Dünya halkları, emperyalist güçlerin hegemonya mücadelesinin ölüm ve sefalet yayan cenderesi altında sıkıştırılırken aynı zamanda her bir emperyalist gücün ve uşak devletlerin belirsiz ve kötü bir gelecek dışında bir şey sunmayan iç mücadelelerinin toz dumanı içerisindedir. Bir yandan şovenist dalga ve halkları düşmanlaştırmaya odaklı siyasi iklim sürmekte diğer yandan kazayla ölen devlet başkanları, suikast girişimleri, darbe hamleleri, istifalar, normalleşme-gerginlik sarkacı, egemen kliklerin en sağı ve en solu arasındaki yer değiştiren gelişmelerin baş döndürücü seyri. Tüm gericiliklerin bu kaotik ve sert iç mücadeleleri “demokrasi şöleni” diyerek kapsamlı bir ideolojik manipülasyonla sunup halk kitlelerini birbirlerine karşı saflaştırdıklarına tanık oluyoruz. Emperyalist ülkelerde ve onların uşak devletlerinde gerçekleşen seçim mücadeleleri kuralsızlığın kural haline geldiği, politik gericiliğin en pespaye biçimlerinin kitlelerin nesneleştirilerek yeniden üretildiği bir araca dönüştü.
ABD’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi tekelci burjuvazinin klikleri arasında tozu dumana katan bir seyir izliyor. Dünyaya yön veren, ekonomik, siyasi ve askeri gücü elinde bulunduran ABD’de başkanlık koltuğuna oturmak için “ölümcül” bir seçim yarışı yaşanmaktadır. 13 Temmuz’da ABD başkan adaylarından Trump’a seçim mitinginde bir “suikast” düzenlendi. Seçim kampanyasını mevcut ekonomik, politik, askeri önceliklerine yönelerek örgütleyen, öfkeli kitleleri bir dolgu malzemesine dönüştürüp esas güç konumuna ulaşmaya çalışan Trump’ın bu suikast girişimiyle seçimi garantilediği, bu yönde bir kamuoyu eğiliminin oluştuğu söyleniyor. Trump, kulağından aldığı yaraya karşılık anında verdiği “davayı sürdürme” mesajıyla seçim kampanyasına ivme katan bir hamle yaptı. Bu suikast girişimi, sert geçen mücadelenin hem düzeyini hem de kırılma noktasını açığa çıkarmış oldu. Olay ne “Trump’ın mağduriyete yaslanması”dır ne de bir halkla ilişkiler çalışmasıdır, emperyalist tekelci klikler arasındaki mücadelenin sertlik düzeyi ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bu sınıf mücadelesinin sertliğinden ayrı bir olgu değildir. Sermaye birikimindeki tıkanıklık, ekonomik krizler, emperyalist güçler arasındaki pazar dalaşı ve hegemonya mücadelesinin artık askeri biçimleri dayatan yapısı bu sertliğin esas etkenleridir.
ABD seçimlerinde sular henüz durulmamıştır. Suikast girişimi sonrası Başkan Joe Biden, ihtiyarladığı ve sağlıklı olmadığına dair yorumların baskısıyla, en yakın mesai arkadaşlarının da aynı kanaatleri açıktan ifade etmeleriyle birlikte adaylıktan çekilmek zorunda kalmıştır. Biden’ın zayıflığı nedeniyle güçlü ve pervasız bir figür olan Trump karşısında çetin geçmeyeceği düşünülen mücadele yeni bir adayla devam edecek.
Trump ABD’nin mevcut NATO siyasetini, temelde Rusya’yı hedefe koyan Ukrayna siyasetini ve ekonomik tıkanmayı ve “Dünya savaşı” riskini eleştirerek güçlü bir politik argüman oluşturmuştur. Sermayenin “güvenli limanlara” yani yuvaya çekilmesi, gümrük duvarının yükseltilmesi, krizin “ulusal” bir korunmayla karşılanması argümanları da bu kliğin “farklı” davranacağına dair bir fikir oluşturmaktadır. Bu bağlamda Çin tehdidini önceleyen, ekonomik savaşıma yoğunlaştırmayı savunan, askeri ve politik hamlelerin bu savaşımı güçlendirecek şekilde kullanılması gerektiğine odaklanan bir yaklaşım söz konusu. 2017-2021 dönemindeki “Trump Doktrini” bu seçim sürecinde güçlü şekilde savunulmaktadır. Bu da Güney Asya odaklı, Çin’in ekonomik etkisini zayıflatıp dağıtan bir yönelim, Doğu Avrupa-Orta Doğu-Kuzey Afrika’da daha az gerginlik ve Avrupalı emperyalistlerle ittifakı daha geriye çeken bir yaklaşımı esas almaktır. Dünya pazarında küçülen pasta, doların rezerv para kabiliyetindeki gerileme, uluslararası iş bölümünde yaşanan bozulma ve dinamik Çin sosyal emperyalizminin artan rolü, tedarik zincirindeki sorunlar yeniden üretim krizine ve politik krizlere yol açmaktadır. ABD emperyalizmi de başkanlık seçiminde bu politik krizlerin bir biçimini yaşamaktadır. Bunun Dünya’da yaşanan genel politik krizi ve gerginliği etkileyen aynı zamanda Dünya’daki krizden beslenen bir karakteri söz konusudur.
ABD’de yaşanan bu krizin, Dünya’daki gelişmeleri de etkileyecek güce sahip olduğunu unutmamak gerekir. İsrail bu iklimden azami düzeyde faydalanacak şekilde özellikle Gazze’ye; ama genel olarak Filistin’e yönelik katliamlarını artırmış durumda, tüm bölgeyi ateş çemberi içine alacak hamleler içindedir. Yemen Hudeyde Limanına füze-uçak vs. ile kapsamlı bir saldırı düzenlemiştir. İsrail savaşı yayma, tırmandırma ve genişletme hevesini ifade eden girişimlerden geri durmamaktadır. Her gelişme onun saldırganlık dozu için bir neden olmaktadır.
Aynı durum faşist TC için de geçerlidir. Irak Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı kuşatması ve işgali ile Kürtlerin politik-askeri kazanımlarını yok etme ve etkisiz hale getirmeye yoğunlaşmış durumdadır. İsrail’in saldırganlığı Suriye rejimine karşı yeni bir papaz rolü yüklenen TC bu durumu bir fırsata çevirerek Kürtleri çeşitli düzeylerde kuşatma, zayıflatma ve etkisiz kılma peşindedir. Esad ile görüşme planları bütünlüklü hesapların bir parçasıdır. Hiç kuşkusuz daha şimdiden bu bütünlüklü hesapların akamete uğrayacağını öngörebiliriz; ancak Kürt kazanımlarını zayıflatmak, daraltmak konusunda beklenen adımların gerçekleşme olasılığı söz konusudur.
Irak Kürdistanı’na yönelik adımlar ise köleleştirilmiş Kürt kimliği yaratma, PKK’yi bölgede askeri ve politik anlamda etkisiz kılarak yerleşme ve kalıcılaşma hesabına dayanmaktadır. Gerilla alanlarına büyük çaptaki askeri operasyonlar aynı zamanda bölgedeki ticaretin ve sermaye akışının jandarmalığını elde etme planlamasıdır. Bunun için alana yerleşmek gerektiği ortadadır. Operasyonlarda bu amacın gerçekleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Gerilla güçlerini parçalamak, etkisiz kılmak ve bunun sürdürülebilir bir kontrolle tamamlanması, alandaki iş birlikçi güçlerle birlikte de ticaret yollarının kontrolünü sağlamak istenmektedir. Bunun için Kürt Ulusal Mücadelesinin askeri ve politik etkinliğini kırma, Rojava’yı bu şekilde güçten düşürerek kuşatma, yok etme ya da teslim alma planları peşindedir. Irak Kürdistanı’nda gerilla güçlerine odaklanan kapsamlı savaş planları, yaşanan gelişmelerle birlikte daha fazla yoğunlaşmaktadır. Faşist diktatörlük hem askeri hareketlilik hem diplomatik hem de politik hareketliliğe ivme katmıştır. Gerillayı sıkıştıracak ve etkisiz hale getirecek savaş planları açık bir dille Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığınca ifade edilmektedir. Bu bağlamda TC genel politik kriz ve savaş ikliminde kendi varlığına tehdit olarak değerlendirdiği Kürt ulusal kazanımlarını yok etmek veya politik kölelik şartlarına mahkûm kılmak istemektedir. Saldırı dalgası yaratarak askeri başarılarla tüm bölgede daha etkin rolü üstlenme emelindedir.
Faşist diktatörlüğün bu emelleri için koşullar hiç de uygun değildir. Zira egemen klikler arasındaki mücadele kızışmakta, ekonomik kriz gün gün, resmi kaynaklardaki iyimserlik yayan tabloya rağmen ağırlaşmaktadır. Kitlelerin öfkesi büyümektedir. Bu AKP-MHP cephesindeki krize güçlü bir zemin sunmaktadır. Gerici klikler arasındaki mücadelede güçlerin yer değiştirme eğilimi de devlet mekanizmasını zorlayan, sorunlu hale getiren sonuçlar yaratmaktadır.
Bu durum yoğunlaşan çelişkilerin devrim için nesnel koşulları daha fazla olgunlaştırdığına işaret etmektedir. Kitleler gerici kliklerin pençesinden henüz kurtulabilmiş, kendi bağımsız yoluna girebilmiş değildir. Ne kendiliğinden düzeyde ne de örgütlü düzeyde güçlü bir hareket söz konusudur. Çelişkilerin düzeyi ile bu durum arasında büyük bir çelişki söz konusudur. Bu durum komünistlerin daha güçlü kitle çalışmaları sürdürmesine, daha disiplinli ve sağlam örgütler yaratmasına yönelik ihtiyaca işaret etmektedir. Daha güçlü örgütlülük ve daha bilinçli bir hareket için ileri çıkıp savaşmaya hazır kitlelere daha ileri bilinç taşımak demektir. Bu göreve odaklanalım.