Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-III

Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-I

Tarımda Yarı Feodal İlişkilerin Temel Dayanağı: Küçük Üretim-II

Bununla beraber düşük fiyatlı gıda maddeleriyle rekabet edememeleri gelişmelerini durdurarak aşırı yoksulluğa ve açlığa varan sürekli yoksullaşmaya neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak yeni tarım teknikleriyle, üretim araçlarıyla net 1000 kg buğday üreten bir tahıl üreticisinin durumunu şu örnek iyi anlatmaktadır: “Bu üretici 50 yıl önce 1000 kg buğdaydan 2001’in 30 dolarına denk düşen bir para kazanıyordu. Aletlerini vb. yenilemek için bunun 400 kg’ını satmak zorundaydı ve ona 4 kişilik bir ailenin mütevazı bir biçimde beslenmesi için 600 kg kalıyordu. Bu 600 kg’ın bir bölümünü ayırıp 100 kg’ını daha etkili yeni aletler edinmek için satabilirdi. 20 yıl önce 1000 kg buğdaydan yalnızca 2002’nin 20 dolarına denk düşen bir para kazanıyordu. Aletlerini yenilemek için bunun 400 kg’ını satacaktı ve ona bu kez 4 kişilik bir aileyi beslemek için yetersiz olan 600 kg kalacaktı; bu durumda yeni aletler satın alamayacaktı. Bugün, üretici 1000 kg buğdaydan yalnızca 10 dolar kazanıyor, aletlerini yenilemek için bunun 600 kg’ından fazlasını satmak zorunda ve bu da elbette olanaksız. Çünkü 400 kg buğdayla 4 kişilik aileyi besleyemez. Aslında bu fiyata, ne zaten yeterince gülünç olan aletlerini yenileyebilir ne karnını doyurabilir ne de çalışmaya devam edebilir. Yani borçlanma, işsizlik ve düşük ücretlerin egemen olduğu, yetersiz ekipmanlı, yetersiz sanayileşmiş gecekondulara göç etmeye mahkûm edilmiştir.” (age, s.17) Bu örnekten de hareketle geri teknik araçlarla yapılan üretimin yaygınlığının onun üretime egemen olduğu sonucuna varmak için tek kıstas olamayacağını söyleyebiliriz. Çünkü bu üretim kendi kendine yeten bir düzeyin ötesine geçme koşullarından daha ileri teknikle, sermaye ile gerçekleştirilen üretim tarafından sürekli uzaklaştırılmaktadır. Dünya Tarım Tarihi kitabının yazarları bu sonuçtan hareketle yeşil devrimi ve çağdaş tarım devrimini daha ileriye götürmeye yönelik kalkınma politikalarının ve daha ucuz gıda temin etmeye yönelik politikalarının açlığa karşı mücadelede neden ters etki yaptığının ve köylüleri neden daha da yoksullaştırdığının anlaşıldığını belirtiyorlar (age, s. 17-18). Sorunun kendisi üretim tekniklerinin, üretici güçlerin daha ileri bir nitelik kazanmasından kaynaklanmıyor, asıl olarak bunlar üzerindeki özel mülkiyetin pekişmesi nedeniyle toplumun büyük çoğunluğunun bunlardan mahrum kalmasıyla daha geri üretim tarzlarına, daha kötü koşullarda yaşamaya mahkûm edilmesinden kaynaklanıyor. Bu bakımdan çözüm azınlığın üretim araçları üzerindeki mülkiyetini toplumsallaştırarak toplumları geri üretim tarzlarından kurtarmak olabilir. Yoksa ne geri üretim tarzlarıyla toplum, içinde bulunduğu durumdan kurtulabilir ne de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sürdükçe modern üretim tarzı toplumsallaşabilir. Emperyalist kapitalizm bunun önündeki belirleyici engeldir. Büyük mülkiyet küçük mülkiyeti giderek daha fazla egemenlik altına alarak, kötürümleştirerek, nitelik bakımından zayıf bırakarak muhafaza ederken küçük mülkiyet onu karşısında ne dayanabilir ne de ona üstün gelebilir; sadece giderek daha sefil koşullarda varlığını sürdürebilir. Tarım ve sanayi dahil bütün toplumsal üretimin modernleştirilmesi, küçük üretimin dönüştürülüp toplumsal mülkiyetin egemen kılınmasıyla daha sınırlı toplumsal emek zamanla daha üretken-verimli bir üretim gerçekleştirilecektir. Modern tarımın yaygınlaştırılması bunu daha belirgin hale getirecek, sosyalizm bunu muazzam düzeyde geliştirecek, komünizm bu gelişmeye sınırsız bir içerik kazandıracaktır. Bu nedenle üretim araçlarının mülkiyetinin üretici güçlerin özgür gelişimini sağlayacak toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi temel önemdedir.

SÖZLEŞMELİ TARIM MODERN YARICILIKTIR

Küçük aile işletmelerinin “sözleşmeli tarım” uygulamalarıyla şirket çalışanı pozisyonuna getirilerek kendi toprağında kendi üretim araçlarıyla cüzi bir ücret karşılığında üretimde bulunmak zorunda bırakıldığı, bu sistemle mülkiyet ilişkilerinin anlamsızlaştırıldığı, toprak-üretim araçları mülkiyetinden ziyade sözleşme şartlarının belirleyicilik kazandığı belirtilmektedir. (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s. 24-25)

Sözleşme şartlarının belirleyici olması tekellerin küçük üretim karşısındaki üstünlüğünden kaynaklanmaktadır. Küçük üretim ve küçük toprak mülkiyeti her zaman büyük toprak mülkiyeti ve tekeller karşısında bu pozisyondadır. Sözleşme buna yasallık kazandıran, bu ilişkiyi onaylayan biçimlerden sadece biridir. Sözleşmeli tarım bir nevi modern yarıcılıkolarak da tanımlanabilir. Kendi toprağında gene kendi üretim araçlarıyla üretim yapması, üretim araçları mülkiyeti kendisine ait olduğu sürece ücretli-emek sermaye ilişkisi gibi değerlendirilemez. Tekeller ve onların yerli komprador taşeronları küçük üreticiyi bir nevi yarıcılık ilişkisi içinde sömürerek artı değere yarı feodal tarzda el koymaktadır. Genelde sermaye dahil üretim için gerekli hemen her şey üretici tarafından sağlanmakta ve üretimde bütün sorumluluk gene üreticiye aitken sözleşmede belirlenen şartların yerine getirilmediği her durumda da sorumluluk gene üreticiye yıkılmaktadır. Böylece üretici yarıcılığın gereklerini yerine getirmediğinde sadece daha sefil koşullara sürüklenmekle kalmayıp daha ağır şartlarda borçlanmaya ve toprak dahil üretim araçlarını ipotek ettirmeye, giderek yitirmeye de sürüklenir. Sözleşmeli tarımda üretici esasen toprak başta olmak üzere üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğundan bu mülkiyet, sermaye/tekeller ne kadar zayıf, küçük, önemsiz olursa olsun küçük üretimin varlığını, devamını sağladığı ve sürekli yeniden onu ürettiği için her şeye rağmen hesaba katılmak, dikkate alınmak zorundadır. Tekellerin tüccar sermayesi gibi küçük üretim üzerinde belirleyici bir rol oynaması, üretimi belirlemesi mülkiyet ilişkilerinin karakterinde, tarzında değişiklikler yaratması kaçınılmazdır; ama üreticiyi üretim araçlarının mülkiyetinden bağımsız kılmadığı sürece onun niteliğinde köklü bir dönüşüm yapmış olmaz. Aksine onun mevcut tarzı, ilişkileri içinde olabildiğince kendine tabi kılıp üretici güçlerin emeğini sömürür. Artı değere üretim araçlarının dolaysız, tam sahibi olarak değil; en büyük hisseli ortağı gibi en büyük paya yarı feodal ilişki ve üretim tarzı içinde el koyar. Buna modern biçimler kazandırması, modern yöntem, araçlar kullanması biçimsel bir şeydir ve gerçeği görünmez kılmaya hizmet eder. Burada biçimin altında gizlenmiş gerçeği açığa çıkarmak, göstermek özel bir önem kazanır. Küçük üreticiyi bu ilişkiye mecbur eden koşullar üzerinde hangi sınıfların belirleyici olduğu kadar üreticiyi hangi ilişkilere tabi kıldıkları da önemlidir.

TÜRKİYE’DE TOPRAĞIN SERMAYELEŞMESİ RASTLANTISAL, KÜÇÜK MÜLKİYETİ ESASTIR 

“Üretim araçları, ancak ve yalnızca emekçiden ayrıldığı ve emekle bağımsız bir güç olarak karşı karşıya geldiği zaman ve ölçüde sermaye halini alır. Ancak anılan durumda (köylünün toprağını ekip biçtiği durum -bn.) emekçi üretim araçlarının sahibidir, malikidir. Bu nedenle nasıl ki üretici, bu üretim araçları karşısında emekçi değilse, bunlar da emekçi karşısında sermaye değildirler…” (Marks, Artı Değer Teorileri) Türkiye’de bu ikisinin ayrılığı rastlantısal, birliği normal biçimdir ve bu ilişki egemendir ve yaygındır. İçsel ve dışsal nedenler, genel koşullar bu ikisinin mevcut ilişkisini tersine çevirecek nitelikte bir etkide bulunmuş değildir. Bu anlamda yüz yıldır anlamlı neredeyse hiçbir değişim gerçekleşmemiştir. Bu emperyalizm komprador burjuvazi ve toprak ağalarıyla beraber bu yapıyı nasıl sürdürdüklerinin de bir göstergesidir. Ne kadar etki ederse etsin bu üretim tarzını, belirleyici bir üretim tarzı olmaktan çıkarmaya, tasfiyeye özel bir yönelim, amaç gösterilmemesi ulusal kapitalizmin egemen hale gelmesini engelleme politikasının yansımasıdır.

Yazar buna rağmen 2000’li yılların başında 10 hektardan az toprağa sahip yoksul ve küçük köylülere ait işletme sayısının toplamın yüzde 85’i olduğunu, sahip oldukları arazinin de toplamın yüzde 42’si olduğunu, bu durumun bugün çok farklı biçimler aldığını, mülkiyet ilişkisinin değiştiğini, uygulanan tarımsal model nedeniyle toprak mülkiyet yapısının zaman içinde öneminin kalmadığı da görülmektedir diyerek aktarıyor. (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, s. 27) Bunu da TÜİK’in “2000 yılında köylerde 23 milyon 707 bin kişi yaşarken 2019’da 6 milyona gerilediğine” dair verisine dayandırıyor. (age, s. 27) TÜİK verisini esas alan yazar başka bir yerde (age, s. 112)büyükşehir kanunu ile bir gecede köylü nüfusunun 10 milyon azalarak 66 milyona düşürüldüğünü söylüyor. Nasıl oluyor da bir gecede 10 milyon köylü bu vasfını kaybediyor. Bir gecede buna neden olan hangi toplumsal gelişme olmuştur vs. belli değil. Bunun AB ile tarım politikası anlaşmasının sonucu olarak yapıldığı biliniyor. Bu da mevcut yapının, ilişkilerin, üretimin nasıl da emperyalizmin politikalarından beslendiğini ve ona göre biçim, içerik kazandığını gösteriyor. Tarımsal nüfusun ve desteğin belirlenen düzeye çekilmesi politikası gereği tamamen kâğıt üstünde resmi ve biçimsel şekilde köylüler köylü olmaktan, köy köy olmaktan çıkarılıyor. Böyle yapıldığında 10 milyon köylü, köylü olmaktan çıkmış, içinde bulunduğu üretimini, ilişkileri ortadan kaldırmış oluyor. Böyle olmadığı halde, TÜİK’i referans alıp 10 milyon köylüyü yok sayarak toplumsal ilişkiler, mülkiyet ilişkileri değişmiştir dersek bu bizim toplumsal ilişkileri ne kadar yüzeysel kavradığımızı, derinlemesine incelemediğimizi gösterir. Gerçeğin her zaman resmi rakamlardan, üstelik TÜİK gibi her türlü hile ile gerçeği gizleyen kurumların verilerinden çok farklı olduğunu biliyoruz.

Yoksul-küçük köylülere ait işletme toplamın yüzde 85’i iken bugün hangi orandadır? İster 6,6 milyon içinde isterse 16 milyon içinde olsun bu oran kaçtır? Yazar isterse gene TÜİK’i esas alarak işletmelerin büyüklüğüne, niteliğine dair oranları açıklayarak nasıl bir değişim yaşadığını ortaya koyabilir. Mesela TÜİK 2022 yılında KOBİ’lerin oranını yüzde 99,7 olarak açıklamıştır. Tarım alanında da durumun pek farklı olduğu söylenemez. Çünkü bu üretim tarzı egemen ilişkilerin genel karakteri ile ilgilidir. 10 milyon köylü ve yaşadıkları yerlerdeki üretim ilişkileri nasıl değişmiştir? Küçük köylü mülkiyeti büyük mülkiyete mi dönüşmüştür? Topraklar mı genişlemiştir? Üretim araçları daha nitelikli hale mi gelmiştir? Kısaca buralardaki üretim ilişkilerinin, yaşayış biçiminin nitelik olarak önceki düzeyi aşan hangi toplumsal değişimler yaşanmıştır? “Yazar mülkiyet ilişkileri değişmiştir” derken sorunlu-şaibeli nüfus değişim oranlarından başka bir kanıt göstermeye ihtiyaç duymuyor. Bu değişimin hangi toplumsal gelişmelerin sonucu olduğunu ortaya koymuyor. Küçük-yoksul köylülerin işletmelerinin genel içindeki oranının yüzde 85’ten kaça gerilediğini açıklamıyor.

Uygulanan tarımsal model nedeniyle zaman içinde toprak mülkiyet yapısının öneminin kalmayacağı görüşü de aynı yüzeysellikte, sübjektif bir yorum içeriyor. Bu mülkiyet yapısının emperyalizm karşısında büyük dezavantajlara sahip olması onun dönüşümü için tek başına yeterli bir kriter, neden değildir. Emperyalizmin politikalarının kaçınılmaz olarak kendiliğinden belli değişimlere neden olmak dışında mevcut yapıyı dönüştürmek üzere özel bir amaç içermediği, aksine bizzat bu yapıyı kendisinin temel dayanaklarından birine dönüştürdüğü/dönüştüreceği yüzyıllık emperyalizm deneyimiyle artık bilinmez, tartışılır, kuşku götürür olmamalıdır. Dolayısıyla emperyalist politikaların mülkiyet ilişkilerini, toprak mülkiyetini köklü değişikliklere uğratmak gibi ne ilerici bir niteliği ne de böyle bir amacı bulunmaktadır. Toprak mülkiyeti esasen küçük mülkiyet özelliği nedeniyle emperyalizm karşısında zaten önemsizdir! Onun emperyalist üretimin düzeyiyle, egemenliğiyle kıyaslanabilir bir durumu bulunmuyor; ama bu mülkiyet yapısı varlığını korudukça, dahası bir ülkedeki egemen üretim biçimi olmayı, o ilişkileri belirlemeyi sürdürdükçe o ülkedeki üretim ilişkilerinin niteliğine dair temel bir olgu olmaya devam edecektir. Mesele onun emperyalizmle boy ölçülemez bir mülkiyet yapısına sahip olması değil -ki bu bakımdan sadece küçük toprak mülkiyeti değil bütün özel mülkiyet biçimleri onunla boy ölçüşemezdir- her şeye rağmen bu mülkiyet ilişkisinin toplumsal üretim üzerinde, içinde önemli, belirleyici bir yer tutuyor olması, on milyonlarca insanın yaşamının, ilişkilerinin buna bağlı olarak üretilmesi, sürdürülmesidir. Yoksa Hindistan’daki neredeyse 1 milyar küçük-yoksul köylünün, tüm Dünya’daki milyarlarca köylünün de emperyalist tekeller karşısında ne hükmü var ki? Ya da herhangi bir yarı sömürge ulus devletin, örneğin TC’nin emperyalizm karşısında ne hükmü olabilir ki? Hem yazarımıza göre küçük aile üreticiliği tekellere üstün daha verimli bir üretim tarzı olduğundan 5-10 emperyalist tekelin 6 milyon, dünyada ise milyarlarca köylü karşısında ne hükmü olabilir? Öyle ise zamanla bu tekeller küçük aile üreticiliği karşısında tutunamayacaktır değil mi? Tutunamayacakken bunca kaygı neden?

devam edecek…