Emperyalizm ve Siyonizm’e karşı kazanmaya mahkûm olduğumuz bir sürecin içerisinden geçiyoruz. El Aksa Tufanı ile revizyonist ve reformistlerin barış, demokrasi, silahsızlanma, uzlaşma ve normalleşme adına ortaya attıkları teorileri yerle bir eden Filistin Ulusal Direniş Cephesi; İngiliz işgali ile başlayan, 100 yılı aşkındır süren işgal, sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı uzun soluklu mücadelesinde yeni bir aşamaya işaret ediyor. Filistin halkı, ulusal kurtuluş mücadelesi için can veriyor ve muazzam bir fedakârlık ile mücadeleyi sürdürüyor. Bir senenin ardından açık biçimde görüyoruz ki Siyonistler ve emperyalistler, ulusal cepheyi bölememiştir: Çocuklar, yaşlılar, kadınlar, gençler, erkekler ulusal kurtuluş ve özgür Filistin mücadelesinde omuz omuza savaşmaya devam ediyor. Bugün, onların mücadelesi anti emperyalist mücadeleyi yükselten devrimci bir gerçektir. Siyonizm’in Filistin halkına karşı yürüttüğü haksız savaş ise istisna değildir. Sınıflı toplumlarda devletler kitleleri konsolide edebilmek, artı değer üretimini sürdürebilmek, büyük pastadaki payını büyütmek için zorbalığa başvurmaktadır. Devletler kendi hanelerine petrol, değerli maden, ucuz iş gücü, coğrafi ve siyasi üstünlük katarken halklara ölüm, yıkım ve sömürüyü reva görmektedir. Bu uğurda hiçbir ezilen ulusun, sınıfın, cinsin hakları önemli değildir. Orta Doğu’da da emperyalizmin ve dünya gericiliğinin gerçek yüzünü teşhir eden bu pratik, sadece Filistinde 40 binden fazla kişiyi katletmiştir. Filistin’de katledilen gazetecilerin, doktorların, akademisyenlerin, öğretmenlerin, insanî yardım çalışanlarının sayısı, 20 yıllık Vietnam Savaşı ya da 8 yıllık Irak Savaşı sırasında ölenlerin sayısından daha fazladır. Bu haksız savaşın umut veren bir cephesi, Dünya’nın her bir kıtasında yükselen ve emperyalizmin gericiliğini, teşhir ederek yüzüne vuran Dünya halklarının birleşik mücadelesidir. Onlarca pratik gösteriyor ki konu burjuvazinin sınıf çıkarları olduğunda soykırım dahil tüm savaş suçları meşrudur. İnsan haklarına dair tüm anlaşma ve sözleşmeler, emperyalistlerin çıkarları için bu anlaşmaların “güvencesi” olduğunu iddia eden kurumlar tarafından bir kenara fırlatılıp atılabilir araçlardır. Batılı emperyalist devletlerin övünerek anlattıkları ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü konu direnen Filistin halkı ile dayanışma olduğunda kolaylıkla ihlal edilebilen birtakım demokratik haklar olarak rafa kaldırılmıştır.
Günün pratikleri, yükselen sesler gösteriyor ki kapitalizmin krizi derinleşmekte; burjuvazinin halk üzerindeki manipülasyonları ve propagandaları, etkisini her geçen gün yitirmektedir. Emperyalistler ve iş birlikçileri ellerindeki tüm olanaklar ile İsrail’in Siyonist gericiliğine destek verse de Filistin halkının onurlu direnişi ve bu direnişi sahiplenen halkların birleşik mücadelesi yeni bir devrimci dalganın mayalandığına işaret ediyor. Tarihsel bir kırılma anındayız ve tarihsel kırılma anları tarihsel müdahaleleri gerektirir. Kaybedecek ve oyalanacak zamanımız yok, yükselmekte olan bu ilerici dalgaya önderlik edebilecek sistemli ve geniş güç birlikteliklerine ihtiyacımız var. Tarih defalarca göstermiştir ki eğer bu tarihsel kırılma anında komünistler olarak öznelik rolümüzü gerçekleştirecek araçlar ve yöntemler geliştiremez, doğru müdahalelerde bulunamazsak bu kırılmadan yararlanacak olan emperyalistler ve onun uşakları olacak.
Bu anlamda günün ve geçtiğimiz bir senenin pratiklerine dönüp bakmak, bu pratiklerin değerlendirmesini yapmak, enternasyonal mücadele içerisinde kurulan bağları hatırlamak önemli. Hatırlamak geçmişi kurtarmak, geçmişi kurtarmak bugünü yeniden inşa etmek anlamına gelecektir.
İşgalcinin haksız savaşı karşısında, bu savaşa karşı gelişen ideolojik ve politik olarak bölük pörçük kalan birçok tartışma, örgütlenme, birlik çabası ve birleşme pratiği ülkemizde de ortaya çıkmıştır. Bölge halklarını katleden bu vahşi saldırganlık karşısında hızla örgütlenen eylemler, bir araya gelmeler, dayanışma çağrıları ortasında yetersiz kalan çeşitli tartışmalar yürütüldü ancak bugün geçtiğimiz bir senenin muhasebesini yapmayı devrimci bir görev olarak ele alıyoruz.
Filistin ve Lübnan halkını katleden saldırılar karşısında birleşmeyen, birleşmek için çaba göstermeyen, ortak zemin ve ittifak anlayışları üzerine kafa yormayan bilinç devrimci bir bilinç olamaz. Bununla birlikte, gerçekleştirdiğimiz pratiklerin “yan yana gelme”, “dayanışma”, “ortaklaşma” sözlerinden de ibaret kalmaması gerekiyor. Açık biçimde ifade edebiliriz ki bugün Filistin davası bizim için geçmişte kalmış, yaşatmakta ısrarcı olduğumuz bir nostalji ve melankoli nesnesi değil, anti emperyalist sınıf mücadelesinin doğrudan bir parçası, cephesidir. Filistin bizim için bir vicdan meselesi değil, sınıf mücadelesinin omuzlarımıza yüklediği tarihsel bir sorumluluktur.
Geçtiğimiz bir yıllık süreç içerisinde çok sayıda topluluk, platform, demokratik kitle örgütü Filistin gündemli eylemler gerçekleştirdi. TC devletinin İsrail’in stratejik ittifakı olduğu ve bu ittifakın işgal devletine güç vererek Filistin sorununu derinleştirdiği açık biçimde ortadadır. Filistin meselesi Türkiye için bir dış siyaset meselesi değil, doğrudan iç siyasetin de bir unsurudur. Varlığını aynı zamanda egemen sınıfların koşullandırdığı İslamî akımlar tarafından örgütlenen eylem pratikleri bir yanıyla bu ittifakı saklamayı hedefleyerek buna dair söylemleri tekrar tekrar üretirken, boykot çağrısını tüketici boykotuna indirgeyip bireyselleştirerek suçluları saklarken sol-sosyalist güçler hangi odakta hangi eylemleri gerçekleştirmiştir?
Süreç gösteriyor ki yalnızca gündem ve kurumların dönem içerisindeki siyasal eğilimleri doğrultusunda örgütlenen Filistin eylemliliği yeterli değil, aksine Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesini kitlelerin gündemine taşıyan sürekli hareketliliğe ihtiyacımız var. Bu hareketlilik ve bakış, günün getirdiği ihtiyaçlar dışında verilecek etkili desteğin yoludur. Emperyalist güçlerin kendi aralarında ve iş birlikçileri aracılığıyla yürüttükleri işgal ve paylaşım savaşlarına karşı proleter enternasyonalizmi ilkesine uygun tavır almalı, Filistin mücadelesinin neden daha yaşanılabilir bir dünya özlemi çeken milyarlarca yoksul ve ezilen işçi emekçilerin mücadelesi ile doğrudan ilişkili olduğunu ifade etmeliyiz. Anti Emperyalist Lig’in de vurguladığı biçimde, geniş halk kitlelerini proletaryanın önderliğinde emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı birleştirecek, Halk Savaşlarına ve Ulusal Kurtuluş Mücadelelerine güçlü destek verecek, dünyanın dört bir yanındaki halkların mücadelelerine hizmet edecek, anti emperyalist bir dünya cephesi oluşturmanın vazgeçilmez görevini üstlenmeliyiz.
İlk adım olarak geçtiğimiz sene gerçekleştirilen eylemlere hızlıca dönüp bakalım: Saldırıların yoğunlaşmasının ardından, BDS Türkiye’nin de çağrıları ile İsrail menşeili ya da İsrail ile bağlantılı ürünleri, işletmeleri boykot çağrısını yükseltilmiş, işgal devleti ile ticarî, diplomatik, askerî, akademik ve kültürel tüm ilişkilerin kesilmesi için çeşitli somut hedeflerle eylemler gerçekleştirilmişti. İşgal edilmiş Filistin topraklarında İsrail için enerji ve askeri mühimmat için yedek parça üreten Zorlu Holding, petrol üreterek soykırımın fiili ortaklarından biri olan Socar şirketi; petrol, demir-çelik, gıda, askerî giyim malzemeleri, mühimmat ihraç eden ve savaş sanayiin ihtiyaç duyduğu ürünleri gönderen MÜSİAD üyesi şirketler, işgal akademisi ile doğrudan anlaşma içinde olan ve Siyonist İsrail için bilgi üreten Marmara Üniversitesi; Kürecik Üssü, ABD Konsolosluğu, Ambarlı Limanı, işgal devleti ile doğrudan kardeş kent protokolleri imzalayan Adana, İzmir, Antalya büyükşehir belediyeleri ve Edirne, Marmaris, Kadıköy belediyeleri bu somut hedeflerden yoğun biçimde öne çıkanlar olarak sıralanabilir.
Kitlelerin katılımı için sürdürülen çağrılar, bildiri ve stant çalışmaları, duyurular devam ediyor. Eylemlerin merkezi örgütlenmesi için BDS Türkiye’nin çağrısı üzerine kurulan Filistin Eylem Komitesi’nin yürüttüğü ortak eylemler, sürmekte olan Filistin eylemliliğine ciddi bir katkı sağlamış olsa da bu çalışmayı geliştirmek ve bir adım ileri taşımak için çalışmanın taşıdığı eksiklikleri tartışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kitlelerin gündemine taşınması içim yürütülen faaliyetler ağırlıklı olarak kent merkezlerinde kalmış, işçi-emekçi kitlelerin yaşadığı mahallelere oldukça sınırlı oranda taşınabilmiştir. Bununla birlikte El Aksa Tufanı sonrasında yoğunlaşan Hamas tartışmalarının burjuva Batı medyasının ve işgalcinin sürdürdüğü propagandaya benzer bir hatta ilerlemesi, Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ve direnişin meşruiyetini bu mücadele sırasında tartışmaya açması nedeniyle direnişin bir bütün olarak ele alınmasını zorlaştırmıştır. Öyle ki bu söylemlerde/sloganlarda tüm süreç boyunca ağırlığını hissettirmiştir. Bugün geldiğimiz noktada bu mücadelenin büyük oranda kazanıldığını söylemek mümkün. “Filistin’e Özgürlük, İsrail’e Boykot”, “Katil İsrail, İş Birlikçi AKP” seslerinin yükseldiği, doğrudan şirketleri ve siyasal iktidarı hedef alan sloganlara sahip çıkılsa da eylem konumlarının kent merkezleri, işgalci İsrail’in konsolosluğu, Zorlu ve Socar şirketlerinde yoğunlaşmasının yetersiz olduğunu söylemek mümkün. Eylemleri işçi-emekçi mahallelere taşımanın, sermayeye doğrudan zarar verecek eylemler örgütlemenin Filistin mücadelesine kitlelerin katılımını genişleteceği açıktır.
İçinden geçtiğimiz sürecin yakıcılığının bize çıkardığı görevleri görüyoruz: Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi kitlelere mal edilmeli, sınırları genişletilmeli ve faaliyetlerin sürekliliği sağlanmalıdır. Bu süreç içerisinde örgütlenen eylemlerin gidişatı, bir sene ardından işgalci ve burjuva medya propagandası ne denli güçlü olursa olsun Filistin direnişinin hâlâ kitlelerin gündeminde olduğunu ortaya koyuyor. Zaman geçtikçe halkın mücadele ile kurduğu bağın zayıflayacağını, yalan açıklamalar ile halkı aldatabileceğini sananlar fena halde yanıldılar. Eylemlerin artmakta olan kitleselliği, tartışmaların güncelliği bu yanılgıyı gözler önüne seriyor. Bunda önemli bir noktayı ise Filistin odağında komite bazlı çalışma pratiklerinin sağladığını söylemek mümkün, şimdi üzerimize düşen görev bu pratiği geliştirmektir. Şimdiye dek gerçekleştirilen kitlesel eylemliliklerdeki bir araya gelerek basın açıklaması yapmanın ve ardından dağılmanın kitleler için de bir rutin haline geldiği ortadadır. Birkaç yıldır bununla sınırlı diğer gündemli eylemler de bunu göstermektedir. Bu pratiği ileri taşımanın vakti çoktan gelmiştir. Bugün hâlâ saldırılar yoğun, direniş de büyük ve günceldir. İntifada günceldir. Filistin’de, Lübnan’da yoğunlaşan saldırılar bu hızda devam ederken emperyalizme, iş birlikçilerine karşı ulusal kurtuluş mücadelelerini devrimci tarzda yürütmeli, tüm toplumsal sorun ve çelişkileri sınıf mücadelesi çerçevesinde ele alarak sorunun kaynağı olan emperyalist sisteme ve ülkemizdeki iş birlikçisi politik iktidara yönelik gerçek ve tutarlı bir anti emperyalist mücadele örgütlemeliyiz.
Siyonistlerin TC devletinde kurduğu ekonomik-toplumsal-siyasal-ideolojik-kültürel-askerî egemenliğine son vermeden, bu gericiliğin hâkimiyet ve hükmetme araçlarını parçalamadan ilkeli ve eylemli bir dayanışma mümkün olamaz. Filistin halkının yanında olduğunu söylemek yetmez, dayanışma eylemlerine gitmek yetmez; işgal devletinin topraklarımızdaki tüm varlığını hedef almalı, teşhir ve yok etmeliyiz. Filistin bizim için uzakta değil ve hiçbir zaman uzak olmadı, ancak düşman da uzakta değil. Düşman Ticaret Bakanlığı’nda, düşman NATO üslerinde, düşman Marmara Üniversitesi’nde, düşman Beşiktaş’ta futbol müsabakasında, düşman Zorlu Performans Sanatları Merkezi içinde konserler veriyor. Filistin mücadelesini ileriye taşımanın yolu, işgalciyi bulunduğumuz alanlardan sürmekten, tecrit etmekten, suçlarını karşısına çıkıp haykırmaktan geçiyor. İsrail Siyonizmi’nin bölgesel ve uluslararası tüm uzantıları ve iş birlikçilerine karşı ülkelerimizde aktif, açık bir mücadele yürütmeliyiz. İşgal, katliam ve soykırımı besleyen, ona itibar ve meşruiyet kazandıran kaynakları hedef almalıyız.
Komünistler olarak, Marksist-Leninist-Maoistler olarak, Anti Emperyalist Lig’in çağrısını yineliyoruz: Tüm devrimci, anti emperyalist, işgal karşıtı güçler Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesini desteklemeli ve bedeli ne olursa olsun direnişin bir parçası olmalıdır.