[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Patnos Ağır Ceza Mahkemesi ve İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesinin başvuruları üzerine Anayasa Mahkemesi (AYM) örgüte üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç işleme” hükmü hakkında pilot karar (fazla sayıda başvuruya neden olan yapısal bir sorun hakkında, sorunun yarattığı mağduriyetlere son verilmesini amaçlayan karar mekanizması) usulünü uyguladı. Hamit Yakut kararında “bir gösteri yürüyüşüne katılması nedeniyle örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkûm edilen başvurucunun, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği” iddiasını inceleyen AYM TCK m. 220/6’daki düzenlemenin kanunilik ölçütünü karşılamadığı sonucuna vardı. Söz konusu başvuruda, AYM’nin de aynı biçimde kanaat oluşturduğu, kişinin “kınanabilir” tek eyleminin “kanunda gösterilen usuller uyarınca yapılmamış ve başladıktan sonra şiddet hareketleri nedeniyle barışçıl olmaktan çıkmış” bir gösteride bulunup ihtara rağmen olay yerini terk etmemesi olduğu savunuldu. İhtara rağmen dağılmama tavrı nedeniyle Hamit Yakut, 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmış, ancak hükmün açıklanması geriye bırakılmış, buna karşın eylemin “örgüt adına” gerçekleştirildiği kabul edildiğinden, başvurucu ayrıca 3 yıl 9 ay hapisle cezalandırılmıştır.
Başvurudaki bu değerlendirmeyi kabul eden AYM TCK m. 220/6’nın içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olmadığına, toplanma özgürlüğü hakkına yönelik keyfi müdahaleye karşı kişilere yasal bir koruma sağlayamadığına karar verip sözü geçen pilot kararı almıştır.
Bundan çok daha önce aynı yasa maddesi hakkında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de bu yönde bir karar oluşturmuştur. Işıkırık Kararının tarihi 2017’dir. Karar Nisan 2018’de kesinleşmiştir. İHAM “… hak ihlal edilmiştir, burada bir belirlilik ve öngörülebilirlik yok, Işıkırık’a bir tazminat ödeyin ve yeniden yargılayarak beraat etmesini sağlayın” demekle birlikte genel önlemler alınmasını da istemiştir. Avrupa Konseyinin Bakanlar Komitesi de bu dosyayı takip etmektedir.
2017 yılındaki İHAM kararından sonra “düzenleme” sorumluluğunu hükümet ısrarla ihmal etti. Her defasında söz konusu maddenin uygun olup belirsizlik içermediğini, yargıçların kararı uygulama becerisini hakkaniyetle gösterdiklerini savundu. İHAM kararlarına bağlı kalacağını taahhüt etmiş olmasına rağmen hükümet “devlet olarak kendisine karşı işlenen suçlar”ın cezalandırılmasında alabildiğine ölçüsüz, keyfi olabilmekten bir adım gerilememekte direndi.
İHAM kararı yargılamada keyfi uygulamaların önlenebilir olmasını, yasalarda tanımlanan suçların belirli ve öngörülebilir nitelik taşımasını talep etmektedir. Hükümet ise keyfi yargılama olmadığını yargıçlarına duyduğu güvenle açıklamaya gayret etmiştir.
Hamit Yakut dosyası AYM’nin önüne gittiği zaman AYM de TCK 220/6’nın belirsizliğini, öngörülebilir olmadığını değerlendirmiştir.
İlgili maddenin keyfi yorumunun anlaşılması bakımından 2015 yılında Yargıtay 16’ıncı Ceza Dairesinin Leyla Zana’ya dair verdiği karara ilişkin şu değerlendirme dikkate değerdir: “Yargıtay ‘belli sayıda toplantı ve gösteriye katılma durumu söz konusuysa bu toplantı ve gösteriye katılmanın bir bütünen yasa dışı örgüt üyeliğine konu edeceksiniz’ dedi. Ondan sonra, yani 2015 sonrasında ‘yasa dışı örgüt üyeliği’ suçuna dair yargılamalar çok arttı. ‘Üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme’ suçlaması ile ilgili yargılamalar neredeyse durma noktasına geldi. Yargılamaya konu olan eylem aynıydı. Çağrı niteliği kimi zaman siyasi parti, kimi zaman sivil toplum örgütlerinin yapmış olduğu eylem ve etkinlikler. Örgütsel çağrı olarak nitelendirilen hususlar ise kimi basın organlarında çıkan haber içerikleri. Suça konu fiil, ona dayanak maddesi, gerekçesi aynı. Ama suçlama konusu değişti. Yurttaş açısından aslında daha ağır bir muayedenin oluşması açısından değişti” (Artıgerçek, Diyarbakır Baro Başkan Yardımcısı Mehdi Özdemir)
Diyarbakır Baro Başkan Yardımcısı Mehdi Özdemir, Yargıtay’ın keyfi yorumu ve istemi sonucunda Anayasal gösteri yapma hakkını kullananların “bu hakkı birçok kere kullanması halinde örgüt üyesi gibi cezalandırılmasını” sağladığına dikkat çekmektedir. Burada Yargıtay’ın keyfi tavrı elbette önemlidir ve ciddi bir sorundur. Fakat ilgili yasa maddesinin de buna olanak verdiğini görmek gerekir. Aslolan da budur. Yasa maddesi buna olanak verecek derecede belirsizdir.
Mahkemelerde bu maddenin sorunlu olmasının tarihi aslında daha da eskilere dayanıyor. Kamuoyunda “üçüncü yargı paketi” olarak bilinen, 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı yasanın 85’inci maddesiyle yapılan değişiklik sonucunda “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten” yapılan yargılamalara da olası mahkûmiyet kararlarında bir bölü iki indirim koşulu sağlanmıştır. Çünkü yasa uyarınca “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği” değerlendirilen kişi çoklukla “örgüt üyesi” olarak değerlendirilen kişiden daha fazla mahkûmiyet alabilmektedir. Çünkü suç sayılan eylem sayısı fazladır! Yasa yoluyla indirime gidilerek yasa maddesinin kusurlu yapısı telafi edilmek istenmiştir.
İHAM’dan sonra AYM’nin de söz konusu yasanın sorunlu yapısı hakkında yeni düzenleme talepli bir karar alması kuşkusuz yasalara, bu yargı kurumlarına güven duymanın, dolayısıyla iyi bir yola girildiğine dair değerlendirmeler yapmanın gerekçesi yapılamaz. Sonuç olarak istenen düzenlemeler egemen sınıfların çıkarlarının korunması, devletin güvencede tutulması amacına hizmet etmektedir. Yasaların ve yasaların dayandığı temel anlayışların iç tutarlılığının bozulmamasına hizmet edilmektedir. Bununla birlikte keyfilik, belirsizlik içeren her şeyin çok daha fazla mağduriyet yarattığı da bir gerçektir. AYM kararının bu bakımdan, bireysel düzlemde yararlı sonuçlar doğuracağını ifade edebiliriz.
Gene bu noktada “Cumhurbaşkanına hakaret”, “devletin kurumlarını alenen aşağılama.” gibi maddelerin de sorunlu olduğu halihazırda ifade edilmektedir. İHAM “Türk Ceza Kanununun Terörle Mücadele Mevzuatı”nın kendisini sorunlu kabul ediyor. Tartışmanın bu maddelere ve genel mevzuata doğru genişleme olasılığı vardır. Ne var ki devletleri korumayı temel alan yapısıyla İHAM’ın ya da ilişkili olduğu Avrupa Konseyinin bu olasılığı zorlayacağı beklenmemelidir.
Halihazırda söz konusu hüküm nedeniyle hapishanelerde binlerce tutsak var. AYM tutsaklara ilişkin bir karar almamıştır. Dolayısıyla kararın onlara bir etkisi henüz yoktur. Halbuki kanunun iptal edilmesiyle birlikte sonuçlarının da ortadan kaldırılması gerekirdi.
Sonuç olarak 4 aylık süre içinde AYM kararında ifade edildiği şekli ile “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine uygun yeni bir düzenleme yapılmalı veya “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” şeklinde bir suç tipinden tamamen vazgeçilmelidir. Bu hüküm bakımından devam eden davalarda yargılamanın durdurulması kararı verilmeli, tutukluluk söz konusu ise tahliye, infaz söz konusu ise derhal infaz durdurma kararı istenmelidir.