13 Temmuz günü ABD’nin Pensilvanya eyaletinde eski devlet başkanı Trump’a yönelik bir suikast girişimi gerçekleşti. ABD seçimleri öncesinde gerçekleşen suikast girişimi bir dönüm noktası olabilir. Bu dönüm noktası ABD seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar Biden’ın sağlık sorunları, iradeden yoksun olduğunu ele veren davranışları, TV tartışmasında Trump karşısında hiçbir varlık gösterememesi onun seçilme olasılığını iyice zayıflatmış olsa da suikastla bu olasılığın büsbütün yitirildiği söylenebilir. Olayın ardından birçok komplo teorisi ortaya atıldı. Trump’ı kim vurdu? Suikast girişiminin faili Thomas Matthew Crooks kim? Trump seçim öncesi bir tezgâh mı düzenledi? Bu soruların her birine cevap aranabilir. Fakat komplo teorilerinden ziyade bu suikastın ABD seçimlerini nasıl etkileyeceğini ve bu suikast girişimini doğuran koşullara değinmek gerekiyor.
ZAFER KURŞUNU MU?
Biden yönetimi ve politikası uzun zamandır ABD’de tartışılıyor. Özellikle Biden’ın garip davranışları “iradesini yitirmiş bir Dünya lideri”nden beklentinin düşmesine, belirsizliğin artmasına, güvensizliğe neden olmakla birlikte değerlendiriliyordu tüm ekonomi politikaları ve çeşitli yerlerdeki bölgesel savaşlar ve çatışmalar… ABD halkının iki güven vermeyen, tartışmalı, aşırı derecede kibirli ve çıkarcı davranan Biden ve Trump arasında bir seçime zorlanması gerçek ötesi bir durum olarak yargılanıyordu. Kendi başına Biden’ın akıl sorunlarına dair tartışmalar böyle bir yargılama için yeterliyken Trump’ın pek de farklı olmayan tartışmalara konu olması meseleyi büsbütün sıkıntılı hale getiriyordu. Halklar için vaat edebilecekleri hiçbir şey yokken bu iki liderden en azından birinin tasfiye olması gerekmez miydi? Biden iradesiz bir kukla gibi hareket ederken pek güçlü, kudretli Trump’ın aklı, derin kuyulara inmek için güvenilir miydi? Akıl tartışmalarının bir anlamı olmadığını her ikisinin başkan şimdi de başkan adayları olmalarından hareketle söyleyebiliriz. İkisi de ve elbette onları bu konumlara hazırlayan, bu konumda olmaları için destekleyen kesimler de kendi seçimlerinden pek bir endişe duymuyorlar.
Bu endişesizlik halinden anlıyoruz ki özelde ABD halkına, genelde ise Dünya halklarına, ABD’nin iktidar seçiminde aslında bir tiyatro oyunu sergileniyor. Suikast girişimi de ister komplo olsun ister başarısız bir deneme; ama her halükârda önümüzdeki dönem için ABD’nin yönetimini değiştirmeye yetecek bir gelişme. Bu kurşun, Trump için zaferi getirebilir. Daha önce Trump’ın yargılanması, yandaşlarının Kongre baskını, Trump’ın seçimlere katılım kararı ve son olarak suikast. Bunların hepsi seçime giden yolun temel taşları oldu. Olayın kendisi amatör bir suikast eylemi gibi görünebilir. Bu basitlik akla ilkin suikast girişiminin Trump tarafından örgütlendiğini getirdi.
Bir suikastçı 21. yy.da, ABD gibi bir ülkede, bu kadar basit bir suikastı nasıl yapar? Olay anını görüp tanıklık yapanlar elinde silahı ile Crooks’un çatıya çıktığını belirtiyor. Hazırlığı, silahını ateşlemesi ve merminin Trump’a gelmesinin ardından suikastçı korumalar tarafından vuruluyor. Bu basitlik, Trump’ın kendi kendine düzenlediği bir suikasttan söz edilmesini mümkün kılıyor. Komplo teorilerinin en önemli vasfı, söz konusu olayın sonuç olarak kime kazanç sağladığına odaklanması ve bunun için güçlü veriler içermesidir. Suikast “başarısız bir girişim” olarak gerçekleşti. Her koşulda da Trump için bir zafer diyebiliriz. Trump suikast girişiminin ardından “savaş savaş!” diyerek kitleye seslenmeye devam etti. Son yılların ikonik bir fotoğrafı da ortaya çıktı: Yüzünde kan şeritleri olan Trump’ın sağ yumruğu yukarıda!
19 Temmuz’da resmi olarak Cumhuriyetçilerin adayı Trump oldu. 5 Kasım’da ABD seçimleri gerçekleşecek. Suikast girişiminin öncesinde Trump ve Biden 27 Haziran günü canlı yayına katıldılar. Canlı yayındaki ikilinin performanslarının ardından Trump’ın popülaritesi arttı. Birkaç hafta sonra ise suikast olayı gerçekleşti. İkilinin politikalarından ziyade karakterleri, davranışları seçimin gidişatını etkiliyor. Bu etkide Trump önde görünüyor. Biden kanadı bu etkinin artık “iradesiz veya yaşlı Biden”la kırılabilir olmadığını tespit etmiş olmalı ki “lider”in inadı nihayet alt edildi. “Asla çekilmem” diyen Biden “artık sadece başkanlık görevlerini yapmak üzere” çekildiğini açıkladı. Böylece yılın başından itibaren “yeni bir lider”le yola çıkmak gerektiğini savunanlar muratlarına ermiş oldular.
Yeni başkan adayının halihazırda başkan yardımcısı olan Kamala Harris olacağı öngörülüyor. Harris “iyi ve güçlü bir liberal” olarak tanımlanmakta. Biliyoruz ki bu iyi ve güçlü kavramlarının arkasında dev tekellerin “küreselci” politikalarının, emperyalist Batı blokunun pekiştirilmesi niyetinin sürdürülmesi var. Trump kanadı ise bunların yerine ABD merkezli ulusalcı bir hat izlemekten söz etmektedir. Trump’ın bu yaklaşımı hiç şüphesiz “uluslararası hegemonik güç” konumundan ve iddiasından vazgeçmeyi içermez. O bu konumu sürdürmenin yolu olarak emperyalist diğer devletler başta olmak üzere bağlaşıklarından daha fazla katkı almanın farklı yollarını zorlamaktadır. ABD hegemonyasının sürdürülebilirliği için bunun “maliyeti”ni azaltmak, maliyeti dağıtmak üzere gerektiğinde hegemon devlet olmasının sağladığı dengeleri sarsmak Trump’ın başkanlık dönemindeki politikalarından biriydi. ABD ekonomisinin çıkarlarına öncelik vermek biçiminde ifade edilen politika da hegemonik güç olmanın maliyetinin taşınamaması ile ilgiliydi. Dünya ekonomisinin krizli yapısından kaynaklanan maliyet sorunu Trump’ın “sıradışı” uluslararası politikalarının kaynağıydı. Sürecin krizli ve maliyetli yapısı devam ettiği için aynı “sıradışılık tehlikesi” devam ediyor ve temel güçlerin esas unsurları bu tehlikeyi bertaraf etmekte “kararlı” görünüyor. Biden’ın çekilmek zorunda kalması, yerine Harris gibi “iyi bir liberal”in gelecek olması bu kararlılığa işaret eder…
ABD’DE BİR DEĞİŞİM Mİ OLACAK?
Rusya-Ukrayna savaşının ardından ABD emperyalizminin Dünya’daki rolü ve etkileri tartışılmaktaydı. Öyle ki emperyalistler arasındaki gerginlikte saflaşma da daha bariz biçimde görünür olmuştu. Rus emperyalizminin başını çektiği karşıt safta, yükselen bir tehdit olarak Çin sosyal emperyalizminin açıktan olmasa da Rusya safına kan taşıması emperyalistler arası pazar hâkimiyeti kavgasını kaşımaya başladı. NATO’nun Rusya-Ukrayna savaşıyla tekrar savaş makinesi olarak parıldamaya başlaması da bu saflaşmanın bir örneğidir.
Gelelim ABD’ye. “3. Dünya savaşı” tehdidi Dünya halklarına karşı sıklıkla dile getiriliyor. Avrupa’da emperyalist devlet yetkililerinden gelen açıklamalar, ABD’de Trump ve Biden’ın (bundan sonra Biden yerine yeni Demokratlar adayının) ortak “savaş” açıklamaları bunun göstergesi. ABD’de iktidarın el değiştirmesi savaş olgusunu ya da kışkırtmaları etkileyecek mi? Trump’ın seçim vaatlerinden biri de bu. “Savaşı bitireceğim” diyerek her defasında Rusya ve Putin ile görüşeceğini dile getiriyor. Ukrayna cephesinden de tersi bir açıklama söz konusu. Zelenski, Trump’ın seçilmesi durumunda ABD ile ilişkilerinin bundan etkileneceğini belirtiyor. Ukrayna’nın şu an için bir çözümsüzlük içerisinde olduğu görünüyor. Öte yandan İngiltere Ukrayna’ya silah ve maddi yardımların kesintisiz devam edeceğini açıkladı. Savaş konu olduğunda egemen sınıfların temsilcileri kışkırtmaya kuşkusuz devam edeceklerdir. ABD seçimleri de bu bağlamda aynı güdülere sahip genel politikanın seyrini etkileyecektir.
Yanı sıra sermayenin popüler temsilcilerinin Trump’a destek açıklamaları ekonomik kriz koşullarında her türden açık anti demokratikliğin yaygın destek alabileceğine işaret ediyor. “Halkın seçimi” olmaktan çok “yönlendirilmiş seçimler” kategorisindeki demokrasi oyununu oynayanlar farklı ülkelerdeki anti demokratik yönetimleri, hareketleri, uygulamaları darbe varıncaya kadar desteklemekte tereddüt etmemekteler. Dünya düzeni için gereken darbe ise onun da meşru olduğunu savunan azımsanmayacak bir ünlü kitlesi var Dünya’mızda. Bunlardan biri de Elon Musk. Musk, Trump yanlısı yeni bir siyasi eylem komitesine 45 milyon dolar bağışlayacağını duyurdu. America PAC adlı komitenin diğer destekçileri arasında Palantir Technologies’in kurucu ortağı Joe Lonsdale ve Winklevoss kardeşler de bulunuyor. “Yeşil enerji”, “Fed”, “vergiler” gibi konularda Trump’ın belirli vaatleri var. Trump, ekonomik durumu “yıkıcı enflasyon kriz” olarak belirliyor ve faiz oranlarının düşürülmesini vaat ediyor. Ayrıca vergi indirimlerinin kalıcı hale getirilmesi de vaatler arasında yer alıyor. ABD emperyalizminin ekonomi politikasındaki değişimler elbette ki dünya ekonomisi üzerinde de etkisi olacaktır. Otomotiv sektöründe Çin’e bağımlılığı azaltma sözü veren Trump, otomobil üretiminin ABD’ye taşınacağını dile getirdi. Doların rezerv para konumundaki hâkimiyetinin zayıflaması olası Trump iktidarında ekonomi politikalarda değişim yaratabilir. Önümüzdeki süreç bu olası değişimlerin sinyalini verecek tartışmaları doğurabilir.
ABD emperyalizminin yönetim krizi ABD’de yaşayan geniş bir kitle açısından görünmez, bilinmez değildir. Üniversitelerde gerçekleşen ve ısrarla, polis saldırılarına rağmen sürdürülen Filistin’e destek eylemleri özellikle ABD yönetiminin politikalarına karşıydı. Yoksulluğun derinleşmesine rağmen savaşa ayrılan bütçe kitleler için açık bir tehditti ve açıktan reddedildi. İsrail’e yapılan dolar ve silah yardımları, Ukrayna’ya verilen “tam” destek, Asya-Pasifik’te Filipinler’e Çin’e karşı konumlaması ve desteklenmesi için bütçeden ayrılan paylar savaşa ayrılan miktarı artırıyor.
Dünya halklarının üzerinde emperyalizmin kan emici sömürü politikaları zorbalıkla sürüyor. ABD seçimleri genel politikaların önümüzdeki süreçteki biçimini etkileyecektir. Fakat bu etkinin “faşizm mi, demokratik yönetim mi?” ikileminde olmayacağını öngörmeliyiz. Trump’a karşı “demokratik” Biden’ı desteklemek gerektiğini ileri sürenlerin politik aczine kısa zamanda tanık olduk. Elbette önümüzdeki süreç de benzer biçimde “kısa zamanda gerçeği” gösterecektir. Ne var ki sorun asla bu olmadı ve bu olmayacak. Asıl sorun emperyalizmin kaçınılmaz durağı olan faşizmin, paylaşım savaşının karşısında halkların öncü güçlerinin hazırlığıdır. Suikast girişimi seçimlerin ve siyasi değişimin hareketli geçeceğini gösteriyor.
Trump’a sıkılan kurşun, ABD emperyalizmi için bir “zafer” mi olacak? Yoksa Dünya halkları için daha derin sömürüyü mü getirecek? Hiç kuşkusuz emperyalizmin saldırıları artarak devam edecek. Bu saldırılara karşı isyanı kuşanmak, emperyalist politikaların teşhirini her alanda yapmak bir görev olarak karşımızda duracaktır.