, yalanlarla gizlenmeye çalışan ve küçük burjuva demokratlarca anlaşılmayan temel özelliklerden biridir. Kapitalizmin bu özelliğinden, başka şeylerin yanı sıra şu sonuç çıkar: Ekonomik eşitlik için kesin savaşımla birlikte kapitalist eşitsizliğin açıkça itiraf edilmesi ve belirli koşullarda bu eşit eşitsizlik itirafının proleter devlet düzeninde bile temel alınması (Sovyet anayasası) zorunluluktur.” (Kadın Sorunu Üzerine s.61) demişti.
Bu eşitleme yaklaşımı kapitalist için çok kârlı bir iştir ona çok yönlü kazandırır ve burjuvazi “ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitsizliği birleştirir”ken sınıf tam ortadan kadın ve erkek diye ikiye bölünür. Kadın bu koşullarda yedek iş gücü olarak erkek işçi için en büyük rakip ve tehdit işlevi görürken kadının biçimsel olarak sahip olduğu özellikler onun karşısına eşitsizliğin doğal, zorunlu kaynağı olarak çıkarılır. Üstelik hem kadının hem erkeğin hem bir bütün toplumun bu eşitsizliği doğal karşılaması ve bununla barış içinde yaşaması beklenir. Biyolojik olarak erkek olanı, biyolojik olarak kadın olana karşı esas olarak ekonomik açıdan eşitsiz kılarken bunun doğal nedenlerden olduğu algısını güçlü biçimde oluşturur. Ekonomik ve biçimsel olgular birleştirilirken eşitsizliğin ezilen tarafında olan kadınların bu sorunu sadece onların sorunudur anlayışına da bir alt zemin oluşmuş olur. Bilindiği gibi eşitlik kavramının kökeni Antik Yunan’a kadar dayanır. Apollonialı Diogenes “Değişmeye bağlı olan nesnelerden her biri bir başkasına eşit olamaz, çünkü eşit olması için onunla aynı şey olması gerekirdi” demiştir. Bir şeyin başka bir şeye eşit olması diye bir şey yoktur. Her şey özü itibarıyla aynı olsa da o aynı zamanda başkadır, her şey birbirinden farklıdır. Bu her şeyin özgün olduğu görüşüdür ve doğrudur. Ancak aynı zamanda özgün olanın içindeki evrensel kavranmadığında biçimsel eşitsizlik içindeki eşitlik de anlaşılmamış olacaktır. Bu şunun gibidir: Bir su şişesi ile başka bir su şişesi farklıdır, bu onun özgünlüğüdür; ama onlar su şişesi olmaları dolayısıyla aynıdırlar. Aynı zamanda her ikisi de madde olmaları dolayısıyla aynı özü taşıyor olmalıdır. İşte kadın sorununda da farklı cinsiyetlerin aynı haklarına sahip olmamasıyla somutlaşan durum kapitalizmin eşitsizlik üreten ekonomi yasalarının toplumsal yaşama yansımasıyla ilgilidir. O her ne kadar daha geri toplumlara göre kadınlara belli haklar sunsa da özü itibarıyla daha fazla kâr edebilmek için kadın ve erkeğin biçimsel farklılıklarını toplumsal eşitsizlikle birleştirmeye, kadın ve erkeğin zaten eşit olamayacağı fikrine yaslanmaya, “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesini geliştirmeye devam eder. Biyolojik olarak kadın olanla, ikinci insan olma, ikinci cins olma, ikinci sınıf olma, daha fazla ve çok yönlü sömürülebilir olma vb. bütünleşmekte, toplumsal eşitsizlik bu haliyle biçimsel eşitsizlik üzerinde temellendirilerek olağanlaştırılmaktadır. Kadın ve erkek olmak gibi olgular ön plana çıkarılırken insan olmak, bir sınıfa, aynı sınıfa ait olmak gibi olgular silikleştirilir ve bu “derin” ayrılıkta kadının kendi sorunuyla baş başa olduğu koşullar oluşturulur ve sınıf karşıtlığı görünmez kılınırken cinsiyet karşıtlığı temel konu olur. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi halk arasındaki “Her koyun kendi bacağından asılır” deyiminde anlamını bulan bir anlayışa da tekabül eder.
devam edecek…