[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçim tartışmaları ve hazırlıkları devam ediyor. Burjuva feodal medyaya bakılırsa halkın bu seçimlerde belirleyici bir özelliği zaten olmayacak ve hatta olmamalı da. Onların yerine, ama onların çıkarlarından tamamen uzak, bir avuç asalağın ve komprador uşağın çıkarlarına hizmet eden partiler seçilecek adayları belirliyorlar ve düzeni elinde tutan bu unsurların adayları yerel yönetimlerde de söz sahibi olacaklar, hatta olması gereken budur. Uzunca bir süre bu güçlerin ve adaylarının birbirleri hakkındaki değerlendirmeleri konuşulacak, arta kalan zamanda da “projeler.” Üstelik çok övülen, olmazsa olmaz kabul edilen bu projelerin sonuçta, “seçim kazanmak için üretilmiş doğal yalanlar” olduğu da hiç çekincesiz ifade edilebilmekte… Biraz daha ilginç olan kısım oy vereceklerin, yani kitlelerin de bu projelerin “oy toplama aracı” olmaktan başka bir anlam taşımadığını bilmeleridir. Kimse bu projeler gerçekleştirilebilir diye oy vermiyor, hemen herkes hangisinin daha güçlü bir aldatıcılığa sahip olduğuna bakarak oy veriyor! İşin özü tüm seçimlerde önce partiler ve sonra bunların üzerlerinde belirleyici olduğu ve sınırlandırma yetkilerini kullanarak konumlandırdıkları adaylar seçim kazanmaya odaklanırlar ve eğer kazanırlarsa “projeler” kervan yolda dizilir misali egemenlerin ihtiyaçlarına ve olanaklarına uygun olarak gündeme gelir.
BEKLENTİLER SEÇİLMEK ÜZERİNE!
Bu seçimdeki politikamıza, genel bir yaklaşım sunarak geçen sayımızda değindik. Yerel seçimlere de aslında bir önceki genel seçimle aynı koşullarda giriyoruz. Halk kitlelerinin ciddi derecede örgütsüz olduğu, bununla birlikte devrimci demokratik hareketin de kapsamlı bir küçülme ve daralma yaşadığı koşullardayız. Bu iki özellik de seçimde etkin roller oynamamıza engeldir. Bu özelliklere rağmen seçimlerden beklentinin yüksekliği bu yöndeki politikaların dayanaksız olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır. Bu tarz politikaların nihayet oportünizme dayandığını, burjuva karakterde olduğunu, halkın yönetme ve iktidarlaşma sürecinin bir parçası olarak gelişmediğini söylememiz gerekir.
Bu politikalara oportünist, burjuva karakterde dediğimizde geçiştiren, söyledim oldu bir yaklaşım içinde olmadığımızın anlaşılması gerekir. Bu tanımları kullanırken tam da halk kitlelerinin bu süreçlere dahil edilmemesini, onların çıkarlarının temel alınmamasını, yönetme görevinin/ işinin gene belli ve sınırlı kesimlerde kalmasını sağlayan süreçleri hesaba katıyoruz. Yönetenin gene halk olmadığı ya da en azından halk kitlelerinin bu süreçlere katılımının örgütlenmediği koşullar sonuç olarak burjuva anlayışı üreten koşullardır. Kendilerine komünist, sosyalist, devrimci, demokrat da deseler, sıfat olarak bu tanımları da kullansalar yönetenlerin belli ve sınırlı olduğu, halk kitlelerinin yönetim süreçlerine dahil olmadığı koşullarda “devrimci yönde” belediyecilik yapılmış olmaz.
Elbette hemen her olanaktan devrim için yararlanmak anlayışı doğru bir anlayıştır. Komünistler daima bu anlayışla hareket etmelidirler. Ne var ki “olanaklardan yararlanmak” dediğimiz şey dar grupçu yaklaşımları beslemek, karşılamak olmamalıdır. Olanaklardan yararlanmak halk kitlelerinin örgütlenmesine alan açmak, pratik karşılığı olacak biçimde kitlelerin yönetme süreçlerine katılmalarını sağlamak, yer yer yanlış sonuçlar üretse de, bir tür “yönetme eğitimi”nden geçmelerine fırsatlar sunmak anlamındadır.
Bunların teorik olarak ileri sürülmediğini, düşünülmediğini elbette söylemiyoruz. Biliyoruz ki “halkçı belediyecilik” iddiasının altı esas olarak bunlarla doldurulur. Dikkat çektiğimiz nokta bunun pratik karşılığının olmamasıdır. Halihazırda elde olan deneyimler bu karşılığın olmadığını göstermektedir. “Komünist başkan” da dahil “halkçı belediyecilik” yapanların bir deneyim kazandığını, yönetme yeteneği edindiklerini inkâr edemeyiz elbette. Peki ama bunlarla birlikte halkın deneyimi nedir? Halk ne kadar yönetme yeteneği edinmiştir? Belediye hizmetlerinden hareketle ne kadar örgütlenmiştir? Üretimin, her türden çalışmanın “sosyalist” olup olmadığını tartışmıyoruz burada. Tartışmak, daha doğrusu dikkat çekmek istediğimiz nokta kitlelerin mevcut toplumsal yapı içinde ne kadar örgütlenmiş olduğudur, ne kadar yönetme eğilimi geliştirdiğidir. Bunlar sosyalist, devrimci ya da halkçı belediyeciliğin doğal, kaçınılmaz sonuçları olmalıydı. Böyle bir şeyin hemen hiç olmadığı bir durumda deneyim, yönetme bilinci sadece burjuva nitelikte olabilir…
Yerel yönetimlerin ve bu yönetim olanaklarından yararlanmanın neye hizmet ettiğini, nasıl sonuçlar ürettiğini değerlendirdiğimizde halkın çıkarlarının gerçekleştiğinden, halkta “kendi iktidarına doğru” bir gelişim olduğu düşüncesinin oluştuğundan, buraları yöneten devrimci veya demokrat dediğimiz güçlerin kitleleri daha ileri örgütlülüğe ve daha ileri bir bilince taşıdığını söylemek mümkün değil. Hiç şüphesiz bu güçlerin ve yöneticilerinin bir şöhreti oluyor, soyut da olsa halkın çıkarlarını ifade eden, devrimci veya demokratik belli başlı kavramlar, tanımlar bunlar vesilesiyle daha bilinir hale geliyor. Ne var ki bu durumun devrimci bir hareketin gelişmesi bakımından iyi veya doğru olduğu tartışmalıdır. Bize göre bu hiç de olumlu bir şey değildir. Devrimci hareketin gelişmesinin temel ilkesi devrim bilincinin halk kitleleriyle birleşmesidir. Halk kitlelerini sonuçta aldatma işlevi gören gelişmelerin böyle bir birleşmeyle ilgili olmadığı açıktır. Aksine bunlar böyle bir birleşmenin ciddi engelleridir. Bunun için verebileceğimiz en iyi deneyim örneği sosyalizm adına hareket etmiş, sosyalizmi Afganistan’a ihraç etmiş, burada komünist partisi kurdurmuş ve bu parti ile halkı yönetmiş, azımsanmayacak kadar sosyalist ve devrimci kavramı, tanımı Afganlılarla buluşturmuş Sosyal Emperyalist SSCB’dir. Sosyal emperyalist de olsa sosyalizmi “yaygınlaştırdığı” için SSCB doğru bir yolda ilerlemiştir denebilir mi?
ÖRGÜTSÜZLÜK PROBLEMİ ÖNEMLİDİR
Genel yaklaşımı sunduğumuzda adayların niteliğine özel dikkat çekmiştik. Hiç şüphesiz halkın örgütsüzlüğünün yoğun olduğu ve bizim de çok güçsüz olduğumuz koşullarda adayların niteliği çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü örgütsüzlük ve güçsüzlük bireylere daha fazla görev ve sorumluluk yükler. Bu nedenle aday olacak kişilerin niteliği belirleyici düzeyde önemlidir. Güvenilir, halkla ilişkilerinde donanımlı ve deneyimli, halkın çıkarları temelinde örgütsel deneyime sahip ve yönetmeyi halka doğru yayma politikasında kararlı bir tutuma sahip olması “destek” için olmazsa olmazdır. Bu özelliklerin toplamına sahip olmak bir şart olmalıdır. Bunlardan birinin zayıflığı veya yetersizliği “destek olmamak” için yeterli olmalıdır. Bütünlük arayışımız için “abartılı” denebilir mi? Denmemelidir. Çünkü seçilen beş yıllık bir yönetme hakkına sahip olmaktadır. Bu uzun bir süreçtir ve biri olmazsa diğeri de zayıflayacak özellikler olmadan bu beş yıl, yönetenin halkın çıkarlarına karşıtlaşmasının faturası ağır olur.
Ayrıca yönetime halkın katılımı yönünde bir politika izlemek seçimlerden sonraya bırakılacak bir olay değildir. Bu daha başlangıçta izlenebilir, görülebilir bir süreçtir. Daha adaylar belirlenirken bu özellik açığa çıkar. Görebildiğimiz kadarıyla hemen hiçbir yerde aday belirleme süreçlerinde bu yol izlenmiyor. Örgütlü kitlelerin katılımına dayanan bir aday belirleme süreci yaşanmıyor. Faşist düzen partileri için “normal” olan bu durum devrimci, demokratik hareketler için açıkça yanlıştır…
Yerel seçimlerde adayların niteliği kadar bunların belirlenmesinde izlenen yollar ve kitle örgütlerine tanınan inisiyatif de önemli ve hatta yer yer belirleyicidir. Doğrudan halkın içinden çıkan ve halkın çıkarlarının farkında olup bunları benimsemiş adaylara yönelmek gerekir. Uzun bir süredir yöneticilik yapmış, bürokratik işleyiş içinde kaçınılmaz olarak bürokratik ilişkilerle şekillenmiş adaylardan uzak durulmalıdır. Elbette deneyimli adaylara kapılar kapatılmamalıdır; ne var ki deneyimlerin başkanlıkla ilişkilendirilmesi de bir başka bürokratik yaklaşım olacaktır. İhtiyaç olan şey halkla ilişkisi doğrudan olan ve halkın ihtiyaçlarına daha yakından tanıklık etmiş olanların adaylığıdır.
Nasıl bir yönetim izleneceğine dair tartışmalarda da aynı şey söz konusudur. Bu tartışmaların gerçekleşmesi kendi başına bir olumluluk olarak değerlendirilmemelidir. Bu biçimdeki davranışların en gerici kurumlarda bile yer yer görüldüğünü kim inkâr edebilir? Sorun bu tartışmalara halk kitlelerinin, örgütlü kesimlerin ne derecede katıldığıdır. Nasıl bir yönetim olacağı tartışmasına halkın katılımını sağlayamayanların “halka dayanan yönetim” anlayışında olacaklarına dair bir teminatları da söz konusu olmaz.
Belediyelerde üst düzeylerde görev alanların halk tarafından geri çağrılmasının koşulları üzerinde düşünmek ve bunları tartıştırmak halkın inisiyatifinin gelişmesi bakımından önemlidir. Hemen hiçbir seçilmişin kendi gerçekliğine uygun davranarak görevlerinden feragat ettiğini görmedik. Böyle bir beklenti asla gerçekçi değildir. Dahası sistem de böyle bir şeye olanak vermemektedir. Bu noktada konu edilmesi gereken şey “geri çağırmanın” bir ilke olarak savunulması, kitlelerin bu yönde bir hakkın varlığından haberdar edilmeleri ve bilinçlenmelerini sağlamaktır.
Yerel seçimlerden devrimci yönden yararlanmanın koşulları esas olarak yok, dediğimizde yukarıda belirttiğimiz genel örgütsüzlüğü ve güçsüzlüğü temel alıyoruz. Devlet saldırılarını, sınırlamalarını, hak gasplarını da buna ekliyoruz. Buna rağmen “boykot” tavrından da söz etmediğimizi belirtmeliyiz. Boykot tartışmasız, ayrıca somut önerileri, gelişmeleri değerlendirmeye gerek duymadan, baştan yapılmış değerlendirmelerle seçimlere katılmamayı ve hatta mümkünse seçimleri engellemeyi içerir. Seçim sürecini doğrudan halka bir saldırı, halkın devrimci eylemini engelleme hamlesi olarak değerlendirdiğimizde örneğin boykot için yeterli bir neden sunmuş oluruz. Bu türden bir değerlendirme yapmıyoruz. Temele örgütsüzlüğü ve güçsüzlüğü koyuyoruz. Bundan hareketle çok özel durumlarda seçimlerde destekleyeceğimiz adaylar veya süreçler söz konusu olabilir. Bu durumların tespiti için de yukarıdaki kıstasları konu etmek, tartışmak gerekir. Seçimlere katılmak, “yakın” görünen adayları desteklemek gibi bir zorunluluk olmadan, halkın örgütlenmesini ve yönetme süreçlerine katılmasını içeren tutumlara yakın durarak ve olabilirse bu süreçlerin daha aktif bir parçası olmayı kabul ederek somut önerilere ve gelişmelere açık olmayı savunuyoruz.
Seçimler önümüzdeki dönemde daha hızlı ve yaygın bir şekilde gündeme gelecek ve somut biçimlere dönüşerek somut tartışmalara, önerilere neden olacaktır. Birçok devrimci ve demokratik hareketin bu sürecin aktif parçası olması ve başka türden çalışmaların çok tali kalması bu süreci hızlandıracak, önerilerin ya da moda söylemle projelerin öne çıkmasını sağlayacaktır. Bu da komünistlere görevlerini, amaçlarını, çalışma yöntemlerini bu bakımdan özel olarak ele almaları gerektiğini gösterir. Sıkı bir çalışmayla; ama asla seçimlerle sınırlı düşünmeden, kitlelerle bağlar geliştirmeye, kitlelerdeki devrim eğilimini açığa çıkarıp onları bu yönde örgütlemeye yoğunlaşmalıyız. Çeşitli devrimci demokratik hareketlerle kitlelerin örgütlenmesini sağlayacak biçimlerde, kitlelerin çıkarlarını temel alan bir anlayışla ortaklık geliştirmek yanlış değildir. Bununla beraber genel ve yaygın eğilimin kitlelerin çıkarları aleyhine işlediğini, ciddi bir bürokratik, reformist, tasfiyeci anlayışın geliştiğini görerek hareket etmeliyiz. Belirttiğimiz gibi, bu süreçlerin parçası olmak zorunluluğu söz konusu olamaz. Aksine aktif bir şekilde bu kendiliğindenci bilince karşı çıkmak anlayışıyla hareket edilmelidir…