İşçi sınıfının “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak 1 Mayıs’ın, uluslararası işçi hareketinin tarihinde özel bir politik anlamı ve önemi olduğunu, tarihi boyunca buradan gelen bir özel ilgiye ve coşkuya konu edildiğini biliyoruz. Bununla birlikte, özellikle son otuz yıla bakıldığında, pek çok ülkede 1 Mayıs’ın artık tarihi anlamına ve siyasal önemine uygun biçimde kutlanamadığını da görüyoruz. Bugün özellikle de kapitalist merkezlerde 1 Mayıs, militan bir mücadele gününden çok bir tür seremoni sınırlarında kutlanmakta, yeterli ilgi ve katılımdan da yoksun kalmaktadır. Oysa Türkiye’de bu açıdan durum temelden farklıdır. Yakın geçmişte olduğu gibi bugün de. Türkiye’de 1 Mayıs’ın toplumsal mücadelenin gelişme düzeyini bile aşan bir anlamı, önemi ve dolayısıyla etkisi var. Nitekim uzun yıllardan beridir buna uygun düşen bir ilgiye ve katılıma da vesile olarak mücadele günü niteliği daha gerçekçi bir hal alıyor.
Türkiye’de 1 Mayıs daha önceleri 1905 yılında İzmir’de, İkinci Meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra, 1909 yılında Üsküp ve Selanik’te kutlandı. İstanbul’da ise ilk 1 Mayıs kutlaması 1912 yılında kitlesel olarak yapıldı. 1913 yılından itibaren 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. 1920 yılındaki 1 Mayıs kutlamaları tarihi açıdan sembolik önem taşıyordu. İşgal altındaki İstanbul’da işgal idaresi ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskısına rağmen Haliç’ten Beyoğlu’na kadar yürüyen işçiler “Bağımsız Türkiye” pankartı taşıdılar. 1921 yılında tersane işçileri, işgal altındaki İstanbul’da 1 Mayıs’ı kutladılar. Hüseyin Hilmi Bey (İştirakçi Hilmi) öncülüğünde Osmanlı Sosyalist Fırkası 1 Mayıs’a kızıl bayraklarla katıldı. 1922 yılında 1 Mayıs İmalat-ı Harbiye işçileri tarafından kutlandı. 1923 yılında askeri fabrika işçileri, fırıncılar, İstanbul tramvay, telefon, gaz tünel işçileri 1 Mayıs’ı kutladılar. “Yabancı şirkete el konsun”, “8 saat iş günü”, “Hafta tatili günü”, “Özgür sendika ve grev hakkı” talepleri vardı. 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu’yla her türlü gösteri ve yürüyüş yasaklandı. Amele Teali Cemiyeti’nin (İşçi Yardımlaşma Derneği) 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanması için kampanya başlatması üzerine dönemin hükümeti 1935 yılında 1 Mayıs’ı “Bahar ve Çiçek Bayramı” ilan etti. Türkiye’de 1 Mayıslar 1975 yılına kadar gizli olarak kutlandı. 1 Mayıs İstanbul’da izinli olarak ilk kez 1975 yılında Türk-İş tarafından bir gazinoda kutlandı.
Kitlesel olarak İlk kez 1976 yılında yeniden gündeme geldi ve Taksim Meydanı’nda görkemli bir işçi, emekçi, gençlik ve ilerici aydınlar gösterisi olarak gerçekleşti. Bu ilk 1 Mayıs’a kitleler İstanbul’un dört bir yanından devrimci türküler ve marşlar eşliğinde, coşkulu kafileler halinde aktılar. DİSK bünyesindeki işçilerin örgütlü katılımı fazlasıyla anlamlı ve güçlüydü. İşçiler fabrika kafileleri halinde ve siyasal şiarlar içeren kendi pankartlarıyla katılmışlardı bu ilk büyük 1 Mayıs kutlamasına.
1 Mayıs’ın yeniden kutlanmasına vesile olan 1976 yılı, denebilir ki yeni devrimci yükselişin de en coşkulu ve kitlesel yılıydı. Bu sermaye düzenini ve arkasındaki emperyalist güçleri ürküttü ve harekete geçirdi. Burjuva-feodal iktidar çok geçmeden bu görkemli yükselişi sistemli faşist baskı ve terörle, birbirini izleyen provokasyonlar ve kitlesel katliamlarla zaafa uğratmaya ve giderek boğmaya girişti. 1970’lı yılların ikinci yarısı Türkiye’de devrimci umutların çok güçlü olduğu bir tarihi dönemdi. Devrimci yükselişin bir ürünü olarak, dönemin devrimci gruplarını çevreleyen binlerce, on binlerce, bazıları için yüz binlerce kişiden oluşan büyük bir taraftar kitlesi vardı. Toplamda büyük bir devrimci kabarmaydı söz konusu olan. 1 Mayıs bu devrimci kabarmanın içine yeniden doğdu ve devrimci hareketin bütünü tarafından militan bir coşkuyla sahiplenildi. Bu nedenle de dolaysız bir biçimde devrim ve sosyalizm davasıyla iç içe geçti, adeta bununla özdeşleşti. O muazzam sosyal uyanışın, o büyük devrimci kabarmanın içine doğması, onun dolaysız bir ürünü olması 1 Mayıs’ı Türkiye’de basit bir seremoni olmaktan çıkardı, düzene karşı gerçek bir politik gövde gösterisi haline getirdi. 1 Mayıs’ın Türkiye’de 1976’daki yeniden doğumunda döneme ait özgün bir gerçeklik var. Bu dönem tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik ve politik krizin derinleştiği, egemen klikler arasındaki dalaştan anlaşılacağı üzere bir yönetememe sorunun yaşandığı, dolayısıyla kitlelerin egemenler açısındak ciddi bir tehdit olarak algılandığı bir dönemdi. Düzenin karanlık güçlerinin, 1976’daki görkemli kutlamanın hemen ardından, yalnızca bir yıl sonra, 1 Mayıs’ı büyük bir provokasyona konu etmeleri, acısı unutulmayan alçakça bir katliamla onu kana bulamaları ve bundan böyle hedef tahtasına oturtmaları kuşkusuz boşuna değildi.
Bütün bunlarla, Türkiye’de 1 Mayıs’ın büyük bir devrimci yükselişin içine doğduğunu vurgulayalım. Bu gerçek, tüm baskı ve teröre, yasaklar ve katliamlara rağmen Türkiye’de bitmeyen 1 Mayıs coşkusunun nedenlerine de ışık tutmaktadır. Tüm bu yaşananlar 1 Mayıslarda İstanbul-Taksim’i Türkiye işçi sınıfı açısından ve devrimci politik özneler açısından tartışılmaz bir değere kavuşturmuş oldu. Hatta hatırlanırsa 2011 Taksim 1 Mayıs’ına Avrupa’dan gelmiş bir grup gazetecinin gördükleri manzara karşısında düştükleri şaşkınlığı dile getirmeleri medyaya da yansımıştı. “Dünyanın hiçbir yerinde artık böyle bir 1 Mayıs yok” demişlerdi ki büyük ölçüde haklıydılar. İstanbul’daki kadar büyük bir kalabalık, böylesine bir coşku, bu denli belirgin bir politik atmosfer, bu kadar çok kızıl bayrak, boy boy Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao posterleri, tüm bunlara bugünün dünyasında artık pek sık rastlamıyoruz. Ama Türkiye’de, 2011 yılı Taksim 1 Mayıs’ının tüm görkeminde bunlara tanıklık edildi. Evet, gerçekten de dışardan gelip izleyen birini şaşkınlığa düşürebilecek bir tabloydu bu. Bir dönemdir, Küba’yı dışında tutarsak dünyanın en görkemli 1 Mayısları artık İstanbul’da kutlanıyor diyebiliriz. Ama komprador kapitalist-kapitalist ülkeler ve bir toplumsal-siyasal muhalefet tavrı olarak, kurulu düzene karşı bir siyasal duruş ve çıkış olarak, bugünün dünyasında en kalabalık 1 Mayıs kutlamalarının yapıldığı merkezlerden biri tartışmasız olarak İstanbul. Bunun yanında devrimci dinamiklerin açığa çıkması da belirgin bir etken. Bu yönüyle İstanbul “kavgamızın şehri.” Bir yandan dışa bağımlı sermayenin gene dışarıya akmak üzere sınırsız bir biçimde biriktiği, öte yandan geniş çevresiyle birlikte düşünüldüğünde işçi sınıfının havzası olmayı sürdüren bir şehir.
Modern anlamıyla işçi sınıfı İstanbul’da tarih sahnesine çıktığı andan itibaren kıyasıya bir mücadele yürüttü, yürütmeye devam ediyor. Osmanlı’nın son döneminde işgale karşı direnenler arasında işçi sınıfının öncü bileşenleri vardı; öte yandan 1 Mayıslar, 15-16 Haziran, Gezi Direnişi’nde İstanbul dikkat çeken şehir olmayı başardı. Toplumsal mücadeleler şehre yayılabildikleri ölçüde ve ölçekte “başarılı” oldular. Bunda da kentin sınıf hareketinin büyük rolü oldu. Ayrıca ülke geneli esas alındığında 10-15 ilin işçi sayısına denk işçi istihdamı olması politik öznelerin, devrimci örgütlerin yoğun ve çok yönlü çalışmalarının uzun soluklu ve sürekli devam etmesi, işçi sınıfının devrimcilerle çalışma alanlarında sıkça karşılaşması politikleşme olanaklarının birçok ile göre yoğun olması İstanbul’u ayırt edici kıldı. Birçok seçenek, olanak ve olasılıkla birlikte Türkiye’de emeğin bu başkenti aynı zamanda emeğin cehennemiydi. Bu ve birçok alt sebepler düşündüğünde İstanbul emek mücadelesi açısından daima en önde ve göz önünde olan, doğal bir hareket merkezi olmuştur.
Pandemi sonrası ve özellikle son 3 yıl içinde başta Antep olmak üzere ülkenin birçok yerinde işçi sınıfının belirgin olarak sesi çıkıyor. Karadeniz’den Ege’ye, İç Anadolu’dan Türkiye Kürdistanı’na kadar çok ciddi işçi hareketleri var. Bu hareketlerin ezici çoğunluğu kendiliğinden gelişen sınıf hareketleridir. Çok azı sarı sendika çizgisi ile yürütülen hareketliliklerdir. Ekonomik talepleri, kriz ekonomisinin, yoksulluğun, enflasyonun yarattığı yaşam koşullarındaki olumsuzlukların bir göstergesidir. Sınıfın cılız olduğu, politikleşmenin zayıf olduğu birçok il sistem tarafında da baskılanarak eylem yasakları, grev yasakları, reformist çizgi hâkimiyeti ile İstanbul’dan hem nicelik hem nitelik açısından daha zayıf 1 Mayıslar geçirmektedir.
Tüm bu olgular ülke genelinde İstanbul’u ileri çıkarmaktadır.
2024 1 MAYIS’I VE SINIFIN TALEPLERİNİN ÖNEMİ
Türkiye, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçileri ve yoksulları korumak bir yana, sürekli olarak yeni yoksullar üreten yapısıyla dikkat çekiyor. Türkiye’de yoksullaşma riskiyle karşı karşıya olan geniş halk kesimleri, büyük ölçüde ücret gelirine bağımlı olduklarından, iktidar eliyle içine itildikleri ekonomik çöküşün olumsuz sonuçlarını her geçen yıl daha fazla hissediyorlar.
Hükümet, son yıllarda asgari ücrete resmi enflasyonun üzerinde zam yapmakla övünse de bu durum dört kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk sınırının asgari ücrette yaşanan artıştan daha fazla arttığı gerçeğini değiştirmiyor. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesinden bu yana ülke ekonomisinin içine girdiği kriz ve yoksulluk girdabı nedeniyle ülke nüfusunun yüzde 80’den fazlası açlık ve yoksulluk sorunuyla karşı karşıya.
Enflasyonun kontrolden çıktığı ve hayat pahalılığının giderek arttığı günümüz koşullarında sürekli tekrarlanan “İşçimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz” sözünün hiçbir anlamı kalmadı. Son yıllarda ücretlere ve maaşlara gerçek enflasyonun altında zamlar yapıldı. Asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi ve emeklilerin sefalet ücretine mahkûm edilmesi ülke tarihinin en büyük yoksulluk dalgasının oluşmasına neden oldu. Artan vergi yükü, düşük ücret politikaları, ağır çalışma koşulları ve artan iş cinayetlerinin yanı sıra yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının önümüzdeki aylarda emekçilerin satın alma gücünü çok daha gerilere götürmesi kaçınılmaz görünüyor.
Yıllardır komprador kapitalist bölüşüm ilişkileri içinde emekçilerin payına düşeni sürekli azaltan, yoksuldan alıp zengine aktaran, ülke kaynaklarını yabancı sermayeye aktaran, adım adım esnek ve angarya çalışmayı yaygınlaştıran, taşeronu ve güvencesiz çalışmayı dayatan sistemin sömürü çarkı acımasızca işlemeye devam ediyor. İnsanca yaşam ve çalışma koşulları talep eden, yaşadıkları ağır sömürü koşullarının sona ermesi için mücadele eden emekçiler açısından 1 Mayıs 2024 ayrı bir önem taşıyor.
Bu yıl 1 Mayıs’ın nasıl bir içerikte ve hangi taleplerle kutlanacağı konusunda mücadeleci işçiler ve sendikalar, sınıftan yana tutum alan emek ve meslek örgütleri sorumluluk duymalıdır. Başta kıdem tazminatı olmak üzere en temel hakları elinden alınmak istenen, temel ekonomik talepleri görmezden gelinen, sendikalı olduğu için işten atılan, insanca çalışmak ve yaşamak isteyen tüm işçi ve emekçiler için bu yıl 1 Mayıs kutlamalarının nicelik ve nitelik olarak güçlü geçmesinin ayrı bir önemi var.
2024 1 Mayıs’ında üzerinde hareket edilmesi gereken zemin, ağır ekonomik sorunların geniş emekçi kitlelerde yarattığı öfke birikiminin akacağı kanalların açılmasını sağlayacak kitlesellikte ve yaygınlıkta 1 Mayıs kutlamalarının yapılmasıdır. Farklı milliyetlerden işçi ve emekçileri, kent ve kır yoksullarını 1 Mayıs’a taşımak, kendi gerçek bayrakları altında birleşerek mücadele etmelerinin önünü açmak, 1 Mayıs’ın tarihsel olduğu kadar güncel özüne yönelik önemli bir adım olacaktır.
Türkiye’de halkın derinleşen yoksulluk ve yüksek enflasyon girdabından çıkabilmesi için mücadeleyi sadece ekonomik talepler üzerinden yürütmenin yeterli olmadığı ortadadır. Gerçek anlamda milyonları daha da yoksullaştırmaktan başka bir anlam taşımayan yeni kemer sıkma politikalarına karşı 1 Mayıs alanlarında verilebilecek en güçlü yanıt verilmelidir. Bu temel amaç dışındaki her türlü sınıf dışı tutum ve davranış kesin olarak reddedilmelidir.
1 Mayıs’ın ülkenin her yerinde yaygın ve kitlesel olarak kutlanması, 1 Mayıs sonrasında yaşanması beklenen yeni saldırılara karşı yürütülecek mücadelenin büyümesi ve güçlenmesi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. 2024 1 Mayıs’ında işçi sınıfının yüz yıldır direnerek kazandığı, çaldıkları her şeyi geri almak ve üretenler yönetecek demek için örgütlenerek alanlara akma, sesi yükseltme zamanıdır.