“Bir yangın ormanında püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı”
Bu yıl ‘68 hareketinin 50. yılıydı. Ülkemizde ‘68 hareketi ‘71 devrimci kopuşu ile birlikte konuşuldu, tartışıldı. Çünkü ülkemizde ‘68, ‘71 devrimci çıkışına giden sürecin en önemli kilometre taşıydı. Ve sonrası kopuş oldu. “Kopuş” reformizmden yaşanıyordu ve bu, siyaseti algılayış ve siyaset yapma biçimini içermesi nedeniyle söz ve eylem, teori ve pratik biçimindeki karşıtlık ilişkilerinin yeni bir biçimde kurulması ya da o güne kadar kurulmuş biçiminden nitelik olarak ayrışması demekti.
“Kopuş”a dair dikkat çekici noktalardan biri de bunu yeni bir kuşağın gerçekleştirmiş olmasıydı. Yani kopuş yalnızca aklı ve ruhu genç olanlar değil, fizyolojik olarak da genç olanlar tarafından gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla Türkiye’de devrimci kopuş süregelen söz ve eylem biçimi kadar önceki kuşağa da reddiyedir. ‘71 devrimci çıkışına dek “sol” adına öne çıkmış tek bir kişi bile kopuşun parçası olmamış, yeni biçimlenen THKO-THKP/C ve TKP/ML içerisinde yer almamıştır. Onların fiziki olan “eskilikleri” düşünsel olan “eski” ile çakışmıştı, bu “şaşırtıcı” bir örtüşmeydi. Yakılan devrim ateşi böylece eskiye ait ne varsa tutuşturmuştu. ‘71 devrimci çıkışı zaten her anlamda “yeni” olması nedeniyle gerçek bir “kopuş” olabilmişti.
Üzerinden geçen 47 yılın ardından Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) için “kopuş”un neresinde durduğu sorusu önemlidir ve üzerinde derinlikli tartışmaları hak eder niteliktedir. Bugün hala bir TDH’den söz edebiliriz ama bugün reformizmle kuşatıldığı kadar reformizme bulaşık bir TDH gerçekliği olduğunu da tespit etmek durumundayız. Bu tespit, sorunun kendisini derinlemesine incelemeyi bir görev olarak karşımıza dikiyor. Böyle bir inceleme öncelikle sorunun nerelerde açığa çıktığını ve ikincisi ise nedenleri belirlemeyi gerektirir. Her halükarda TDH yeni bir “kopuş”la, bugünkü toplam gerçekliğinden bir kopuşla karşı karşıyadır. Mevcut durum ise TDH kapsamına giren devrimci yapıların bu gerçekle tam bir yüzleşme yaşamadığını göstermektedir. TDH’nin bir parçası olarak Proletarya Partisi’nin (PP), TDH’ye ilişkin tespitimizden azade olduğunu söylemiyor, savunmuyoruz. Sağ-oportünist karakterdeki hizip, bir parti gerçekliği içerisinde üremiştir. PP, hizbin kaçışıyla birlikte ‘küçük burjuva devrimciliğine ait ne varsa hepsi hiziple birlikte gitmiştir’ demiyor. Öte yandan kendi gerçekliğini kavramanın yanı sıra reformizmin yansımalarına karşı güçlü kopuşu gerçekleştirecek biricik güç de yine MLM’lerdir. Kaypakkaya’nın bıraktığı cevher nesnel gerçeği aydınlatacak güce sahiptir. Biz MLM’lerin bundan bir kuşkusu zaten yok. Hayli bir zamandır ise devrimci yapılar ve demokrat güçler arasında da İ. Kaypakkaya’nın “hakkını” verme durumu yaşanıyor. “Onu anmak onurdur” şiarı çok geniş bir kesim tarafından sahiplenilmiş ve güçlü katılımlarla 18 Mayıs etkinlikleri düzenlenmişti. Bu etkinliklerde PP motor güç olmasına rağmen, önemli ölçüde bir katılım dışımızdaki kitleye aitti. Bu göstergeler dayanışmanın ötesinde Kaypakkaya’ya doğru bir yönelim olduğunu gösterir. Devrimci durumun gerilemeye başlamasıyla birlikte Kaypakkaya “ilgisi” daha çok teorik zeminle sınırlandı.
KAYPAKKAYA’DAN “KOPUŞ”UN VARACAĞI DURAK
Yeri gelmişken İ. Kaypakkaya’dan “kopuş” gibi bir olgu olduğunu ve bu olguya da değinmek gerektiğini belirtelim. İ. Kaypakkaya çizgisinden “kopuş”, somut olarak PP içerisinde yer alırken birey ya da grup olarak PP’nin dışına çıkmak, PP’den ayrılmak biçiminde yaşanmaktadır. Kaypakkaya’dan bu tür bir “kopuş”(PP’nin örgüt yapısından “kopuş”), nasıl gerekçelendirilmiş olursa olsun, ideolojik-siyasal olup MLM karşısında revizyonist hattadır. Bunun bir istisnası olarak DABK ve onun devamı olan “Darbeciler”i gösterebiliriz ki bu istisnai durum 3. Kongre’lerinde hakim hale gelen çizgi ile düzeltilmiş, “kural” korunmuştur. Anlaşılacağı gibi Kaypakkaya’dan “kopuş” ülkemiz özgülünde enternasyonal proletaryanın Türkiye kolundan, MLM çizgiden kaçıştır. “Kaypakkaya’dan kopuş” “kaçış” olarak yaşandığı için oynaması gereken devrimci rolü oynayamıyor, eklektik bir hareket niteliği kazanarak, reformizm anaforuna düşüyor.
İ.Kaypakkaya çizgisinden “kopuş” gerçekleştiren, yani bu çizgiyi terk eden, bu çizgiden kaçanların iddiasına göre Kaypakkaya’nın teorik ve siyasal görüşleri bugünkü Türkiye gerçekliği karşısında arkaiktir, dolayısıyla bugünkü Türkiye’yi açıklamıyor! Türkiye’nin 1970 ve öncesine ait koşullarına ilişkin değerlendirmeler bugünkü Türkiye’yi nasıl açıklasın, denildiği andan itibaren, Kaypakkaya çizgisi özgülünde MLM’nin revizyonuna girişiliyor.
“Somut şartların somut tahlili” mottosu elbette düsturumuzdur; Kaypakkaya’nın MLM görüşleri, MLM teorinin evrensel ilkelerinin yine bu teorinin parçası olan diyalektik ve tarihsel materyalist metedolojiyle ülkemiz gerçekliğine uyarlanmasıdır. Kaypakkaya’nın andaki Türkiye değerlendirmesi, tarihsel gelişiminden kopuk değildir. Bu, siyasal-sosyal ve iktisadi yapının kendi gelişim yasaları içerisinde değerlendirilmesi demektir. Bir toplumsal yapı değişebilir, bunun aksini düşünmek idealizmdir fakat değişim ideolojik-siyasal, sosyal ve iktisadi yapıda niteliksel biçimde yaşanmışsa eğer -ki iddia bu yöndedir- söz konusu değişimin hangi sınıflar önderliğinde, kime karşı ve nasıl yapıldığı ortaya konulmalıdır. Dereceli değişimler öne çıkartılarak, yukarıda belirttiğimiz ve yapılması gereken asıl işten yan çiziliyor. Düşününki toplumsal yapıda niteliksel değişim yaşandığında ısrarlı olanlar sıra ideolojik-siyasal ve sosyal yapıya gelince niteliksel değişim iddiasını sürdürememektedirler. Teori ve keyfiyet arasındaki sınırın belirsizleşleştiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla at koşturan spekülasyondur. Bir de Marks’a bakalım, nasıl bir yönteme sahip görelim: “Marks için önemli olan tek şey, incelediği olguların yasasını bulmaktır; bu olgular, belli bir tarihsel dönemde belirli bir biçim ve karşılıklı ilişkiler içerisinde oldukları sürece, onun için önemli olan, yalnızca onlara egemen olan yasa değildir. Onun için daha da önemli olan, bunların değişimlerinin ve gelişmelerinin, yani bir biçimden başka bir biçime, bir ilişkiler düzeninden, farklı bir ilişkiler düzenine geçişlerinin yasalarıdır.” Bu yöntemle inşa edildiği için üzerinden bir buçuk asır, rakamla söylersek 150 yıl geçmesine rağmen Marksizm’in temelleri olanca sağlamlığıyla duruyor.
Bir görüşün, bir teorinin eskimiş olması ya da tersten söylersek teorinin güncelliği zaman mefhumuna bağlı bir konu değildir. Aksini iddia etmek revizyonizmdir. Bernstein, bilindiği gibi revizyonizmle özdeş bir isimdir; o, Marksizm’in günümüz gerçekliğini açıklamakta yetersiz kaldığı iddiasıyla Marksizm’i “yenilemeye” kalkışmış ve “revizyonist” ünvanını bu “masum” eylem sayesinde (!) kazanmıştır. Kaypakkaya’nın teorik-siyasal hattından, arkaik kaldığı görüşünden hareketle değişikliğe gidenler Bernstein’i taklit ediyorlar.
Kaypakkaya çizgisi MLM’nin Türkiye gerçekliğine uyarlanmasıdır. PP ise temeli bu görüşlerle atılmış, günümüz gerçekliğini bu temel üzerinden yükselerek değerlendiren, enternasyonal proletaryanın Türkiye koludur. Bir ölçüde mekaniklik çağrıştırsa da PP’den kaçışın MLM’den kaçış olduğunu ve devrimci çizgiden uzaklaşmaya, dümeni reformizme kırmaya yol açtığını belirtelim.
Dünden bugüne PP’den, dolayısıyla Kaypakkaya çizgisinden gerçekleşen kopuşlar, bugün çok daha net görülmüştür ki “yeni” değiller, “yeni”yi temsil etmiyorlar. Bu katara son eklenen PP kaçkını tasfiyeci hizip, malum gerçekliği en erken deşifre olanlar arasındadır.
‘71 devrimci çıkışı/kopuşu bugün dönüm noktasındadır ve Kaypakkaya çizgisi saflaştırıcı bir yerdedir. Fakat asıl mesele bu çizgiyle kitlelerin buluşması ve böylece kitlelerin elinde maddi bir güce dönüşmesidir. Görev büyük ve bir o kadar da önemlidir. Öyleyse Kaypakkaya’yı en yaratıcı ve en cüretkar yanımızla kavrayıp uyarlayacak ve uygulayacağız. Bu, başlıca ödevimizdir.