DEVRİMDE TUTARSIZ ANLAYIŞLARA YER YOKTUR
GİRİŞ
Uzun süredir var olan büyük kapitalist krizin tüm ülkelerde neden olduğu kriz dalgaları ve buna karşı gerçekleşen, kitle refleksi biçiminde ifade edilebilir isyanlar önümüzdeki günlerin nasıl geçeceğine dair net fikirler vermektedir. Sadece yarı sömürgelerde değil gelişmiş kapitalist ülkelerde de görülen “ekonomik bozulma”lar ve kitlesel yoksullaşma, sorunun “ülke yönetimleri”nin acziyeti, yöneticilerin dar çıkarlarına göre davranmaları, fanatik olmaları, dinlerine veya milletlerine aşırı tutkuları olmadığını, bunlar da olmakla birlikte asıl sorunun kapitalist sisteme içkin olan (çok meşhur bir ifade olarak buna “yapısal” deniyor! Oysa konu ettiğimiz şey kurguyla oluşan bir “yapı”dan çok insan toplumunun üretim ve yeniden üretim ile gerçekleştirdiği toplumsal ilerlemedir. İnsanın bunun içindeki “kurgusu” genel olarak esası teşkil etmez. İnsan bu toplumsal ilerleme süreçlerinde, yer yer bilinçte sıçramayla meydana gelen devrimler haricinde esas olarak belirlenendir.) aşırı üretim, kâr oranlarının düşmesi, sermaye birikiminin önce yavaşlaması ve ardından düşmesi olduğunu göstermektedir.
Serbest rekabetin ilk döneminden, kapitalizmin olgunlaşmasından itibaren insanlık bu sistemin kaçınılmaz krizlerinin sonuçlarını yaşamaktadır. Üretim araçlarının muazzam gelişmesine, üretimin olabildiğince toplumsallaşmasına yol açan kapitalizm bütün tarihi boyunca kitlelere yoksulluk, işsizlik, gelirde eşitsizlik dayatmıştır. Bunlar onun kaçınılmaz sonuçları olarak gerçekleşmektedir, kapitalizm şartlarında bunlardan kurtuluş yoktur. Çünkü bu sistem nihayetinde artı değer sömürüsüne, canlı insan emeğinin üretim sürecinde gerçekleşen sömürüsüne dayanır. Üretim kâr amaçlı ve piyasaya dönük olduğu için esasen planlı bir ekonomi söz konusu olamaz. Planlı ekonomi uygulamaları denilen ekonomi politikaları burjuva sınıfına hizmet eden devletlerin büyük sermaye gruplarının, büyük tekellerin çıkarlarını gerçekleştirmek için “düzenleyici” rolü oynamalarından ibarettir. Örneğin son süreçte Türkiye’de uygulanan, “planlı ekonomi” olarak tanımlanmasa da “tasarrufun planlanması” diyebileceğimiz ekonomi politikaları büyük tekellere, finans merkezlerine ödenmek “zorunda” olunan borçların tahsili içindir. Sadece bu da değil “yatırım şartlarını düzeltmek” adı verilen ama aslında amacı finans merkezlerine “talan ve sömürü şartlarını” sunmak olan bu “tasarruf ekonomisi” böyle bir ekonomidir.
Merkez Bankası rezervlerinin yükseltilmesi, faizlerin yüksek tutulması, ücretlerin düşük tutulması (asgari ücrete yapılan zammın sürekli olarak enflasyon oranının çok gerisinde kalması, beklenen “ara zammın” gerçekleştirilmemesi), emekli maaşlarının güven kaybına rağmen, ısrarla artırılmaması vb. hep büyük sermaye gruplarının, büyük tekellerin çıkarlarını gerçekleştirmek içindir. Şu anda Dünya’da hiçbir yer, hiçbir ülke üreterek, emek sömürüsüne dayanan kâr ile “yeniden sermaye”yi gerçekleştirmek, bu yolla zenginleşmek için yeterli şartlara sahip değildir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, uzun süreceğe benzer bir durgunluk süreci söz konusu. ABD, enflasyonu düşürmek üzere faizi artırma politikasından vazgeçemediği için bugün ciddi bir resesyona girmiş bulunmakta. ABD ekonomisinin halihazırda dünya ekonomisinin motoru olduğu gerçeği bu resesyonun yaygınlaşacağını, derinleşeceğini gösterir. Krizin son belirtisi “tarım dışı istihdam ve işsizlik” oranındaki beklentinin altında kalan artış oldu. Borsaları ve genel olarak piyasaları etkileyen bu düşüşle birlikte ciddi bir “değer kaybı”ndan, ABD borsalarında bir gecede (perşembeyi cumaya bağlayan gece) 2.9 trilyon dolarlık bir kayıp yaşandığından söz edilmektedir. Ekonomisinde durgunluk olduğu gerçeğini uzun bir süredir suni önlemlerle, enflasyon ve faiz dengesini finansal hamlelerle kurarak gizleyen Fed yönetiminin piyasayı manipüle eden yorumlarının sonuna gelindiğinden kuşku yoktur. Borsada ve gerçek ekonomide ciddi kayıplar yaşayan, sermeyesini yeniden üretecek dinamikleri bir süreliğine kaybeden ABD ekonomisinin bu krizi bir dünya ekonomisi krizi olduğunu ısrarla vurgulamak gerekir.
Bağımlı ülkelerdeki kapsamlı ekonomik sorunları salt bu ülkelerdeki “başarısız ekonomi yönetimlerine” bağlayan yaklaşımın bir manipülasyon aracı olduğunu ileri sürüyoruz. Aslolan emperyalist dünyanın dayandığı kapitalist ekonominin kaçınılmaz krizleridir. Bu ülkelerin büyük sermaye gruplarının, tekellerinin ekonomik krizlerin yarattığı sonuçlara göre bağımlı ülkelerdeki kaynaklara yönelmeleri bu ülkelerdeki ekonomi politikalarının belirleyici unsurlarından biridir. Bu güçlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, emperyalizmin yarattığı olanaklar kullanılarak bağımlı ülkelerdeki geri ekonomik şartlar sürdürülmektedir. Ülkemizde yarı feodal şartların halen varlığını sürdürmesi, feodalizmin tümden, tüm kalıntılarıyla tasfiye edilmesinin esasta faşizm uygulanarak engellenmesi emperyalizmin kaçınılmaz olarak ürettiği bir sonuçtur. Benzeri tüm ülkelerdeki aşırı milliyetçi, dindar, tam gerici bir avuç yönetici grubun dar çıkarlarına dayalı ekonomi politikalarının temel dayanaklarından biri emperyalizmdir.
Emperyalizme karşı mücadele ülkemizdeki tüm halk sınıflarının ve katmanlarının ortak konusudur. Böyle olmakla birlikte bu ortak bir amaçla hareket etmenin doğal/kendiliğinden koşullarını yaratmaz.
Yoksul ama toprağı olan köylünün, küçük işletme sahiplerinin, küçük burjuvaların, ulusal burjuvaların emperyalizme karşı mücadelesi “kendi mülkiyet biçimlerine” ve bunlardan kaynaklanan bilinçlerine yansır. Sosyalizm yönünde değil de küçük üretimini ve mülkiyetini korumak yönünde davranmaları da bu nedenle kaçınılmazdır. Bu, onları devrim düşmanı yapmaz. Bununla birlikte sosyalizmin tutarlı savunucusu da yapmaz. Emperyalizme karşı tutarlı çizginin başarısında onların olmazsa olmazlığı emperyalizme karşı kaçınılmaz ortak mücadelede tanımlıdır.
Bu yazı dizimizde bizimki gibi ülkelerdeki feodal şartların, dinamiklerin gerçekliğini de ortaya koyarak küçük üretime dair olumlu bir rota çizmenin anti bilimsel ve anti Marksist özelliklerini ortaya koyacağız. Böylelikle kapitalist krizlerin neden olduğu sonuçlarla, özellikle sermaye ihracı ile gerçekleşen değişimlerin anlamı da çözümlenebilecektir. Ayrıca ülkemizdeki devrimin, toplumsal gelişimin doğal bir ürünü olduğunu ileri sürdüğümüz büyük toplumsal dönüşümlerin ülkemizdeki somut durumu da gözler önünde serilmiş olacaktır. “Devrimimiz kimlere karşıdır ve kimler içindir” sorusunun bir özet yanıtı niteliğindeki yazımızda yaygın bir üretim biçimi olarak küçük üretimi tartışacağız…
Kapitalist ekonominin tarımda oynadığı devrimci rol toplumsal ilerlemenin en önemli, değeri çok büyük tarihi rollerden biridir. Bugünkü toplumsal üretimin gücü ve yetkinliği, ayrıca gelecekteki toplumsal mülkiyetin de bu olaydan ayrı değerlendirilemez. Ne var ki bu devrimci rol kapitalizmin emperyalizm aşaması ile birlikte tamamen sona ermiştir. Günümüzde emperyalizm aşamasının ileri bir düzeyine sahip kapitalizm tarımda devrimin bütünlüklü ilerlemesinin önünü kesen, geri ekonomik şartlardaki ülke ekonomilerinin tarımını kimi zaman dehşet verici biçimlerde baltalayan bir role sahiptir. Uzun bir süredir bu ülkelerdeki tarımsal devrim bu kapitalizme karşı güçlü ve yok edici toplumsal eyleme gereksinim duymaktadır. Yarı feodal ülkelerdeki bu tür bir devrimi kavramadıkça tüm insanlığın gerçek kurtuluşu, toplumsal mülkiyetin tüm şartları gerçekleşemeyecektir. Nasıl bir toplumsal düzene sahip olduğumuzu öğrenerek, bunun için kafa yorarak kurtuluşumuzun dinamiklerini anlamak zorundayız. Bunu engelleyen, buna bir biçimde muhalefet eden, gerici yaklaşımlarla toplumsal kurtuluşun gerçek bilincini bulanıklaştıran, kendi dar düşünüşünü ve belirsiz geleceğini bütün topluma yayan anlayışlara karşı mücadele söz konusu anlama zorunluluğunun bir parçasıdır. Bütün çalışmalarımızın temelinde özellikle yer alan “anlama zorunluluğu” ideolojik ve teorik mücadelelerimizin de bir parçasıdır. Bu zorunluluğun gerçekleşmesine/kavranmasına vesile olacağını umarak dizi yazımıza başlıyoruz…
TARIMDA YARI FEODAL İLİŞKİLERİN TEMEL DAYANIĞI: KÜÇÜK ÜRETİM-I
Lenin Tarım Sorunu teorisinde (Cilt-12) kapitalizmin tarımda oynadığı devrimci rolü Kautsky’den şu alıntıyla ortaya koyar: “Kapitalizm tarımda, yoksulluk ve cehalet içinde ezilen köylülerin geleneksel zanaatını tarımbilimin bilimsel uygulamasına dönüştürerek, tarımın ezeli durgunluğunu kırarak ve toplumsal emeğin üretici güçlerinin hızla gelişmesine ivme kazandırarak devasa bir devrim gerçekleşmiştir…” (Lenin, 1998:19)
Hayvanların, toprağın ıslahı, tarımda uzmanlaşmanın ve iş bölümünün gelişmesine tekniğin eşlik etmesiyle beraber ürün değişimi yaygınlaşmış, çeşitlilik ve verimlilik önemli bir artış göstermiştir. Makinede buhar ve elektriğin kullanılmasıyla bu üretim dalında muazzam gelişmeler yaşanmış, bakteriyoloji tarıma uygulanmış, bitki fizyolojisine uygun yapay gübre kullanımı gelişmiştir. Bunların hepsi toplumun doğaya bağımlılığını, doğa karşısındaki acziyetini azaltmada önemli rol oynayan yadsınamaz ilerlemelerdir. Bunun başat aktörünün kapitalizm/burjuvazi olması, gerçekliği değiştirmez. Burjuvazinin gericileşip emperyalist karakter kazanmasıyla beraber toplumun ilerlemesine, üretici güçlerin gelişimine uygun üretim ilişkilerinin devrimci dönüşümüne bütün olanaklarıyla engel olmaya başlaması tarihsel olarak oynadığı ilerici rolü inkâr etmek, hepten olumsuzlamak için, daha da kötüsü onun karşısına kutsamak ve kurtuluş gibi sunmak üzere küçük üretimi-mülkiyeti yerleştirmek için doğru, haklı bir gerekçe olamaz. Neden olduğu olumsuz toplumsal sonuçları, daha ileri ve üstün bir toplumsal düzenle, sosyalizm-komünizmle aşmanın gerekçesine dönüştürmek gerekirken kıyaslanarak değerlendirildiğinde korkunç derecede yıkıcı da olsa emperyalizme küçük üretimi tercih etmek, bu geri üretim ve mülkiyet biçimini kutsayıp bir direnç noktası görmekte ısrar tarihsel gericiliktir.
Kuşkusuz bu teoriler yeni değil, hemen her tarihsel dönemeçte “devrimci” bir çözüm olarak değişik biçimlerde savunulmaktadır. Bu görüşleri mümkün olduğunca eleştiri konusu yapıp mahkûm etmek ideolojik mücadelenin bir gereğidir.
Bundan hareketle “Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım” başlıklı Nisan Yayımcılık’tan çıkarılan kitaptaki görüşleri konu edeceğiz. Meselenin, özellikle son yıllarda önemli gelişmelerle beraber yoğun tartışılması, daha kapsamlı ele alınmayı gerektirdiğine kuşku olmasa da değerlendirmemizin sınırlı olacağını belirtmeliyiz.
KÜÇÜK ÜRETİM BÜYÜK AMAÇ
“…büyük çiftliklerde şirketler tarafından yapılan endüstriyel tarıma karşı küçük aile üretiminin önemi Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yapılan bir araştırmayla kanıtlanmıştır. BM, 57 ülkede, bin civarında noktada yapılan bir araştırma sonucuna göre küçük aile üreticiliği ile yapılan tarımsal üretim endüstriyel tarım üretimiyle kıyaslandığında küçük aile üretimiyle yapılan üretim verimliliği endüstriyel tarım sanayi üretimine karşı ürün çeşitlerine göre yüzde 30 ile 70 arasında değişen oranlarda daha verimli olduğunu tespit etmiştir…” (Esrin Balcı, Emperyalist Tekellerin Kıskacında Türkiye’de Tarım, Nisan Yayımcılık, s. 249)
Küçük meta üretimi kapitalizmin çekirdeğidir, onun büyüyüp gelişmesi yani büyük üretime dönüşmesi kapitalizmin zaferini pekiştirir. Büyük üretimin zaferi pekiştikçe küçük üretimin de sefaleti derinleşir. Küçük üretim her ne kadar kapitalizmin gelişiminin koşulu olsa da bu gelişim sadece küçük üretimin yıkımı pahasına olur. Kapitalizmin onun mahvına neden olması ne küçük üretimin savunulmasını gerektirir ne de kapitalizmin çekirdeği olan bu üretimi bir kurtuluş, bir çare gibi görmeyi. Kapitalizmi kötülüklerin sebebi ilan edip olumsuzlarken bağrında kapitalist ilişkileri taşıyan daha geri bir üretimi olumlamak tutarlı da değildir. Küçük üretim ne meta ilişkilerini ortadan kaldırma karakteri taşır ne de onun egemenliği kapitalizmin yol açtığı sorunların çözümünü sağlar. Onun varacağı yer sermayenin-metanın egemen olacağı bir burjuva toplumdan başka bir şey olmayacaktır. Emperyalizm küçük aile üretimini-mülkiyetini yıkıp proleterleşmeyi artırırken ve bu daha ileri düzeyde bir sınıfsal savaşımı proletaryanın görevi haline getirip büyük sosyalist üretimin koşullarını geliştirirken küçük burjuvanın savunduğu şey, geriye dönüp küçük aile üretimini inşa etmek, korumak olmaktadır. Bu bile onun proleter görüşten, ideolojiden yoksunluğunu gösterir. Küçük üretim sosyalizmin maddi koşullarını sağlayamayacağına, gelişmiş kapitalizm bu koşulları küçük üretime göre daha büyük ve geniş ölçüde sağlayacağına, proletarya için sınıf savaşımı olanağını her bakımdan daha ileri düzeye vardıracağına göre proleter bakış açısından bu ikisi arasında küçük üretim lehine bir tercih yapılamaz. Proletarya tarihsel ve iktisadi bakımdan toplumsal ilerlemeyle sonuçlanmış/sonuçlanan hiçbir durum karşısında ilerici hiçbir özellik taşımayan daha geri bir toplumsal üretim-ilişki biçimini diriltme taraftarı değildir, olamaz. Buna taraf olan da proleter karakterden yoksundur.
Küçük üretimin iktisadi açıdan giderek daha fazla geriletilmesi bizi büyük özel mülkiyetin büyük sosyalist mülkiyete dönüştürülmesi doğrultusunda daha tam bir kararlılık göstermeye zorlarken küçük mülkiyeti kutsama-koruma görevine soyunmak tam bir acziyet halidir. Engels küçük köylünün kaçınılmaz yok oluşunu gördüğümüzü; ama bunu çabuklaştırmakta hiç de yükümlü olmadığımızı, proletaryanın iktidarında büyük toprak sahipleri için gerçekleştirdiğimiz zorla kamulaştırmayı küçük köylüler için aklımızdan bile geçirmeyeceğimizi, onu olumlu örneklerle, büyük toplumsal üretimin toplumsal faydalarını pratikte göstererek ikna edeceğimizi söylerken temel yaklaşımımızı ifade ediyordu. Bu görüş temel bir anlayış olarak Marksistlerin tartışmasız ortak görüşüdür.
Sosyalist üretimin karşısında küçük üretimin kaçınılmaz yok oluşu kendiliğinden, hiçbir zorlama, zor alımı olmadan örnekler yoluyla iknaya dayalı iken kapitalizmde bu tam tersi şekilde gelişir, gerçekleşir. Biz nasıl ki onun kaçınılmaz yok oluşunu çabuklaştırmakla yükümlü değilsek kapitalizmin bunu çabuklaştıran gelişimini engellemekle de yükümlü değiliz. Bu bize rağmen gerçekleşen bir süreçtir ve proletarya bu yıkımın karşısında ancak büyük toplumsal mülkiyeti savunabilir. “Genel olarak konuşmak gerekirse, küçük mülkiyeti desteklemek gerici bir şeydir, çünkü böyle bir destek büyük ölçekli kapitalist ekonomiye karşı yöneltilmiştir ve sonuç olarak toplumsal gelişmeyi geciktirir ve sınıf savaşımını engeller ve örter. Ancak bu durumda biz, küçük mülkiyeti kapitalizme karşı değil, serfliğe karşı desteklemek istiyoruz; bu durumda küçük köylülüğü desteklemekle, sınıf savaşımının gelişmesine güçlü bir dürtü kazandırmış oluyoruz…” (Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, Sol Yayınları, s. 38) Proletaryanın büyük amacı kendisiyle beraber bütün sınıfların kaçınılmaz yok oluşu doğrultusunda toplumun dönüştürülmesini sağlamaktır. Dolayısıyla kendisi dahil herhangi bir sınıfın kaçınılmaz yok oluşunu engellemek için özel bir amaç gütmesi onun kendi büyük amacına aykırıdır. Bu yüzden proletarya küçük üreticiyi kapitalizmden ancak kapitalizmi yok ederek kurtarabilir. Bu, aynı zamanda kapitalizmi üreten, ona dayanak teşkil eden küçük üretimin de sosyalist üretime örnekler yoluyla iknaya dayalı asimilasyonunu gerektirir.
Kapitalizm altında küçük üretimin korunmasının özellikle kapitalizmin egemen hale gelemediği Türkiye gibi ülkelerde üretici güçlerin gelişimi bakımından özel politikalarla ele almayı gerektirdiği de üzerinde durulması gereken bir meseledir. Bu noktada problem (Lenin’in de belirttiği gibi onu kapitalizme karşı değil, serfliğe karşı desteklemek) onun hangi ilişkilerin gelişimine bağlandığını ayırt etmektir. Örneğin komprador burjuvazi ve toprak ağalarının mevcut ilişkilerini üretmeye hizmet edecek şekilde ele alınırsa ne üretici güçlerin gelişimine hizmet edebilir ne de egemen yarı feodal ilişkilerin-üretimin cenderesinden kurtulabilir.
Emperyalizmin tahakkümündeki egemen sınıfların, üretimin kendisini güçlendirmekten başka bir sonuç elde edilemez. Bu ilişkiler altında küçük üretimin korunması kapitalizmin gelişimine hizmet edecek kapitalist bir önlem olarak bile gerçekleştirilemez. Ancak proletarya onu bu yarı feodal gerici ilişkiler karşısında üretici güçlerin gelişimi doğrultusunda kararlı bir şekilde teşvik edebilir, destekleyebilir ve o, ancak proletarya ile ittifak halinde bu boyundurluğu kırıp önündeki engelleri kaldırarak sefaletten kurtulabilir. Proletarya Partisi bu yaklaşımını özel taktikler, çalışmalar, kampanyalar vb. ile de güncel politikada somutlaştırabilir. (Yazının konusu olmadığından bu sorumluluğa genel bir vurgu yapmakla yetiniyoruz.)
Devam edecek…