Orta Doğu’da ABD emperyalizmi 2020’den itibaren Siyonist İsrail’in Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile başlayan Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Sudan vd. ile devam edeceği düşünülen İbrahim Anlaşmaları bir süre önce ciddi bir noktaya gelmiştir. Zorbaların “Barış” rüzgârı direnişin gücünü dize getirmiş görünüyordu. G-20 Hindistan Zirvesi’nde İbrahim Anlaşmalarının unsurlarını da kapsayan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru anlaşması imzalanmışken; Siyonist İsrail’in bölgedeki varlığını garantiye alma ekseninde Orta Doğu’daki siyasi ve ekonomik hegemonya pekiştirilirken; Filistin ulusal haklarını yok sayan, boğuntuya getiren, anti işgalci bağımsızlık mücadelesini adım adım tecrit edilirken; Mahmut Abbas önderliğinin temsil ettiği teslimiyetçi çizginin egemenliği altında Filistin davası İsrail’in yerleşimci politikasıyla sürekli daralır ve yalancı “iki devletli” çözüm girdabında sür git devam ettirilirken bu büyük plan 7 Ekim’de Gazze’de Filistin Direniş Grupları Ortak Operasyon Odası’nın “Aksa Tufanı” ile büyük bir saldırıya maruz kaldı.
Aksa Tufanı emperyalizmin, Siyonizm’in ve bölge gericiliğinin “Filistinsiz çözüm”, “Filistinlilerden arındırılmış Gazze” planlamasına karşı önemli ve tarihsel bir karşı duruş olmuştur. Bu hamle aynı zamanda Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinde gerçekleşen intifadalardan sonra mücadeleye yeni bir soluk ve direnç katmış, tabiri caizse güçlü bir rota çizmiştir. Tüm burjuva odaklardan gelen nefret sözleri ya da ikircikli yorumlar bu güçlü rotanın neler hissettirdiği ile ilgilidir. Bugüne değin kanla yazılan tarih kanla yazılmaya devam etmektedir. Sorumlusu oldukları halde burjuvalar bu tarihsel tecrübeyi yadsır görünüyorlar. Sahnede kanlı kılıçlarıyla duranların kan nefreti apaçık bir ikiyüzlülüktür.
Aksa Tufanı’nın üzerinden tam bir yıl geçti. Filistin davasının gerçek dostları, dost maskeli düşmanları ve açık-azılı düşmanları belirgin şekilde bu bir yıl içinde ortaya çıkmıştır. İbrahim Anlaşmalarının ve Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan ekonomik koridorun tüm tarafları Filistin’e karşı açık düşmanlıklarını artık gizlememektedir. Zira Siyonist İsrail direnişten yediği darbeye karşı Gazze’de bir yıl içinde kadın, çocuk ayırt etmeksizin 42 bin insanı katlederken Gazze’yi insansızlaştırma amacı güden bir soykırımı da sürdürmektedir. En güçlü destekçileri ise kendi ülkelerinde Filistin’le dayanışma eylemlerini yasaklayan, silah tedarik eden, fiilen kayıtsız-şartsız siyasal destek sunan ABD, emperyalist AB devletleri, bir bütün Batı emperyalist ittifakı olmuştur. Yine Netanyahu’nun 27 Eylül 2024 BM kürsüsünde “Nimet Haritası”nın özneleri olarak gösterdiği Körfez ülkeleri, Mısır, Sudan, Ürdün gibi katliama gözlerini kapatan devletler benzer bir destek güç olmuştur. “Nimet Haritası”nda yer almayan Türkiye gibi ülkeler ise İsrail ile ticareti aralıksız sürdürürken Filistin davasını kendi kirli çıkarları için sadece politik bir sakıza dönüştüren konumlanışla bölgede “Sünni ümmet liderliği”nde siyasal güç devşirme hesabına girmiş, “ABD’nin papazı” rolüyle konumlanmıştır. İran ise Filistin direnişinin Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te boğulmasını izlemekle yetinen, Filistinlilerin kan deryası içinde oyun bozan hamlesini ve direnişini çıkarları için kaldıraca dönüştürmeye çalışan bir tutumda demirlemiştir. Filistin davasının çıkarsız, hesapsız ve gerçek dostları ise örgütsüz, dağınık durumuna rağmen eylem ve protestolara duran bölge ve dünya halkları olmuştur.
Siyonist İsrail 7 Ekim’den bugüne saldırı dalgasına çok yönlü ve genişleterek sürdürmeye devam etmektedir. Gazze’de soykırıma varan saldırılarını, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te katliam yanında 11 bin Filistinliyi tutuklayarak artırmıştır. Filistin davasının en büyük destekçisi ve sahiplenicisi Lübnan ulusal direniş hareketleri ve halkı ise yine Siyonizm’in temel hedeflerinden olmuştur. Siyonist barbarlık, 7 Ekim’den bugüne yürüttüğü saldırılarda, genişletmeye ve tüm bölgeye yaymaya çalıştığı savaş kışkırtıcılığında belirlenmiş ya da meşru olarak yerleşmiş tüm sınırları aşmıştır. “Barışın” tek şartı Filistin Direnişinin imha edilmesi, silahsızlandırılması ve teslim olması olarak belirlenmiştir. Bu şartın bir hançer olan İsrail’in reddedilmesine karşı dile gelmesi tarihin bir ironisi olmalıdır.
Emperyalizmin bölgenin bağrına sapladığı kanlı hançer kitle kıyımları yanında direniş güçlerinin liderliklerine yönelik saldırılara da odaklanmıştır. Filistin ve Lübnan Ulusal Direnişleri uzadıkça, Siyonizm’in saldırılarının dozu da ona uygun olarak artmıştır. Direniş yenilgiye uğratılamadığı düzeyde savaşın kapsamı, hedefleri genişlemiştir. Siyonizm tüm istihbarî, askerî, teknolojik yeteneklerini ve üstünlüğünü devreye sokmuştur. Tüm siyasi-ekonomik-medya gücü ile Filistin ve Lübnan Ulusal Direnişlerinin tedarik hatlarına saldırı, kontrol ve sabotaj yanında, direniş hattı içinde güvensizliği büyütecek dezenformasyon çalışmaları, direnişin sembolü olan liderlere suikast girişimleri eksik olmamıştır. Aksa Tufanı’nın yıl dönümü yaklaşırken “yenilmez olduğunu” kanıtlamak üzere savaşı tırmandıracak adımlar atmıştır. Önce İsmail Haniye’yi İran’da katletmiştir. Eylül ayı başından itibaren ise Lübnan’a odaklanmıştır. Güney Lübnan’da işgali kolaylaştıracak ve bu eksende adımlar atmayı örgütleyecek adımlar gelmiştir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve direniş liderlerini hedefleyen saldırıları başlatmıştır. Birkaç gün içinde onlarca ton bomba tünelleri de hedefleyecek biçimde Lübnan’ın üzerine yağdırılmıştır. Binden fazla Lübnanlı acımasız saldırılar altında katledilmiş, binlercesi yaralanmıştır. Bu saldırıda Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah da katledilmiştir. Saldırının olduğu gün BM kürsüsünde zafer sarhoşluğu ile konuşan Netanyahu, tıpkı 11 Eylül’de ABD’nin yaptığı gibi Orta Doğu’yu kapsayacak şekilde “ya bizdensiniz ya bize karşı” mesajı vermiştir. Bununla yetinmemiş hedefini “lanet” diye tanımladığı İran, Yemen, Suriye, Irak, Lübnan ve elbette Filistin olarak ilan etmiştir.
Siyonizm, Hasan Nasrallah’ın katledilmesi ile Lübnan direnişini kırmak, Güney Lübnan’da işgal zemini oluşturarak savaşı Lübnan içinde tutma hevesi içindedir. Bu aşağılık katliamdan sonra ABD Başkanı Biden’ın “ateşkesin tam zamanı” açıklamasının tercümesi ise Lübnan’ın işgali için yeşil ışık yakmaktır. Zira ABD emperyalizmi Siyonizm’in kanlı hamleleri gelirken Orta Doğu’daki uşaklarını markaja alarak “Filistin’in umurlarında olmadığı” mesajını kamuoyuna yayıyordu. Savaşın Lübnan’a doğru artık daha güçlü genişletilmesini örgütleyen tutum açık hale gelmiştir.
Hasan Nasrallah’ın katledilmesi aynı zamanda Orta Doğu halklarının inançlar doğrultusunda saflaşması, parçalanması için bir psikolojik harp aracına da dönüştürülmüştür. İbrahim Anlaşmalarının tarafı olan devletlerin yanında bu saflaşma ve sıralanmaya Türkiye de büyük bir iştahla eşlik etmektedir. Filistin için “ağlama seansları” düzenleyen AKP-MHP bloku ve tüm uzantıları, Nasrallah’ın katledilmesi karşısında “Suriye kasabının” katledilmesinin memnuniyetini yaşamaktadır. Açık bir şekilde “Sünni safları” sıklaştırma, Lübnan ve Filistin Ulusal Direnişlerini bu şekilde zehirleme emellerini ortaya koymuşlardır.
Siyonist İsrail, Filistin’i yok etme, Lübnan’ın güneyini işgal ederek alanını genişletme, Yemen’i ve İran’ı topraklarında vurarak savaşa kışkırtma, Suriye’yi savaşa doğru çeken provokasyonlarla bölgesel savaşa doğru süreci sürükleyen adımları atmaktadır.
Filistin ve Lübnan direnişçilerin, gerçek anlamda tarihsel misyon yüklenmiş liderlerin katledilmesiyle haklı ulusal davanın ortadan kalkmayacağı açıktır. Siyonizm’in yenilmezlik iksirine sahip olmadığını 7 Ekim Aksa Tufanı ispatlamıştır. Büyük kitlesel kıyımların ve direniş liderlerinin katledilmesinin direniş hattı önünde sadece “bir büküntü” olacağını tarihin hafızasından beslenenler bilir ve unutmazlar. Mazlum Lübnan ve Filistin ulusları öfkelerini daha fazla bileyerek daha fazla silahlanacak, daha güçlü örgütlenecek ve kurtuluşun bağımsız çizgisini kavrayacak emperyalizme ve Siyonizm’e karşı ulusal özgürlüğünü savunacaktır. Emperyalizmin ve Siyonizm’in haksız savaşına karşı haklı savaş sürecektir. Kitlesel kıyımlardan sonra gene kitlesel kıyım için başları kopararak zafer umanlar uzun süreli savaşın henüz başındalar. Yenilgiye tahammül etmeyi bilenler kazanacak, tahammülsüzler kaybedecek…