7 ayı aşkın bir süredir Siyonist İsrail’in soykırımcı saldırganlığına karşı Filistin halkının şanlı direnişi devam ederken direnişin gerçek destekçileri ile diğerleri arasındaki ayrım da belirginleşiyor. Direnişin “en büyük” savunucusuymuş gibi naralar atan devlet, şu an iktidardaki AKP-MHP bloku, Filistin için direnen gençleri tutuklamakta sakınca görmüyor. Bir de marifetmiş gibi gençlere sorgularında “İsrail’le ticareti neden istemiyorsunuz?” soruları sormaktan bir çekince görmüyorlar. Hatırlanırsa kamuoyunda yaratılan tepki ve gösterilen direniş karşısında İsrail’le ticaretin kısıtlandığı açıklanmıştı. Bunca zaman -5 ay gibi bir süreçte- ticaret olmadığını savunanlar jet yakıtı bile satıldığını, İsrail devletini beslediklerini itiraf etmek zorunda kalmıştı.
7 Ekim’de başlayan soykırımcı saldırganlığa karşı dünya halkları haklının yanında saf tutarak eylemlere başladı. Bu eylemler halen devam etmekte. Yakın bir süreçte de ABD’de üniversite öğrencileri üniversite yönetimlerinin İsrail’le ilişkileri kesmesi ve daha birçok taleple eylemlere başladı. ABD üniversitelerinde başlayan bu eylemler birçok Avrupa ülkesine de yayıldı. İsrail destekçisi ABD-AB devletleri bu eylemleri şiddetle bastırmaya çalıştı. Binlerce öğrenci gözaltına alındı, öğrenciler işe alınmamakla tehdit edildi ve daha birçok baskıya maruz kaldılar. Bazı üniversiteler öğrencilerin eylemleri sebebiyle İsrail’le ilişkilerin kesildiğini iddia etti. Şu an da halen devam eden kampüs işgali gibi eylemler mevcut.
İÇERİDE BASKININ DIŞARIDA ÖZGÜRLÜĞÜN SAVUNUCULARI
ABD üniversitelerinde başlayan ve diğer ülkelere de sıçrayan öğrenci gençliğin direngen ve haklı eylemleri ülkemizde de birçok tartışma konusu ortaya çıkardı. Türkiye’deki üniversitelerde öğrencilerin en ufak hak arama taleplerine saldırganlıkla yanıt veren üniversite yönetimleri, rektörler vs. ABD-Avrupa ülkelerindeki öğrencilerin eylemlerine yönelik saldırılara karşı “akademik özgürlük için endişe verici” yorumunu yaptılar. Kendi öğrencilerinin taleplerine saygı duymayan, aynı saldırganlıkla yanıt veren üniversite yönetimleri, öğrencilerden tepki topladı. ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ), Gazi Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesi gibi birçok üniversite dünyadaki Filistin eylemlerine yönelik saldırganlığı kınayan açıklamalarda bulundu. Bilindiği üzere özellikle ODTÜ ve İstanbul’da bulunan üniversiteler öğrencilere yönelik saldırganlıkla meşhur. Yemekhane protestoları, kayyıma karşı eylemler gibi en demokratik hak arama eylemlerinde bile yönetimler kirli yüzlerini öğrencilere gösteriyor. Ancak üniversite yönetimleri başka bir ülkede olan hak gaspına karşı açıklama yaparken kendilerini “demokrasi savunucusu” ilan ediyor. Bu ikiyüzlülük teşhir edilmesi gereken bir noktada duruyor.
Öncelikle üniversiteye kayyım olarak atanan Naci İnci’nin akademik özgürlüğü ne kadar savunabileceği ise ayrı bir tartışma konusu. “Demokratik, özgür ve özerk üniversite” talebiyle yaklaşık 3 yıl önce öğrenciler ve akademisyenler tarafından başlatılan eylemleri “küçük bir elitist grubun eylemleri” ve “vandallık” olarak niteleyen Naci İnci, buna benzer bir olay başka bir ülkede yaşandığında bir anda hak savunucusu rolüne bürünüyor. Ayrıca “Üniversitemizde hak etmedikleri birtakım imtiyazlar talep eden, yönetici koltuklarını kendi özel mülkü zanneden ve bunlar elinden alınınca öğrencilerimizi kendi iktidar mücadelesine alet etmeye çalışan ve kendi ihtirasları için üniversitemize saldıranların, bugün ABD kampüslerinde Gazze’de yaşanan soykırıma karşı barışçıl yollardan seslerini yükselten kahraman öğrencilerle hiçbir ilgisi yoktur. Kendi çıkarları için kendi üniversitelerini itibarsızlaştırmaktan başka gündemi olmayan bu kişileri, en azından İsrail vahşetine karşı duran insanları kendi amaçlarına alet etmeyecekleri bir vicdani vasata davet ediyorum.” diyerek gelen tepkilere karşı kendini haklı çıkarmaya çalışıyor.
Bir başka Filistin tepkisi de ODTÜ yönetiminden geldi. Her sene yapılan yürüyüşlerde polis işkencesiyle gündeme gelen ODTÜ’de yönetim de Naci İnci gibi benzer bir konumlanışa gitti. ODTÜ yönetimi sanal medyada yaptığı paylaşımda “Üniversite öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı gösterilen orantısız tepkiyi temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olarak kabul ediyor, derin bir üzüntü duyuyor ve şiddetle kınıyoruz” ifadelerini kullandı. “Akademik özgürlükten” bahseden ODTÜ nedense bahar şenliğini yasaklarken akademik özgürlüğün tanımını bir süreliğine unutuyor olmalı. Öğrencilere soruşturma açan, gözaltına aldıran yönetim mezun ve misafirlerin okula girişlerini yasaklayarak öğrencilerin bir araya gelmelerini engellemeye çalışıyor.
Yasaklarla gündeme gelip öğrencilerin eylemlerini ABD üniversitelerindeki eylemlerden bağımsızlarmış gibi bir algı yaratmaya çalışsalar da iki yerde de öğrencilerin yaptığı eylemler meşru ve haklıdır. Biri işgalci İsrail’e karşı tepkiyken bir diğeri de demokratik hakları kullanabilme isteğidir. Öğrencilerin kayyım istememesi, şenliklerini hiçbir engel olmadan gerçekleştirmek istemeleri bunların en bariz örnekleridir. Ancak üniversite yönetimleri kendi öğrencilerini marjinalleştirip eylemlerin niteliğini ayrıştırıyor. Üniversitedeki eylemler yönetimlere yönelik de olduğundan kendini koruma amaçlı bu adımları atmak zorunda kalıyor. Kısacası dışarıda özgürlük savunucuları içeride birer baskı aygıtına dönüşüyor.
ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversitelerin Filistin eylemlerine destek çıkmaları hem ikiyüzlülükleri hem de Filistin davasının genişçe bir kesim tarafından sahiplenilmesinden de kaynaklıdır. Nasıl bir sahiplenme olduğunu ayrıca incelemek gerekir. Çünkü ülkemizdeki Filistin savunucuları gözaltına alınıp tutuklandıklarında hiçbir ses çıkarmayan üniversite yönetimleri ABD’de benzer bir olaya tepkilerini sunmuşlardır. Dolayısıyla Filistin davasını sahiplenmeleri de aslında kendi çıkarları gereğidir. AKP-MHP bloku da uzunca zaman kitleleri Filistin savunucusu olduğuna inandırmış, Filistin için direnen gençleri Taksim Meydanı’nda işkencelerden geçirmekte bir sakınca görmemiştir. Sormak gerekir: Nasıl bir Filistin savunucusu Filistin için direnenleri şiddetle bastırma yolunu seçebilir? Kısaca, üniversite yönetimleri iktidar bloku gibi riyakâr davranmışlardır ve “özgürlük” adına büyük büyük laflar etmektedirler. Ancak biliyoruz ki “akademik özgürlük” gibi bir dertleri olsaydı bugün üniversitelerde kayyımdan bahsetmezdik.
Filistin direnişi ülkemizde çeşitli sınıf katmanlarından kesimler tarafından sahiplenilmektedir. Bunda Filistin direnişinin haklılığı, işgal altında oluşu, ABD karşıtlığı ve din gibi etkenler mevcut. Bunun yanı sıra bu kesimlerden insanlar çeşitli dünya görüşlerine sahipler: dincilerden komünistlere kadar. “İsrail’le ilişkilerin kesilmesi”, “Filistin’e destek” gibi talepler halk kitlelerinin haklı talepleridir ve bu talepler etrafında eylem birlikleri kurulabilir. Eylem birlikleri cephe oluşumu gibi ileri bir birlik olarak görülmemeli. Biz Filistin halkına karşı İsrail saldırganlığının gündemden düşmesine izin vermemeli; kampüslerde, iş yerlerinde, meydanlarda İsrail vahşetini teşhir etmeliyiz. Bunu da geniş genç ve halk kitleleriyle buluşarak yapmalıyız.