İnsan emeğini düzenli ve sistemli bir biçimde sömürmek isteyen emperyalist-kapitalist sistem, geleceğini güvence altına almak için belirli mekanizmalara ihtiyaç duyar. Bunları incelediğimizde karşımıza ilk olarak asker, polis, yargı vb. bürokratik yapılar çıkar. Sömürü sistemi, kendini güvenli ve sorunsuz var edebilmek için kolluk gücüne yani kısacası “zor” kullanmaya mecburdur ancak bunlar esaslı olarak onun varlığını sürdürmesinin tek ve esaslı nedeni değildir. Sistem varlığını devam ettirmek için güçlü bir ideolojik, kültürel saldırıya ihtiyaç duyar. Bununla birlikte kendi açısından zararsız, yaşadığı sistem gibi düşünen, yozlaşmış topluluklar ve bireyler ortaya çıkarır. Zihinlere yönelik bu saldırı, gençlik döneminde önemli hale gelir ve genç kitleler içerisinde daha yoğun biçimde kendini var eder. Eğitim hayatına başladığımız günden itibaren bu insan modeli için sistem tüm çabasını harcar ve bu alanda insana yön verir.
İdeolojik olarak etkisi altına aldığı her birey onun için zaten zararsızdır ve o birey bu sistemin bir parçası ve devam ettiricisidir. Bu saldırıların niteliği devletin ekonomik düzeyine ve gelişmişliğine göre farklılık gösterir. Örneğin diğer ulusların ekonomik gücünü sömüren bir emperyalist devletle Türkiye gibi yarı feodal, yarı sömürge bir ülkenin ideolojik kuşatması birbirinden farklıdır. Bizim gibi ülkelerde geleneksel feodal yapı korunurken en geri politikalar ile gençliğin sorgulaması engellenir.
Emekçi Mahallelerde Gençlik
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik-siyasal krizin etkisi, bütün yoksul ve emekçi halkın omuzlarına yüklenmiş durumda. Bu durum doğaldır ki en yoksul kesimi her yönüyle etkilemektedir. Ekonomik rahatlığa sahip olmayanlar yaşamak için mücadele ederler. En temel haklardan dahi yoksun olma durumu daha iyi yaşam için fırsatları değerlendirmeyi koşullar. Bu fırsatı sonuna kadar sunan bir mekanizma bulunduğunda da “faydacı” yaklaşılır. Bireyciliği, bencilliği dayatan devlet politikası etrafını kuşatmışken ve örgütsüz bırakılmışken böyle düşünmesi kesinlikle anlaşılır bir durumdur.
Emekçi mahallerde gençliğin sürüklendiği bataklığı; çeteleşme, uyuşturucu ve yozlaşma tarif ederken içine doğdukları mahallenin özelliğini ve devletin bu mahallelere olan özel politikalarını göz ardı etmemeliyiz.
Kürtlerin ve Alevilerin yaşadığı mahalleler sınıf mücadelesinin de yoğun olduğu yerlerdir. Devletin inkârcı politikalarından nasibini alan mahalle halkının çelişkileri daha boyutlu olduğu için mücadelenin de adresleri haline gelir. Örgütlü mücadelenin filizlendiği, dayanışmanın ve birlikte var etmenin örneklerinin sergilendiği bu mahalleler doğaldır ki devletin de özel politikalarının uygulandığı yerlerdir. Çünkü devletin çıbanbaşı olarak gördüğü bu mahalle halkı sistemin tüm zor aygıtıyla karşı karşıya kalmış, köy yakmalarından sonra 1 Mayıs, Sarıgazi, Okmeydanı gibi mahallelere yerleşmiş ve buralarda da barınma hakları için mücadele etmiş, aynı köylerini yakan devlet gecekondularını da başlarına yıkmıştır. Haliyle sistemle çelişkileri başta sınıfsal olmak üzere ulusal ve inanca dayalı baskılar katmerlenerek devam etmiştir. Devlet özel bir politika ile devrimcilerle kurulacak bağı yok etmek için çeteleştirdiği özel figüranlarla etkisi altına almaktadır. Bu mahallelerde yaşayan gençlerin hemen hepsinin devrimcilerle bir teması olmuştur. Bugün bahsettiğimiz bu emekçi mahallerde sınıf mücadelesinin geriye düşmesi nedeni ile devletin cirit attığı, gençliğin kolay paraya özendirildiği, çeteleşmenin yolu açılarak “mahallenin abilerine” alan yaratıldığı bir durum yaşanmaktadır. “Mahallenin abileri” diye tarif edilenler, mahallenin içinden çıkan hatta birçoğu devrimci bir yapının çevresinde bulunan kişilerdir. Mahalle halkına yardımı esirgemeyen “Ramazan çadırlarından, Muharrem cemlerine” her kesime yardım eli uzatan ve halkın dualarını alan kişiler haline dönüşmüş durumdalar. Bu iyilik timsali abilere özenti, onlar gibi olma hali bütün gençliğin hayali haline gelirken onun gibi giyinme, saç modelini aynı yapma, racon keserken onun cümlelerini kullanma normalleşmektedir. Önceden devrimci yapıların ne yaptığını konuşan gençlik bugün “…. abim şuna sıkmış, helal olsun” demektedir.
Bahsettiğimiz gerçeklikler her geçen gün boyutlanarak devam ederken emekçi mahallelere kurulan kalekollar, gençlerin çeteleşmesine ve yozlaşmasına hizmet etmektedir. Gezi direnişinden sonra özel ele alınan Gülsuyu, Gazi, Sarıgazi, 1 Mayıs gibi devrimcilerin yoğun olduğu mahalleler seçildi. Kalekollar inşa edildi. Bu kalekollar, halka korku salarak sokakta hak arama mücadelelerine saldırmanın yeni bir adımı oldu. Sonra 15 Temmuz “darbesi”yle devrimcilerin halkla buluşma adresleri olan dernekler vb. kapatıldı. Halkı sindirirken halkın devrimcilerle olan bağını koparmaya çalışan devlet, çeteleşmeyi ve uyuşturucuyu gençlik üzerinden yaygınlaştırdı.
Sorunu ele alırken gençlerin neden çeteleşmeye ve uyuşturucuya bu kadar yöneldiğini, kolay para kazanmanın altında yatan gerekçelerini doğru tarif etmeliyiz. Emeğin bu kadar ucuz olduğu bir süreçte açlık sınırında yaşamak zorunda kalan gençliğin gezmek, eğlenmek, kendisine zaman ayırmak için ekonomik olarak daha iyi koşullarda yaşama isteği daha cazip olana kapı aralamasına neden oluyor.
Uyuşturucu bağımlısı bir insan sistem için zararsız hale gelir. Çeteleşen bir gençlik enerjisini birbirlerine zarar vermeye yöneltir, harcanır ve sistemin bundan bir zararı olmaz. Her hâlükârda buna sebebiyet veren esaslı şey devletin kendisidir. Emperyalist-kapitalist devletler uyuşturucu ticareti üzerinden hem yüksek kârlar elde eder hem de kendine yabancılaşmış, etrafının ve çelişkilerinin esas nedenini göremeyen bir insan yığını yaratır.
Gençliğin Yaratıcı Gücünü Örgütleyelim!
Çeteleşmeyi devletin örgütlü politikası olarak görmemiz gerekmektedir. Düşünmeyen, sorgulamayan bir gençlik yaratmak isteyen egemenlerin gençliğe bir gelecek sunmadığını biliyoruz. Yozlaşmanın bu kadar boyutlu yaşandığı koşullarda öncelikle halk gençliği ile buluşacağımız alanların yaratılmasını sağlamamız gerekmektedir. Temas kurup yaşamlarına girdiğimiz oranda değiştirip dönüştürme olanağımız dün olduğu gibi bugün de mümkündür. “Gençlik gelecek, gelecek ellerimizde” şiarında olduğu gibi gençliğin yıkıcı ve yaratıcı gücünü örgütlemeliyiz. Bulunduğumuz her alanda devletin gençlik üzerinde yaratmak istediği politikalarının teşhirini yapıp devlet eliyle çeteleştirilmek istenen gençliği mücadele saflarına kazanarak bu gerici politikanın üstesinden geleceğiz.
Tarih bize mücadele etmeden ve dahası büyük bedeller ödemeden hiçbir şey kazanamayacağımızı, zaferler elde edemeyeceğimizi göstermiştir. Tüm sistemin dünya üzerinde derin bir kaosa sürüklendiği ve halklara karşı korkunç saldırılar gerçekleştirdiği bir zamanda bireysel kurtuluş yolları, mahalle kabadayılığı ve her türden kibirli karakter halkın kurtuluşu önündeki büyük engelleri ifade eder. Bu gerçekliği göstermek üzere öncelikle kendimizi en disiplinli şekilde sisteme karşı örgütlemeliyiz ve bununla iç içe olacak şekilde gençleri savruldukları bataklıktan çıkmaya, bu bataklığa yönelmemeye çağıralım. Geç kalınmış hiçbir şey yoktur, gelecek halihazırda düşmanın pençesindeyken geç kaldığını düşünmek aymazlıktır. Öyleyse vakit kaybetmeden; ama sabırla ve inatla burjuva-feodal düzenin halk gençliğine yönelttiği sistemli saldırılara karşı örgütlenerek karşı koyalım!