Dünya ölçeğinde emperyalist-kapitalist sistemin krizi devam ediyor. Krizin yarattığı tahribat özellikle ezilen halklara dönük saldırılarda somutlaşıyor. “Aşılmasının” kolay olmayacağı görülen emperyalist mali krizin AB ve Avrupa ülkelerinde gerçekleşen seçimler bağlamında dikkat çekici sonuçları olmaktadır.
Başta AB olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaşanan bu gelişmeleri geçici ya da tesadüfi sonuçlar olarak okumamak gerekir. Aksine bu gelişmeyi krizin etkilerini azaltmak, faturanın kriz sahiplerine değil de ezilen halklara çıkarılmasının önemli bir adımı olarak görmek gerekir. Sistemin talan ve sömürüyü derinleştirme ihtiyacı, onun gerici saldırgan politikalarda demirlemesini de zorunlu kılmaktadır. Ardışık ve ağır krizler sömürüyü katmerlemeyi zorlarken emperyalist çekişmede daha ileri konum alabilme ihtiyacı Avrupa ülkelerinde güvenlik yasalarını, grev yasaklarını, hak gasplarını gündeme getirmiş ve bunlara ek olarak, aynı zamanda bu saldırılara karşı örgütlülüğün gelişmesini de hedeflemeye başlamıştır. Politik alan da aynı ihtiyaca göre yeniden şekillendirilmektedir. Aşırı sağ olarak kabul edilen, sistemin en gerici ve açıktan saldırgan politikalarını savunan ve bunları yaygınlaştırarak kitlenin gerici politikaların ardında sıralanması sağlayan partiler birçok yoldan parlatılmaktadır. Böylece kitlelerin kendi çıkarları ekseninde örgütlenmesi de engellenmektedir. Bunun en büyük aracı, şovenizme ve popülizme tutturulmuş ekonomik “yeniden milli inşa” politikalarıdır. Şovenist politikalar ile zehirlenen kitleler sistem ile olan çelişkilerinden ve kendi gerçek çıkarlarından uzaklaşmakta, gerici egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkilerde taraf olmaya zorlanmaktadır. Özellikle egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkilerin derinleştiği dönemlerde bu söylemlerin güç kazandığı bilinmektedir. Bu söylemler seçim süreçlerinde çok daha yüksek sesle dillendirilse de ezilen yığınlar uzun süredir ırkçı-faşist bu politikaların fiili olarak yoğun saldırısı altındadır. Fransa’da Kuzey Afrikalı gençlerin polis tarafından katledilmesinin ardından polislerin serbest bırakılmasını protesto edenlerin sokak sokak direniş ateşi yakmalarına saldırılması, eylemcilerin “yağmacı ve hırsız” diye yaftalanmaları bunun bir örneği oldu. Esas gündem polis saldırısı ve polislerin cezalandırılmaması iken tersine haklı isyan gayrimeşrulaştırılmaya çalışıldı. Şovenizm zehriyle kitleler parçalanmak istendi ve isyan bu yolla bastırıldı. Almanya’da göçmenleri açıktan hedef gösteren Nazi artığı faşistlerin sözde “yasa dışı” toplantı ve eylemlerinin rahatça gerçekleşmesi egemenler eliyle yükseltilen şovenizmin bir örneği olmuştur.
Farklı ülkelerde gerçekleşen seçimler ve sonuçları ise emperyalistlerin ihtiyacı olan yeni politikaları ve bunun kitlelerdeki yansımasını göstermiştir. Almanya’da Nazi devamcısı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin oy oranının yükselişi, İtalya’da Meloni iktidarı, Fransa’da Le Pen’e yönelik yoğun destek, Yunanistan’da ilk defa faşist bir partinin yanında faşist eğilimli iki partinin de aynı anda bir seçimde meclise girmesi, İspanya’da Vox partisinin popülaritesinin yükseliyor oluşu, Hollanda’da Wilders’in seçimlerden zaferle çıkması ve Kuzey Avrupa ülkelerinde ya iktidarda ya da koalisyon ortağı olarak bu gibi partilerin yer alıyor oluşu, emperyalist sistemin daha gerici politikalara ihtiyaç duyduğunu ve saldırıların yoğunlaşarak artacağının işaretini vermektedir. Bu noktada vurgulanması gereken başka bir nokta ise egemenler tarafından yükseltilen şovenist dalganın yanında, en azından seçimlerde yükselişe geçen bu ırkçı-faşist partilerin seçim süreçlerini ele alışları olacaktır. Bu partilerin ırkçı-şoven söylem ve politikaları, “krizin doğurduğu sonuçları azaltmak ya da bu sonuçları bertaraf edemeyen geçmiş hükümetleri yerinden etmek”le ortak ilerlemiştir. Bu da krizin pençesinde yaşayan, yoğun sömürü altında bulunan geniş bir kesimi etkilemiştir. Egemenler için kitleleri manipüle etmekte en büyük araç şovenizm ve popülist ekonomik söylemlerle inşa edilen politikalardır. Şovenist politikalar ile zehirlenen kitleler sistem ile olan çelişkilerinden ve kendi gerçek çıkarlarından uzaklaşmakta, gerici egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkilerde taraf olmaktadır. Özellikle egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkilerin derinleştiği dönemlerde bu söylemlerin güç kazandığı bilinmektedir. Seçim sonrası ise vaatlerini yerine getirircesine bu yeni hükümetler farklı yasaları da beraberinde getirmiştir. En yakın örnek ise seçim sonrası Fransa’da oldukça tartışmalı şekilde onay verilen yeni Göçmenlik Yasası’dır. Bu yasayla birlikte “krizin sebebi” olarak gösterilen göçmenler hedef alınarak hem şovenist politikaların icrası hem de krizin etkisinin azaltılması gibi iki temel talep karşılanmıştır(!)
Şu bir gerçektir ki Avrupa ülkelerinde seçimlerin meşruluğu pek tartışılmamaktadır. Seçimler, gerici emperyalist-kapitalist sistemin, sömürü ve talanı derinleştirme çabaları sonucunda düşen “demokrasi” maskesi olmaktan öteye geçmemekte ancak “muhalefet”in de aktif dahil olduğu bir şekilde ilerlemektedir. Bu da bahsi geçen ırkçı-şoven politikalara karşı mücadeleyi -sokaklarda eylemlerle bir yol çizmeye çalışanlar, bu yönde çaba içinde olanlar olsa da- esasta seçim süreçlerine sıkıştırmaktadır. “Komünist”, “sol”, “yeşil”, “sosyal demokrat” vb. gibi sıfatlar taşıyan muhaliflerin de seçimlerdeki başarısızlığı, yükselen aşırı sağın buna karşı mücadele eden ya da “oy verenler”ce de meşrulaşmasını beraberinde getirmektedir. Seçimlerin, kitlelerin yoğun şekilde politize olduğu süreçler olduğu gerçeğinden hareket edersek, muhalefetin bu mücadeleyi seçim sonrası sürece yayamaması bu süreçte aynı yoğunlukta bir mücadeleyi de engellemektedir.
Ancak emperyalizmin tüm bu saldırılarına karşı ezilen halkların direnişi de göz ardı edilmemelidir. Tek tek ülkelerde geçirilen gerici yasalara ve hak gasplarına karşı bu süreçte yoğun bir direniş söz konusudur. Bu noktada şoven politikaların teşhiri ve ırkçılığa karşı mücadelenin bu mücadelelerle birleşerek büyümesi kriz çemberinde debelenen ve bulduğu her fırsatı ezilen halklar üstünde baskı, sömürü ve talana çeviren emperyalizmin yıkılacağı yolun taşlarını döşeyecektir. Emperyalizmin kriz sürecindeki bu yönelimi kendi aralarındaki rekabetle birlikte yoğunlaşarak devam edecektir. Seçim gibi görece “meşru” süreçlerde bu yoğunlaşma kitlelerin esas sorunlarından uzaklaştırılmasıyla birlikte daha rahat gerçekleşmektedir. Ancak ezilen halklar için sömürü ve talan ne seçimle başlamıştır ne de onunla bitecektir. Ezilen halkların haklı öfkesinin tüm saldırılara karşı kökten sisteme yönelmesi, sınıf mücadelesinin kayıp ve kazanımlarla ilerlemesi ve bu gerici sistemi alaşağı etmesi kaçınılmaz olandır. Kaçınılmaz olanı emperyalizmin kabusuna çevirmek, işçi-emekçi ve göçmenlerin ortak mücadelesiyle mümkündür. Irkçı ve faşist partilerin karşı kutbunda biriken bu mücadele geleceğin inşası için gerçek dayanaktır ve güvenilirdir.