Otobüs Torosların eteklerinde büyük bir sessizliğin içerisinde kıvrılan yolları takip ediyor. Antakya’ya doğru yol alan otobüsün bütün koltukları dolu. Saat gece yarısını geçmesine rağmen yolcular uyumuyor. Derin düşüncelerin gizlenemediği bakışlar otobüs camlarında, gözler seyrek kırpılıyor. Sessizliği muavinin anonsu bozuyor. Saat 04.17’de saygı duruşu çağrısıyla otobüs otoyolda sağa yanaşıyor aşağı iniyoruz. Yüzümüz Antakya’ya dönük bir dakikalık saygı duruşunun ardından otobüse biniyoruz. Otobüsten belli belirsiz ağıtlar yükseliyor. Kimisi için için sessizce ağlarken kimisi de yüksek sesle yasını tutuyor. Hemen herkes bir yakınını kaybetmiş. Bir amca ailesinden otuza yakın kişiyi kaybettiğini söylüyor. Bir anda otuz kişi yitirmek ne demek diye düşünüyorum. Derinden bir öfke herkesin yüzünden okunuyor. Yolcuların bakışları yeniden camlara yöneliyor.
Günün ilk ışıklarını Amanosların koynunda yer alan Belen’de karşılıyoruz. Kilikya’yı Suriye’ye bağlayan bu kadim yol bizi de Amik ovasına indirecek. Belen geçidinin zirvesine geldiğimizde Amik ovasına bakıyor bütün yolcular. Büyük bir sis perdesiyle örtülü Antakya. Dahası önümüzü zor görüyoruz. 6 Şubat 2023’te sessizlikle örtülü bu şehir şimdi sis ile örtülü. Geçitten aşağı iniyoruz. İniş oldukça tehlikeli burada. Normal zamanlarda dahi inişte kazalar oluyor. Şimdi ise yoğun siste inmeye çalışıyoruz. Neden buraya bir tünelin yapılmadığını düşünürken yaşlı bir amca geçitten iniş bittiğinde yüksek sesle neredeyse tüm yolcuların aklından geçen soruyu sorarak tepkisini dile getiriyor: Her yere tünel yapmakla övünen hükümet Hatay’a neden bir tüneli çok görüyor? Bu sorunun cevabını malum zat kimilerine göre itiraf Antakyalılara göre tehdit biçiminde vermişti. Erdoğan’ın itirafına gerek kalmaksızın halkımız geçtiğimiz yıl bu büyük yıkımda neden üzerlerine bir sis perdesi örtülüp ölüme terk edildiğini biliyordu. Sis aşağı indikten sonra da devam ediyor. Yıkımın bütün etkisini üzerinde taşıyan ve üzerinde “Hatay Otogarı” yazan derme çatma bir alanda duruyor otobüsler. Yolcular iniyor birer birer. Ayakları yere değer değmez ağlayan yaşlı kadınları karşılamaya gelen akrabaları teselli etmeye çalışıyor. Teselli etmeye çalışanların da depremzede olduğunu, hatta 100 metre ötedeki konteynerkentten çıkıp geldiklerini anlamak güç değil. Antakyalılar kendi “kaderlerine” terk edilmekten yaralarını kendi sarmayı da öğrenmiş, görüyoruz.
İlk anma 11.30’da Samandağ’da başlayacak. Bizi almaya gelen yoldaşlar programlara dair bilgi verirken ilk kez deprem bölgesine gelen yoldaş sisin de etkisiyle göremediği yıkımın boyutunu soruyor. Cevaba gerek kalmaksızın gri boşluklarla kaplı arsalar karşılıyor bizi sağlı sollu. Bunların yıkılan evler olduğunu tahmin etmek zor değil. Boşluklar artıyor, Asi nehrinin çehresi gri bir çölü andırıyor. Yoldaşlardan biri Antakya merkezdeki yıkımının boyutunu Armutlu mahallesi üzerinden anlatmaya çalışıyor. Bir zamanlar direngen halkıyla bildiğimiz mahalleden geriye uçsuz bucaksız bir boşluğun olduğunu ve sessizliğe gömüldüğünü söylüyor. Depremin üzerinden geçen bir yılın ardından öne çıkan en önemli değişim enkazın kaldırılması. Kaldırmaktan kastımız tüm zararlı kimyasallarıyla belli bölgelerde biriktirilmesi aslında. Tüm yol boyunca şehrin devasa bir konteynerkente dönüştüğü görülüyor: konteyner dönerci, banka, emlakçı(!), market hatta konteyner noter bile var. Temel altyapı öğelerinin hemen hepsi ağır aksak. Ulaşım, elektrik, su gibi temel ihtiyaçlara erişim sınırlı. Saatlerce otobüs bekleyen yolcularla dolu durakların hemen yanında bir görüntü dikkatimi çekiyor. Su birikintisiyle dolu yollar, gelmeyen otobüsler, sürekli kesilen elektrikler söz konusuyken karayolları ekipleri ceza yazmak için kullanılan plaka tanıma sisteminin kameralarını temizliyor, onarıyor. Ne tuhaf değil mi? Her şeyin altüst olduğu bu şehirde vergi daireleri, karakollar, adalet sarayı, icra daireleri vızır vızır işliyor. Peki ya su? Onun için haftanın iki günü dağıtımı beklemeniz gerekiyor. Ha bir de eğer zaten işi dağıtım olan görevlilere yardım ederseniz fazladan iki bidon suyu alabiliyorsunuz. Yanlış duymadınız! Yıl 2024, depremin üzerinden bir yıl geçmiş ve bu Antakya’da oluyor.
Samandağ’da halk bir zamanlar kentin en işlek olan yeri olan PTT önünde başlayacak yürüyüşe. Toplanma yeri de tam olarak bir enkazın üstü. Bir kent enkazı üzerinden yürüyüşe geçecek birazdan. Ellerinde Galatasaray Meydanı’ndan görmeye alışık olduğumuz fotoğraf ve karanfillerle kadınlar dikkatimizi çekiyor. Gözlerinde yaşların tüm anma boyu boyunca eksik olmayacağı bu aileler de kayıp yakınları. 6 Şubat 2024 itibariyle devletin “resmi ölü” ilan edeceği kayıplar. Kimisi enkazdan çıkarılmış, sağken hastaneye götürülmüş. Kimisinin de enkazdan gelen sesi dışında izi yok. Annelerden biri her gün gözlerinin kapıda olduğunu ve bir gün çıkıp gelmesini beklediğini söylüyor. Berfo ananın sözlerini anımsıyoruz. Deprem, kontrgerilla ya da işkence… Kaybetmek, bir mezardan dahi yoksun bırakmak, bu devletin alamet-i farikası bir kez daha anlıyoruz. Yürüyüş çağrısı yapılıyor megafondan. Karanfiller, fotoğraflar, dövizler yukarı kaldırılıyor. Dövizlerde Samandağ halkı tek ses oluyor “Unutma, Hesap Sor!”.
Enkazın içinden başlayan yürüyüş büyüyerek şehrin içine doğru devam ediyor. Gencinden yaşlısına, emekçisinden memuruna yıkıntıların içinden geçen geniş yığınlar “Afet Değil Devlet Öldürür” sloganlarıyla hesabı kime soracağının bir kez daha altını çiziyor ve ekliyor, “Unutmak Yok, Affetmek Yok!”.
Defne yaprakları ve bahurlar dikkatimizi çekiyor yürüyüş boyunca. Geçen yıl depremin üzerinden 40 gün geçtikten sonra öğrenmiştik bahurun ne olduğunu. “Öfkemiz İsyanımızdır!” yazılı bir pankartın ardında bir elinde tüten bahurları diğer ellerinde sıkılı yumrukların içerisinde reyhan taşıyan kadınların yürüyüşüne tanık olmuştuk. Bu tarihten sonra bahur ve reyhan bizler için yas değil isyan demekti. Depremin birinci yılında yine isyanı taşıyordu ellerinde Samandağ halkı. Yürüyüşün dışında kalan azınlığı da kendine katarak yürüyen kitle anmanın yapılacağı alanda ulaştığında dövizler tekrar kaldırılıyor, en yukarı. En öne kayıp aileleri geçiyor, hemen yanlarında anmayı örgütleyen devrimci demokrat yapıların flamaları. Anma programı boyunca kitlenin konuşmaları dikkatle izlemesi alışılmadık geliyor. Ancak konuşmaların içeriği deprem süreci ve sonrasında halkın doğrudan sorunlarına değinmesinin ilgiyi artırdığını görüyoruz. Özellikle deprem sonrası imar ve rant süreçlerinin ciddi etkileyeceği bir bölge olması nedeniyle koordinasyon bu konuya ayrıca önem veriyor. Zeytinliklere zorla el konulması, kamulaştırmalar gibi süreçlerle buradaki halk meselesinin vahametinin farkında. Gelecekte de bu rantın yerel yönetim ve merkezi hükümet düzeyinde de devam edeceğine dair genel bir öngörü hâkim. Ekolojik tahribat gündemi de başta molozlarla öne çıksa da anmada yapılan konuşmalarda bu tahribatın yıllara yayılacak bir süreç olduğu üzerinde duruluyor. Molozlara karşı yapılan direnişe jandarmayla saldıran devlet, depremde sağ kurtulanları yıllara yayılacak bir ekolojik tahribat üzerinden öldürmekte ısrarcı olduğunu göstermişti!
Anmada sohbet ettiğimiz bir genç gece 04.17’de yapılan eyleme katıldığını söylüyor. Protestoları sorduğumuzda temel tepkinin resmi programların riyakarlığına dönük olduğunu belirtiliyor. Öncesinde Erdoğan’ın tehditleri sonrasında da hiçbir şey olmamışçasına yapılan resmi anmaların öfkeyi doğurduğu ifade ediliyor. Öfkenin bir yönü hâkim sınıf temsilcilerineyken diğer bir yönü de Lütfü Savaş vesilesiyle sözde muhalif CHP’ye. Lütfü Savaş gibi halk nezdinde teşhir olmuş rantçı bir belediye başkanının yeniden aday gösterilmesine karşı halk isyanını esirgemiyor. Halkın örgütlediği anmalara bilinçli bir biçimde devlet tarafından “çöküldüğü” dile getiriliyor. Bariyerlerle halkın bilinçli bir biçimde resmi anma alanına yönlendirilmesine karşı barikatlar ve polis gücü fayda etmiyor. Öfke barikatların ardına taşıyor. Ellerde bahurları sislerin içinden çıkan halk önüne çeken seti yıkmasını bilmiş.
Antakya’da yaşayan Arap Alevi halkı deprem süreci boyunca bilinçli bir biçimde topraklarından kopartılmaya çalışıldı. Gerek yardım ulaştırmada gerekse de deprem sonrası süreçteki politikalardan bunu anlamak zor değil. İnançlarıyla, dilleriyle, kültürleriyle öteki olan bu toplumun tek meselesi deprem sonrası altyapı inşası değil aynı zamanda kültürlerini ve inançlarını da yaşatmak. Anmada Arapça ağıtlarda dökülen gözyaşlarından, Arapça sloganlarda gürleşen seslerden bunu anlamak mümkün. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Samandağ Şubesi depremin ilk günlerinden itibaren bu politikaya dikkat çekmeyi sürdürüyor. Demografik yapıya dönük deprem gerekçeli bu müdahaleye karşı en temelde halka topraklarında kalma çağrısı yapılıyor. Bu çağrı “Ma rıhna nehna hon!” (Gitmiyoruz, buradayız) sözleriyle şiarlaştı artık. Anmada da sık sık bu slogan yükseliyor.
Anmadaki isyanla karışık yas havası, ilerici müzik gruplarının hep bir ağızdan söylediği “Çav Bella” parçasıyla isyana dönüşüyor. Yumrukları havaya kalkık halkın korosu eşlik ediyor parçaya. “Güneş doğacak, açacak çiçek” sözlerinde sesler yükselirken bir kez daha umudun mücadeleyle büyüyeceğini bize gösterdi. Sisin doğacak güneşle dağılacağını bildiğimiz gibi enkazdan onurlu, adil ve eşit bir yaşam da yaratacağımız bilincini de kuşanmalı hesap soran öfkemizi diri tutmalıyız.
(BİR PARTİZAN OKURU)