Siyonist İsrail devletinin Filistin topraklarındaki işgaline karşı 7 Ekim’de başlatılan ulusal direniş hareketi etkinliğini sürdürüyor. İsrail’in direniş karşısında aldığı tutum ise her gün yeni bir vahşetle kendini gösteriyor. Neredeyse 1 yıla yaklaşan saldırılarıyla Filistin halkını -özelde Gazze- imha etmeye çalışsa da halen istediği üstünlüğü elde edebilmiş değil. Emperyalist devletlerin tam desteğini alan, yüksek teknolojili silahlarıyla sarsılmaz imajı yaratan İşgal devleti, savaşmaktan başka çaresi olmayan halk karşısında aciz durumdadır.
7 Ekim’den sonraki süreçte “Halkın dostları kimlerdir?” sorusunun cevabını dünya halklarının kendi ülkelerindeki pratiklerinde gördük. Bir yanda sokağa dökülen kitleler, diğer yanda ABD Kongresi’nde ayakta alkışlanan Netanyahu… İsrail’in Filistin halkını katletme girişimlerine karşı, dünya halkları dört bir yandan yaşamlarını ve topraklarını savunan Filistin halkına destek olmak için kitlesel eylemlere başladı. Buna karşı devletlerin pratikleri ise haklının yanında duran halklara saldırmak oldu. Mevzu Filistin olduğunda ABD ve Batılı devletler gerçek yüzünü yani “demokrasilerini” gösterdi. Avrupa’da bazı devletlerde “Nehirden Denize Özgür Filistin” demek, kefiye takmak yasaklandı. “Özgür Filistin” sloganının haykırılması sakıncalıydı elbette onlar için. Filistin topraklarını işgal üzerine kurulan İsrail devletinin yanında nasıl saf tuttuklarını belli etmiş oldular. ABD’de öğrenci gençliğin eylemleri vahşice bastırıldı. Bu saldırılar sadece ABD ve AB içerisindeki emperyalist devletlerle sınırlı kalmadı. Bu devletlerin başından beri uyguladıkları pratikler, kimin yanında saf tuttuklarını gösteriyordu. İsrail’i fonlayan, Orta Doğu’da ileri karakolu haline getiren bir devletin aksi bir tutumda davranmasını beklemek saflık olacaktır. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta; Filistin halkının yanında saf tuttuğunu naralar atarak şov malzemesi haline dönüştüren ülkelerin sözde pratikleridir. Zira onlar meydanlarda, kürsülerde vahşetin karşısında Filistin halkının ateşli savunucularıymış gibi davransalar da bilakis katliamın ortaklarıdır. İşte teşhir edilmesi gereken bu ikiyüzlülüktür. 30 bin Filistinli katledildikten sonra “İsrail’le ticareti durdurduk” açıklaması yapmak zorunda kalan TC devleti gibi. Ekim ayı itibarıyla zirveyi gören İsrail saldırganlığına karşı tek yaptığı kitlelerdeki öfkeyi soğurmak için miting düzenlemek olan devlet yönetimindeki AKP-MHP bloku, İsrail’le devam eden milyonlarca dolarlık ticaret açığa çıkınca kendisine yeni kılıflar aramaya soyundu. Daha önceki yazılarımızda İsrail’le devam eden ticareti, TC devletinin ikiyüzlü tutumlarını ve çıkarları gereği hareket etmesinden bahsettik. Bu ikiyüzlülüğün sona ermediğine ve devletin karakterinin bu şekilde olduğuna değineceğiz.
SULAR DURULDU, YELKENLER İNDİ Mİ?
Ülkede var olan politik atmosfer sonucu mayıs ayında “ticareti durdurduk” açıklaması yapılması, kitlelerde iktidar blokuna duyulan öfkeyi bir miktar olsa da yatıştırdı. Bir kesim için ticaret artık durdurulmuştu; dolayısıyla devlet yapması gerekeni geç olsa da yapmıştı! Ancak bu sadece olayın görünen yüzüydü. Gerçekler hakkında ufak bir inceleme yaptığımızda kalınan yerden devam edildiğini görüyoruz. Özel şirketlerin kârlarını sürdürdüklerini hatta devletin de bundan pay aldığını biliyoruz. En basit ve güncel örnekler Zorlu ve SOCAR. Hatırlanacak olursa İsrail’e elektrik sağlayan Zorlu Holding’e Erdoğan tarafından ödül verilmişti.
İsrail basınında çıkan bir habere göre yüzde 25 hissesi Zorlu Holding’e ait olan Dorad Energy ile İsrail Savunma Kuvvetleri arasında yapılan sözleşme uzatıldı. Haberde “İsrail’in en büyük enerji santrallerinden biri olan ve Aşkelon’un güneyinde bulunan Dorad, doğal gaz ve dizel ile çalışıyor. Devlet, artık Staa olarak bilinen Kinet aracılığıyla santralde yüzde 37,5 hisseye sahip. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Türk ithalatlarına yüzde 100 gümrük vergisi uygulanmasını savunurken Zorlu Holding, İsrail’in enerji altyapısına katılımından kâr etmeye devam ediyor.” denildi. Daha sonra bu bilgiler yalanlanıp “uzatılmadı, indirime gidildi” açıklaması yapılsa da şu anki süreçte Zorlu ve İsrail ilişkilerinin devam ettiği açık. Zorlu, sadece İsrail üslerine elektrik sağlamakla kalmıyor, ortak olduğu şirketlerle Filistinlilere karşı kullanılan silahları ve gözetleme sistemlerini de temin ediyor.
İsrail’le ilişkileri aralıksız sürdüren bir diğer şirket ise SOCAR. İsrail, petrol ihtiyacını Azerbaycan’dan ve Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı üzerinden karşılıyor. TC ise aracı konumda olarak bu ticaretten varil başına 80 cent alıyor. BTC Boru Hattı’nı ise Türkiye Varlık Fonu’na ait BOTAŞ işletiyor. Peki Ceyhan’dan ne kadar petrol gidiyor sorusunu sorduğumuzda ise yanıtsız kalıyor. Zira Enerji Bakanı’nın açıklamasına göre petrolün hangi ülkeye gittiğine dair TC’nin yapabileceği bir şey yok. Görünen o ki TC devleti, “Azerbaycan satar, biz de payımızı alırız, gerisi bizi ilgilendirmez.” mottosuyla hareket ediyor. Zaten yapılan anlaşmalara baktığımızda da aksi bir pratik içerisine girmeyi göze almasını bekleyemeyiz. British Petroleum (BP) ile yapılan anlaşmaya göre petrol sevkiyatının aksaması halinde tazminat ödeniyor. ABD emperyalizmine bağlılığını pekiştiren TC, hem kendi çıkarları hem de emperyalizmin çıkarlarına tam anlamıyla hizmet ediyor. Öyle ki BTC Boru Hattı Anlaşması “ABD’nin en büyük dış politika başarılarından biri” olarak tanımlanmıştı. Emperyalizmin yarı sömürgelerdeki işlevini bu örnekten bile anlayabiliriz.
Ticaretin devam ettiğine dair bir diğer örnek ise aslında iktidar blokuna hizmet eden Anadolu Ajansı’nın haberinde yer alıyor. “Avrupa ülkeleri, İsrail’e silah tedarikini sürdürmek için üçüncü ülkeleri kullanıyor” başlığıyla yayımlanan haber incelendiğinde aynısını TC’nin de yaptığını gözler önüne sürüyor. İncelemeye devam edelim: Ticaret yasağına karşı iShip Forwarding gibi İsrailli nakliye şirketleri, TC’den gelen ürünleri İsrail’deki nihai varış yerlerinden önce aracı ülkelere taşıyan yeni lojistik rotalar geliştiriyor. Son varış noktası olarak da İsrail limanlarını listelemek yerine ürünler başlangıçta “üçüncü bir ülke” limanına gönderiliyor. Oradan, yeni belgeler altında İsrail’e yönlendirme tamamlanıyor. Bu örnekte Yunanistan’ın transit ülke konumunda olması dikkat çekiyor. TC’nin Nisan 2024’te Yunanistan’a yaptığı ihracat 226,3 milyon dolarken mayıs ayında 149,3 milyon dolar artarak 375,8 milyon dolara çıktı. Dikkat çeken nokta ise çelik ve çimento ihracatının 2 katına çıkmış olmasıdır. Aynı zamanda İsrail’in Yunanistan’dan ithalatı mayıs ayında bir önceki aya göre artmıştır. Tüm bu veriler açıkça Yunanistan üzerinden ticaretin sürdüğünü göstermektedir.
Bu tarz örnekleri daha fazla sıralayabiliriz elbet ancak asıl anlatmak istediğimiz manevra alanı kalmayan TC’nin katliama lanet edip caniyle ticarete devam etmesidir. Bu pratiği sadece TC ile sınırlayamayız, benzer tutumdaki Arap devletlerinden daha önce de bahsettik. Çıkarları ve emperyalizme kökten bağlılıkları sebebiyle ikiyüzlülükleri şaşırtıcı değildir. Onlar halkın değil ait oldukları sınıfların temsilcisidirler. Dolayısıyla “Halkın dostları kimlerdir?” sorusunu bir kez daha soralım ve Filistin halkının dostu olarak işgal karşısındaki tutumumuzdan vazgeçmeyelim.