Evde, fabrikada, tarlada, meydanlarda kısaca kadın bulunduğu her alanda ezilen cins olmasından kaynaklı çeşitli sorunları göğüsleme mücadelesi veriyor. Evde yok sayılan, kendini gerçekleştirmesi engellenen kadın engelleri aştığında da sorunlar bitmiyor. Kadının her zaman daha fazla mücadele vermesi gerekiyor. Burjuva-feodal düzenin kurallarına karşı çıkan kadın özgürleşme yolunda adım attığında da karşısında yine erkek egemen düzeni buluyor. Kadının ikincil cins muamelesi görmesi sona ermiyor.
Kadın düşmanı pratikler yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor. Giyilen kıyafetten söylenen söze kadar kadınlar sürekli denetim altında tutulmak isteniyor. Kadını sahibi olarak gören erkek egemen anlayış hâkimiyet sağlayamadığı kadını yok saymakla kalmıyor, onu cezalandırmaya çalışıyor. Aile içerisinde belirli görevlere hapsedilen kadın bu alandan çıktığında gerek üretimde gerek siyasette erkek egemenliğin sınırlamalarıyla karşılaşıyor. Her türlü zorbalığa karşı göğüs germek zorunda kalan kadının kurtuluşu ise ancak ve ancak mücadele içerisinde adım adım gerçekleşiyor.
Kendilerine atfedilen gerici normları reddeden kadınlar kendilerini var etme yollarını arıyor. Bu yol da kadının ezilmesine sebep olan gerici sisteme karşı mücadele etmekten geçiyor. Kadınların çeşitli mücadele alanlarına katıldıklarını görüyoruz. Burada hangi mücadelenin kurtuluşa götürdüğünü tartışmayacağız. Bunu birçok yazımızda tartıştık. Kadının mücadelenin her alanında, çeşitli yapılar içindeki mücadelesinin olumlu olduğunu tekrardan belirterek devam edelim. Kadının tüm bu dışlanmaya rağmen mücadeledeki öneminden ve yerinden bahsedeceğiz.
ÖZGÜRLÜK İÇİN!
Kadının özgürleşme yolu düzenin normlarını reddedip toplumsal kurtuluş mücadelesine atılmasıyla başlıyor. Özgürlük mücadelesine atılan kadın gerici kurallara boyun eğmeyi reddetse de bu sefer de devlet “erkekliğini” gösteriyor. Kadın ailede, siyaset arenasında, iş yerinde cinsiyetinden kaynaklı hor görülmeye ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Bu açıdan günümüzde kadınların ön plana çıkmaları, kendilerini var etmeleri ve özgürleşme çabaları oldukça önemlidir. Etrafa baktığımızda her direniş alanında kadınların varlığını görürüz. İkizköy’de direnen köylü kadınlar, kayyıma karşı mücadele eden analar, IŞİD gericiliğini yıkıp geçen savaşçı kadınlar ve daha nicesi… Yüzyıllar boyunca aşağılanan, erkek cinsinin sözünden çıkmasına izin verilmeyen kadın tarih sahnesine adını direnişlerle yazdırıyor. Yeri geldiğinde barikatın en önünde yeri geldiğinde dağlarda düşman karşısında konumlanmaktan çekinmiyor. Tabii bu alanların hepsinde kadın karşısında erkek devlet şiddetini buluyor.
İçinden geçtiğimiz yoğun süreçte mücadeleci kadınlar mücadelelerini bir an olsun bırakmıyor. Tüm bu ezilmişliğin karşısına dikilen kadınlar geri adım atmayacaklarını haykırıyor. 1000 haftayı geçen süredir evlatları ve yakınları için adalet isteyen Cumartesi Anneleri, Hakkari’de kayyıma karşı eylemlerde her türlü şiddete karşı sokakları terk etmeyen Kürt anneler ve kadınlar, yine hapishanelerdeki tecride karşı yakınları için nöbet tutan kadınlar. Tüm bu alanlarda kadınların varoluşunu, mücadelelerini ne olursa olsun sürdürdüklerini görüyoruz. Batman’da HÜDA PAR gericiliğine karşı seçimleri kazanan Gülistan Sönük, Kobanê Davası’nda yargılanan Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel ve daha birçok kadın devletin baskı ve şiddet aygıtlarına karşı mücadelede ısrar etmeye devam ediyor. 30 yıl hapis cezası alan Figen Yüksekdağ “Direne direne var olduk. Direne direne kazanacağız” diyor. Bir komployla tutuklanan Aysel Kaya sanık kürsüsünden 8 Mart’ı, kadınların devrimci mücadelesini selamlıyor. Kadınlar koşullar ne kadar ağır olursa olsun direnmekten vazgeçmeyeceklerini vurguluyorlar. Kendini keşfedemeyen kadınlar için de bu mücadeleler birer örnek niteliğindedir. Ev içerisine hapsedilen milyonlarca kadının var olma mücadelelerine önemli bir katkıdır. Siyasetin “erkek” işi olduğunu söyleyenlere inat kadınların her alanda var olacaklarının ispatıdır. Bazıları ise kadın haklarını savunduğunu söyleyerek kadının ikinci cins pozisyonunu pekiştirmektedir. Kameralara poz veren burjuva siyasetçilerin yanında sık sık evli oldukları kadınları görürüz. Onların yapmak istediği kadınları siyasete “yardımcı” pozisyonda teşvik etmek. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözünü halk kitlelerinin bilincinde yeniden üretmek. Yani, erkeğin istediği ölçüde kadının şekillenmesi istenmektedir. Bu egemenliği yırtıp atan kadınlar ise susturulmaya çalışılsalar da kadın düşmanı ithamlara maruz kalsalar da inandıkları davadan vazgeçmemektedir. İşte bu mücadeleci ruh kadınları ayakta tutmaktadır.
Erkek egemen zihniyet kadının evde olması gerektiğini, diğer alanlarda bulunsa bile ”kadın” rolüne uygun işler yapması gerektiğini salık vermektedir. Tüm bu gerici anlayışlara karşı kadınlar, erkeğin olduğu alanlarda da var olmuşlar, kadının yapamayacağı söylenen işleri yapmışlardır ve kazanımlar elde etmişlerdir. Kadının üretim alanına atılması, hapsolduğu evden çıkması ve fikir üretebileceği, kadın olarak bir temsiliyetinin olduğu alanlara yani siyasete atılması da bu süreçlerde gerçekleşmiştir. Bahsettiğimiz gibi kadının haklarını kazanması uzun süren mücadeleler sonucu elde edilmiştir. 8 Mart’ı kızıllaştıran kadınlar tam da bahsettiğimiz haklar için tarihte rol oynamışlardır. Seçme ve seçilme hakkı kadınların en büyük kazanımlarından biriyken günümüze geldiğinde ise fiili eş başkanlık sistemiyle kadınların siyasete atılmasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar legal siyaset alanı da olsa kadının erkek temsiline karşı dikilmesi önemlidir. Kadın için “Hangi renk çarşaf giymek istediğine karışmayacağız” diyerek özgürlükçü olduğunu savunanlara karşı Kürt kadınlarının kazanımı dikkate değerdir. Bir anlayış olarak “pozitif ayrımcılık” da devrimci-yurtsever kadınların kazanımları arasındandır. Bugüne dek çoğu kazanılmış hak için bedel ödenmesi tesadüf değildir. Bu kazanımları korumak, haklarımızı gasbetmek isteyenlere karşı ezilen kadınlarla birleşmek ve örgütlenmek için politika üretmek önemli yerde durmaktadır. Örgütlenilmediği takdirde kazanılmış haklar da kaybedilmeye mahkûmdur.
HER YERDE DİRENİŞ HER YERDE İSYAN
“Yaşamın olduğu yerde savaşmak istiyorum.” diyor Clara Zetkin. Elbette kadının yeri devrimci savaşın içerisinde olmaktır. Burjuva-feodal düzenin prangalarını parçalayan kadınlar erkeğe atfedilen savaşın öznesi haline gelmişlerdir. Erkeğe atfedilen diyoruz. Çünkü günümüzde savaş, erkeğin anladığı bir iş olarak algılanmaktadır. Sadece burjuva-feodaller değil ilerici-devrimci görünen saflarda da benzer anlayış mevcuttur. “Erkeklerin geleneksel erkeksi rolü, erkeksi kahramanlık” gibi kavramlar kullanılarak kadınların rolü küçümseniyor ve erkeklik yüceltiliyor. Geleneksel roller kutsanıp burjuva-feodal düzenin dayatmaları kabul ediliyor. Kahramanlığın erkeksi olması gerektiği söyleniyor. Oysa Halk Savaşımızda komutanlaşan kadınlar halk için kahraman değil de nedir? Görüldüğü üzere mücadele saflarına atılan kadınlar da erkek egemen anlayışla hayatları boyunca mücadele etmek zorunda kalıyor.
Kısacası sadece cinsinden kaynaklı sınıflı toplumlar tarihi boyunca ezilen kadının yaşamının her anı onu yok etmek isteyenlere karşı mücadeleyle geçiyor. Kadının var olabilmesi için yaşama daha sıkı sarılması gerekiyor. Her anı bir varoluş mücadelesiyle geçen kadın, sisteme karşı mücadeleye katıldığında dirayetini göstermiş oluyor. Var olma mücadelesinde sisteme karşı mücadele içerisine giren kadınlar erkek egemenliğe karşı çıkmaya devam ediyor.
Kadının çeşitli mücadele alanlarına katılıp toplumsal cinsiyet rollerine karşı savaşım içerisine girmesi elzemdir. Ancak mücadele sadece cinsiyet eşitsizliğine karşı verildiğinde eksik kalacaktır. Dolayısıyla kadının özgürleşmesinin yolu devrimci savaş içerisinde özneleşmesinden geçmektedir. Kurtuluşa giden yolun taşları döşenmektedir. Kadınlar da bu mücadelenin özneleridir.