Erkek egemen anlayışa karşı mücadelenin de tüm diğer mücadeleler gibi bütünde geliştirilmesi gerekir. Parçada gördüğümüz, anladığımız anlayışların tarihsel ve sınıfsal bir bütünlüğü vardır. Bu onun gerçek gücüdür. Komünist olmayan anlayışlara karşı mücadelenin bütünlüklü olmak zorunda olduğu fikrini erkek egemen anlayışa karşı da uygulamak gerekir. Kadın üzerindeki baskının ağırlığı ve yoğunluğu ancak bütünlüklü kavrayışa sahip olduğumuz derecede alt edilebilecektir…
PARÇADA KALAN PARÇADA KAYBOLUR
Komünist olmayan davranışların bize ait olmadığını, bu nedenle bu davranışları dışlamak gerektiği konusunda net olmalıyız. Dışlamak, göremeyeceğin kadar uzağa itmek değildir; komünist olmayan düşüncenin oluşmasına olanak vermeyecek düzeyde ve yoğunlukta doğruyu yapmak, sınıf mücadelesi içinde proleter bilinci sürekli taşımaktır. Bunun, “iki çizgi mücadelesini reddetmek” olduğunu ileri sürebilecekler çıkarsa eğer, daha açıklayıcı olmak için: Komünist olmayan düşüncenin açığa çıkması ve dışlanması için komünist olanın açığa çıkarılması ve gerçekleştirilmesi gerektiğinden söz ettiğimizi ifade etmeliyiz. Komünist düşünce açığa çıkarılmadığı takdirde komünist olmayan düşüncenin “komünist olmadığı” tespiti yapılamaz. Komünist düşüncenin egemenliğinde komünist olmayan düşüncenin yaşam şansı azalmaktadır. İki çizgi mücadelesi, iki çizginin -komünist ve komünist olmayan- aynı anda yaşamasına, gerçekleşmesine müsamaha göstermek değildir. Tam aksine bu iki düşünce biri diğerini dışlar biçimde olanaklıdır. Bir şeyin olanaklı olduğunu söylemek gerçekleşmesi gerektiğini savunmak değildir. İki çizgi mücadelesi bu gereklilik yaklaşımını yadsımak üzere geliştirilmiş bir anlayıştır.
“Bunlar parti içindeki sınıf çelişkilerini, toplumdaki yeni ve eski şeyler arasındaki çelişkileri yansıtır.” (Mao)
Bundan yola çıkarak ülkemizin burjuva-feodal toplumsal yapısının geriliklerinin komünist saflara sirayet edeceğinden şüphe etmemeyi öğrenmeliyiz. Bu burjuva-feodal anlayışın taşıyıcıları da nihayetinde kolektifin bir parçası olurlar. Parçalar da bize aittir fakat parçalar bütüne değil, bütün parçalara hükmetmelidir. Koşulların çelişkilerdeki etkisini hiçbir zaman reddetmiyoruz; bununla beraber koşullara hükmetme iradesini göstermek gerektiğini savunuyoruz. Koşullara hükmedebilir ya da koşulların etkisi altında kalabiliriz, kaybedebilir ya da kazanabiliriz. Bu savaşımda elimizde bir silah olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Elimizdeki silah, daha önce de defalarca dikkat çektiğimiz üzere MLM’dir.
Sorunlarımız, tartışmalarımız, eylemlerimiz gösteriyor ki komünist olmayan düşünceyi dışlamak konusunda ciddi eksikliklerimiz söz konusu. Şimdi biz elimizdeki silaha modern dünyanın en gelişkin, alt edilemez, biricik silahı değil de “taş alet” muamelesi yapıyorsak bu onun niteliğinin farkında olmadığımızı gösterir. Böylesi her durumda yeniyi sahiplenmediğimizi, eskide takılıp kaldığımızı itiraf etmeliyiz. Bizim elimizdeki silah çağa uygundur. Biz de eski insan değil, yeni insanız. Elimizdeki silahı tanımıyorsak onun işe yaramasını bekleyemeyiz, silahın kendiliğinden ateşlenmesi mümkün olabilir mi? Yeni insanla yeni silah buluşmalıdır. Ancak bu durumda, MLM komünistlerin elinde olduğunda burjuvazi için yıkıcı; ezilen sınıf, cins ve uluslar için yapıcı bir güce dönüşecektir.
HER ŞEYİ BİLDİĞİNİ SANAN YANILIR
“Dünyanın en gülünç insanları kulaktan dolma bazı ham bilgilerle kendisini ‘allâme-i cihan’ sanan ‘çokbilmiş’lerdir. Bu, bu insanların boylarının ölçüsünü pek iyi bilmediklerini gösterir.” (Mao Zedung, Teori ve Pratik)
Etrafımıza baktığımızda Mao’nun bahsini ettiği insanları çok rahat görebiliriz. Etrafımızdaki bu insanların temel sorunu inceleme yöntemini, doğru bilginin gelişimini dışlamalarıdır. Bunun ciddi ve sürekli irade gerektiren bir tutum olduğu açıktır, dışlama da bundan ötürüdür. Oysa ancak doğru bilgi, dolayısıyla ısrarlı irade doğru müdahalelerin, doğru davranışların kaynağıdır. Koşullara hükmetmek ancak koşulları; ama aynı zamanda şeyin -burada kendinin- özünü anlamakla mümkün olabilir. Yani koşulların, şeyin bilgisine sahip olmayan boyunun ölçüsünü öğrenmek zorunda kalır.
Dünyada ve özel olarak ülkemizdeki gelişmeler, koşullar ve koşulların kolektifte ve bireylerdeki etkisi gözümüzü kapatamayacağımız olgulardır. “Koşullar mevcuttur” deriz; bunu devrimimiz için de söyleriz, karşı devrim için de. Bunun tam açılımı devrim ve karşı devrim için de gelişim olanaklarının var olduğudur. Sadece “var” değiller, aynı zamanda gelişme şartlarına da sahiplerdir. Hangisinin gelişim halinde olduğu ve geliştiği öznelerin tavrına bağlıdır.
Kolektifte de komünist ve komünist olmayanın gelişim koşulları vardır. Mücadele ve hâkimiyet bu noktada niteliğimizi belirleyecektir. Komünist niteliğimizi artırmayı hedeflemek zorundayız: mücadeleyle komünist olanın hâkimiyeti sağlanmalı, komünist hareket/davranış sağlamlaşmalı, süreklileşmelidir. Yoksa, devrimin ve karşı devrimin tüm bilgisine sahip olduğumuz kanısıyla hareket edersek ne yeniyi kavrayabiliriz ne de komünist niteliğimizi geliştirebiliriz. Çelişkinin evrenselliği ve özgüllüğü meselesini bu yazımızda derinleştirmeye gerek duymuyoruz. Sadece bu ilkelerin tam anlamıyla anlaşılmadığı, sorunlara yönelirken özgül yanların kaçırıldığına ya da yalnızca özgül yanların incelendiğine tanık olduğumuzu belirtelim. Kadının kurtuluş sorununu “aile” ya da “emek sömürüsü” ile sınırlamak gibi. Sınırlı bu anlayışlar ne erkek egemenliği ne de kadının üzerindeki tahakkümü anlayabilir. Anlayamadığı gibi cevap da olamaz.
ERKEK EGEMENLİĞİN KAYNAĞINA YÖNELEMEMEK
Kadının üzerindeki tahakkümü anlayabilmek için çelişkinin özgünlüğünün bilinmesi gerekmektir. Nitekim koşullarımızdaki erkek egemen davranışın kaynağı bu düzendir. Bu düzen var oldukça erkek egemenlik de olacaktır, diyoruz. Peki erkek egemen anlayışın yansımalarını, sonuçlarını ne kadar kavrayabiliyoruz? Çünkü kaynağa bunları kavrayabildiğimiz oranda yaklaşabiliriz.
Kadınlar üzerindeki tahakkümü anladığını söyleyenler çoğunlukla anlamıyordur. Ülkemizin iç içe geçmiş, karmaşık üretim ilişkileri ve toplumsal yapısı da bunu olumsuz yönde etkilemektedir. Sorunun kaynağını bulmak için yukarıda da sözünü ettiğimiz üzere inceleme yöntemine başvurmalıyız. Bizi inceleme yönteminden alıkoyan şey ise erkek egemen anlayışın kendisidir. Egemen olan egemenliğinin yıkılmasından, ayrıcalıklarının elinden alınmasından korkar. Erkeğin egemenliği kendiliğinden vardır. Bu düzen erkeğe sunuludur. Kendi başına o çoğunlukla bunun farkında bile değildir. Bu içselleştirilmiş, sağlamlaştırılmış bir anlayış ve davranış biçimidir. Özellikle yönelinmezse bilince çıkarılamaz. Komünist kadın ve erkekler bu nedenle kendindeki erkek egemenliğe yönelmelidir. Eğer hepimiz birer parçaysak ve bir araya geldiğimizde bir bütünü oluşturuyorsak bütün için de bunu yapmalıyız. Çünkü kendini yıkmak, yalnızca kendimizle alakalı değildir. Bunun bir anlayışı yıkmak olduğunu da farkına varırsak yıkım ve inşa anlamlı olur. Kendinde değiştirme-dönüştürme gücünü bulamamak ya da erkek egemenliği sıradan bir “zaaf” olarak görmek demek, “anlayış sorunu” olarak görmemek demektir. Burada komünist düşünceye, halka, devrime inanmama vardır. Değiştirmek-dönüştürmek, yıkmak-inşa etmek bize içkindir. Yıkımın kendisi sancılı olabilir; çünkü tüm dünyada hâkim olan bir anlayışı kendinde, kolektifte yıkmak oldukça zordur. Sosyalist devrimlerde karşı devrimin saldırıları da buna benzer: Erkek egemenlik her zaman teyakkuz halinde olacaktır; çünkü karşı devrime aittir. Günlük yaşamın ve devrimci faaliyetin her anında bu sorunla karşı karşıya olduğumuzu fark edebilecek kadar donanmalıyız. Fark edersek müdahale etmemizin zorunluluğuna da ikna olabiliriz.
Nihayetinde erkek egemenliği “anlayış eksikliği”, “burjuva çizgi” yerine “zaaf” olarak nitelendirmek o sorunu çözme iradesini de yerle bir etmektedir. Pekâlâ “yemek yemeye zaafım var”, “alışverişe zaafım var”, “televizyon izlemeye zaafım var” denilebilir; fakat erkek egemenlik böyle bir durum değildir. Zaaf değil, anlayış eksikliğidir; hatta her erkek egemenlik de yalnızca anlayış eksikliği değildir. Bazıları kadın düşmanlığına tekabül etmektedir. İçimizde ve dışımızda, hâkim olan ya da olmaya çalışan erkek egemenlik de mücadelemizin parçasıdır.
Erkek egemenlik bir devrimcide onun hem faaliyetinde hem de günlük yaşamında çeşitli görüngülerle kendini belli eder: Eylemde, gazete, bildiri dağıtırken ya da aile, arkadaş ortamında. Biraz düşünürsek bulabileceğimiz; gözlerimizi kapattığımız, yeniden yeniden üretmekten çekinmediğimiz, bunun neye mal olduğunu anlayamadığımız bu gerçekleri görmek zorundayız. Bunlar devrimimizi ilerleten değil, gerileten anlayışın görüngüleridir. Görüngülerle mücadele etmek kötü değildir, kötü olan onun beslendiği anlayışla uzlaşmaktadır, parçada kazanma arzusudur. Farkındalık ve mücadele görüngüyle başlasa da bunu bütüne mal etmek gerektiğini hiç unutmamalıyız.