Sınıflı toplumların başlangıcından beri üretim ilişkileri ile, para aracılık etsin etmesin bölüşüm ilişkileri var olagelmiştir. Bölüşüm ilişkileri üretim ilişkilerinin sürdürülmesinde zorunlu bir aşamadır, dolayısıyla bölüşümün gerçekleşmesi her toplum için şarttır. Bu şartı içermek üzere çok değişik biçimler altında bölüşüm gerçekleşir. Ücretlendirme bunun son biçimlerinden biridir. Önümüzdeki günlerde gündemimiz yoğun bir biçimde asgari ücret olacak… Asgarisinden bahsetmeden önce ücretin tanımını yapalım: Ücreti, piyasa ekonomisinde emek gücünün yeniden üretimi üzerinden belirlenen değerdir. Ücret bir meta olan emek gücünün fiyatıdır. Tarihsel gelişimine alt başlıklarda ayrıntılı değinilecek olan ücret, 1672’de “yaşamak, çalışmak ve üremek” şeklinde ifade edilmiş (Bensussan, Labica, 2012:1008) ve emeğin yarattığı değerin bir kısmına tekabül eden metalaşmış emek gücünün değeridir.
Klasik iktisat teorisindeki öğretilerden olan “doğal ücret teorisi”ne ve klasik teorisyenlerin temel tezine göre, işçiler ücret konusunda hep en çoğunu, daha fazlasını isterken sermaye hep daha azını vermeye çalışır. Sözü geçen kategorideki teorisyenlerden A. Smith asgari ücreti “daha aşağıya çekilmesi mümkün olmayan, yaşamsal ihtiyaçların ve üremenin sürdürülmesine imkân veren ücret düzeyi” olarak tanımlar. Ayrıca “Milletlerin Zenginliği”nde Smith ücretin (Smith, 2011:70) “emeğin doğal ödülü” olduğunu söyler, mal mevcudunun birikmesi olarak tarif ettiği (Marx bunu daha sonra artı değer ile açıkladığı sermaye birikimi ile temellendirecektir) durumun ortaya çıkmasından evvel emeğin tüm ürününün işçiye ait olduğunu belirtir. Bu da sınıfsız toplumların olduğu ilkel döneme işaret eder.
Önemli etkilere sahip asgari ücrete ilişkin ilk görüşler Antik Yunan’a kadar götürülse de modern anlamıyla asgari ücretin ele alınması pek kısa bir geçmişe sahiptir. İşçi sınıfının sosyal bir sınıf olarak henüz açıkça ortaya çıkmadığı, işçi ile kapitalist arasında kesin sınıflaşmanın bulunmadığı Orta Çağ lonca sisteminde bugünkü manasıyla bir asgari ücret tespitinde bulunulmamıştır.
Dünyadaki ilk asgari ücret uygulamaları, 1894’te Yeni Zelanda’da, 1896’da Avustralya’da ve 1929’da İngiltere’de görülmüştür (Türk-İş, 1978; 16). Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO), 1928’de kabul ettiği 26 sayılı asgari ücret belirleme yöntemleriyle ilgili Sözleşme ile asgari ücrete uluslararası bir ölçüt getirildi. Bu tarihten sonra asgari ücret uygulaması önce Avrupa’ya sonra da tüm dünyaya yayıldı. Türkiye, ILO’nun 16.6.1928 tarihli Asgari Ücret Tespit Usulleri İhdasına ilişkin 26 sayılı Sözleşmesini 1973 yılında, 28.06.1951 tarihli “Tarımda Asgari Ücret Tespiti Usulleri Hakkında 99 Sayılı Sözleşmesini’’ ise 1969 yılında kabul etmiştir. Türkiye’de, asgari ücret belirlenmesi ile ilgili ilk uygulama, 1969 yılında altı farklı bölgeye ayrılan 26 ilde yapıldı. Sonraki dönemde bu illerin sayısı artırıldı. 1973 yılında da bazı illerde tarım işçileri için asgari ücret uygulamasına gidildi.
1989 yılına dek ülke geneline yaygınlaştırılan bu uygulama sürdü. Asgari ücret, 16 yaşını doldurmuş ve 16 yaşını doldurmamış işçiler için ayrı ayrı olmak üzere, tarım ve orman kesimi ile, sanayi ve ticaret kesimi işçileri için sektörel düzeyde belirlendi. Bu tarihten sonra, her iki kesim için de tek bir asgari ücret belirlenmesine gidilmiştir.
* Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan 2022 Temmuz ayı istatistiklerine göre, ülkemizde 15 milyon 987 bin 428 işçi olduğu düşünüldüğünde, çalışma yaşamında yer alan işçilerimizin yüzde 62,54’ü asgari ücret almaktadır. Ülkemizin, Avrupa Birliği ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip ülkelerden biri olmasının yanında, asgari ücretle çalışanların oranının en yüksek olduğu ülke olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
* Avrupa Birliği İstatistik Kurumu’nun (Eurostat) açıkladığı son bilgilere göre Türkiye bu oranla açık ara zirvede yer alıyor. İkinci sıradaki Slovenya’da asgari ücretli oranı yüzde 15,2. Türkiye’deki oran kendisine en yakın Slovenya’nın 2,5 katı. Üçüncü sırada ise yüzde 14,1 ile Bulgaristan var. Bu ülkeleri sırasıyla Romanya (yüzde 13,3), Polonya (yüzde 12,1), Fransa (yüzde 11,6) ve Yunanistan (yüzde 8,9) takip ediyor. Asgari ücretle çalışan oranının en düşük olduğu ülke ise yüzde 0,8 ile İspanya ve yüzde 0,9 ile Belçika.
Diğer bazı ülkelerde asgari ücretle çalışanların oranı ise şöyle: İrlanda (yüzde 8,3), Macaristan (yüzde 7,7), Letonya (yüzde 7,3), Almanya (yüzde 6,6), Litvanya (yüzde 6,1), Slovakya (yüzde 5,7), Lüksemburg (yüzde 5,1), Hırvatistan (yüzde 5) ve Portekiz (yüzde 4,4).
Sindirilmişlerin Arenası ve Azami Sömürü Dişlisİ
Asgari Ücret ve Toplu Sözleşme sınıf mücadelesinin bir kazanımıdır. Sermayedarlar arasındaki rekabetin önlenmesi için icat edilen azami ücret sözleşmesinin ters yüz edilmesidir. İşçilerin sermayedarlarla girdiği pazarlığa bir set çeker. Ancak yenilgi koşullarında tüm kazanımların yozlaşması gibi asgari ücret oyununda da kurallar değişir. İş gününde, sendikalarda, tekil veya toplu sözleşmelerde olduğu gibi… Oyunun kuralları oyunun amacını ifşa eder. Asgari ücret tespit komisyonu; özel sermaye, kolektif sermaye ve tercihen sarı sendikanın belirlediği beşer temsilciden oluşur. Toplantı yeter sayısı ondur. Yani komisyon işçi temsilcileri olmaksızın da karar alabilir. Çalışmalarını ve görüşmelerini gizli yürütür. Üyeler bu gizliliği korumakla yükümlüdür. Böylece işçi temsilcilerinin sermaye ile yürüttükleri görüşmelerde sınıflarına ihanetleri saklı tutulur.
Asgari ücret belirleme kıstasları; ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum, ücretliler için geçinme indeksleri, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumu ve geçim şartlarıdır. İşçinin sömürücüye ne sattığı değil ne kadarla yetinebileceği göz önünde bulundurulur. Doğal olarak bu ölçütler arasında emek gücünün değerinin ne olduğu yer almaz, tartışılmaz da. Oysa herhangi bir meta sahibinin metasının fiyatını pazarda belirlerken ülkenin içinde bulunduğu sosyoekonomik durumun ölçüt haline gelmesi ne kadar saçma ise emek gücünün değerinin belirlenmesinde aynı kıstasların ölçüt olması da o kadar saçmadır. Bir kriz anında emek gücü metasının fiyatları her nasılsa ekonomik koşullar tarafından belirlenirken kimse sermaye sahiplerine metaların fiyatlarını düşürmesini önermez. Aynı biçimde pazara götürülen metaların fiyatları masa başında icat edilmiş birtakım indeksler tarafından da tayin edilmez. Örneğin Ulusal Domates Fiyatı Tespit Komisyonu tarafından bir kilo domatesin üretiminde şu kadar tohum, bu kadar gübre, su, kimyasal vb. tüketilmiştir; öyle ise domatesin pazar fiyatı şu kadar liradan az olamaz denilmesi ne kadar saçma ise Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından emek gücünün değeri şu kadar ekmek, şu kadar peynir, şu kadar ayakkabının fiyatının toplamıdır demek de o kadar saçmadır. Bu durum nasıl domatesin değerinin/fiyatının onun içerdiği değeri oluşturan değişmeyen sermayenin, değişen sermayenin ve artı değerin (ya da kârın) toplamından oluşmasını engellemiyorsa, işçinin emek gücünün değerinin de onu oluşturan metaların değerleri toplamından oluşmasını engellemez. Oyunun son kuralı ise uyuşmazlık durumlarında grev hakkının olmamasıdır. Bir pazarlık masasında işçinin elindeki tek pazarlık unsuru olan üretmeme hakkı böylece elinden alınır. Uzunca zamandır sınıf mücadelesinde grev iş bırakma ile eş anlamlı kullanılır olmuştur. İş bırakma işçinin tekil olarak üretme eyleminden çekilmesi anlamına gelir. Yedek sanayi ordusunun varlığı tek tek işçilerin üretme eyleminden çekilişini sadece kendilerini açlığa mahkûm etmeleri ve yenilgiyi baştan kabul etmeleri anlamına getirir. İş bırakma eylemi bir sınıf eylemi değildir. İster tek bir işçi olsun, isterse tek tek işçilerin toplamından oluşan bir grubun eylemi olsun sınıfsal değil bireysel bir tutumdur. Oysa işçiler üretim araçları karşısında ortak bir tasarrufta bulunduklarında sınıf olurlar.
Sermayenin sermaye niteliği sadece çoğalma yetisini yitirdiğinde kaybolur. İşçi sınıfının sermayeyi, varlığının vazgeçilmezliğine ikna edebileceği ve teslim alabileceği tek koşul üretimin durdurulmasıdır. Bu nedenle grev iş bırakma değil işin durdurulması eylemidir. İşin durdurulması tehdidini içermeyen hiçbir pazarlık gerçek bir pazarlık niteliği taşımaz. Böylesi koşullarda yürütülen görüşmeler sadece göstermelik bir oyun olabilir. Bugün 6-7 milyonu kayıtlı asgari ücretli işçi için yürütülen asgari ücret görüşmeleri ne işçilerin bilgisine açıktır ne de işçilerin sonuçları kabul etme hakları vardır. Bu hak hem yasalar hem de işçi sınıfının örgütlülüklerine hâkim olan yanlış bilinç tarafından gasp edilmiştir.
Bu oyun tek kişilik bir oyun değildir. Oyunda sermaye iş birlikçilerinin rollerini anlıyoruz. Onlar devletin olanaklarıyla, sırf bu masalarda otursunlar diye yaratılmış araçlardır. Ancak anlaşılmaz olan sahneye oyun bozucu olarak çıkması gerekenlerin de kendilerini oyunun kurallarına bağlı hissetmeleridir. DİSK’in araştırma dergisi DİSK-AR’da yayımlanan ücret raporları incelendiğinde her iki metnin de referansının İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa Sosyal Şartı ve ILO’nun kararları olduğu görülür. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki atıf asgari ücretle ilgili olan 23. maddeyedir. Madde şöyle der: “Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve elverişli bir ücret hakkı vardır.” Keza aynı içeriğin farklı bir dille ifade edildiği Avrupa Sosyal Şartı ve Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 4(1) maddesi alıntılanır: “Tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlamak için yeterli, adil bir ücret alma hakkı vardır.” Aynı içerik ILO’nun tavsiye kararında görece daha somut bir biçime sahiptir: “Asgari ücretin tespitinde işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının ülkedeki genel ücret seviyesinin, hayat pahalılığının, sosyal güvenlik yardımlarının ve diğer sosyal grupların göreli yaşam standartları dikkate alınmalıdır.” Burjuva akıl, toplumu hayalde oluşturulmuş insanların toplamı olarak vaaz eder. Sınıfsız, tarihsiz bir toplum tanımını kabul ettiğinizde toplumu oluşturan her bireyin aynı öze sahip olduğunu da kabul etmek zorunda kalırsınız. Böylece burjuva toplum anlayışı, bu hayali özü keşfetmenin ve bu özle nasıl ilişki kurulacağı konusunda fetvalar üretmenin bilimi haline gelir.
Bir burjuva toplum bilimcinin insanın özüne en yakın olduğunu düşündüğü an, gerçeklikten en uzak olduğu andır. İdeoloji bir sınıfın kendi çıkarlarını toplumun tümünün çıkarları olarak sunmasından başka bir şey değildir. Bu nedenle burjuvazi ne zaman kendi çıkarlarını herkesin çıkarları olarak sunmak ister, o zaman insanın özüne dair hurafelere sığınır. Şimdiye değin insanın derinliklerinde ne insanlık onuru denilen şeyi keşfedebilmiştir ne de iyi bir yaşamın evrensel ölçütlerini sıralayabilen birileri. İşçilerin, bu kavramları gördükleri yerde ezber etmeleri gereken bir tek soru olmalıdır: Kimin için iyi? Sınıflı bir toplumda her şey görecedir. Göreceliliğin zeminini ise çıkarlar belirler. Burjuvazi ile işçi sınıfının çıkarları ortak olamayacağı için ortak özleri de yoktur. Burjuvazi kişileşmiş sermayedir. Onun özünü sermaye oluşturur. Sermaye ölü emektir; işçilerden tersanelerde, işliklerde, atölyelerde, fabrikalarda, bürolarda çalışmakla tüketilen yaşamdan sızdırılan ölü emek…
Asgari Ücret Sefaletin Olağanlaştırılmasıdır! Kabul Etmedik, Etmeyeceğiz -II
DİSK için referans oluşturan metinler “sınıf” yerine “insan hakkı” kavramına yaslanır. DİSK’e göre asgari ücret, evrensel sosyal bir haktır ve devlet bu hakkı korumakla yükümlüdür. Hazırladığı raporda asgari ücretin ”bir fedakârlık konusu değil, Anayasa’nın devlete yüklediği bir yükümlülük ve sosyal hukuk devleti ilkesinin gereği” olduğunu belirtiyor. DİSK Başkanı bir röportajında da devleti “Türkiye’de en büyük işverendir” diye tanımlıyor. “En büyük işveren” tespiti sanki DİSK’in savunduğu devlet anlayışına itiraz gibidir. Raporda geçen “sosyal hukuk devleti” göndermesi ise devleti apaçık sınıflar üstü bir konuma yerleştirir. Devlete yaklaşım sınıf hareketinin en sorunlu alanlarından biridir. İster özel olarak Türkiye’de isterse genel olarak devlet, her koşulda bir sınıf iktidarıdır. “İşverenlik” devletin özelliklerinden biri olabilir, sermayenin çıkarlarını karşılamak üzere aldığı biçimlerden biri. Türkiye’de devletin bu biçimi İzmir İktisat Kongresi kararlarınca “yeni bir sosyete yaratmak” için cılız burjuvazi tarafından üretilemeyen tüketim mallarının, sermayenin ihtiyaç duyduğu alt yapının devlet tarafından üretilmesi gereğinin bir ürünüdür. “Sosyete yaratımı” “milli burjuvazi yaratmak” olarak da tanımlanmıştır. Sonuç olarak sınıfların baskı aygıtı olmaktan ibaret devletin sosyete yaratması da, burjuvaziyi yaratması da mantıksızdır. Kongredeki kararlarda sözü edilen amaç komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının devlete görev vermesi, sorumluluk yüklemesidir. Burjuva devriminin gerçekleşmediği ülkede toprak ağaları ve komrador burjuvazinin egemenliğinin sürdüğüne işaret eden bu yaklaşım devam edegelen milli burjuvazinin cılız ve bağımlı yapısının da bir açıklamasıdır. Devletin sınıf karakterini “iş verip vermemesi” değil hangi sınıfın çıkarlarını temsil ettiği belirler. Burjuva sınıfın olduğu gibi devletin de buradaki eyleminin tanımı “iş vermek” değildir, artı değere el koymak üzere “emek gücünü satın almak”tır. Bu, burjuvazinin ya da devletin işlevini kavramak bakımından önemlidir. Devleti sınıflar üstü bir konuma yerleştirmek devlette temsil olunan ilişkilerin de sınıf dışı bir zeminde tanımlanmasını koşullar. Bu mantıksız anlayış ve tanımlarda sınıf çıkarları kaybolur; bunun yerini “insanca yaşam”, “insanlık onuru”, “adil ücret” gibi kavramlar alır. “İşveren” devlet de taraflı, adil olma yetisini kaybetmiş, özünden sapmış devlet olarak görülür. İşçi sınıfına yapılan çağrı sermayenin kolektif çıkarlarının temsilcisi devleti teşhir eden ve sömürü ilişkilerinin tümüne yönelen bir mücadele çağrısı olmaktan çıkar, devletin “aslına” dönmesi çağrısı halini alır. Sonuç ücret mücadelesinin burjuvazi ile işçi sınıfı arasında çatışma alanından “kolektif çıkarların temsilcisi” devletin insafına taşınmasıdır. Bu, yenilginin dilidir.
En demokratik burjuva toplum dahi kristalize olmuş ölü emek üzerinde yükselir. Asgari ücret müzakereleri bir ticari alışverişin gaspa dönüşmesinden başka bir şey değildir. İşçinin emek gücünün meta niteliğinin inkârına karşılık gelen tutumlar temelden sorunludur. Aslolan emek gücüne meta niteliği veren ilişkilerin aşılmasıdır.
Bunun gerçekleşmesi için işçi sınıfının bir sınıf olduğunun bilincine ulaşması gerekir. Sınıf bilincinin kaynağı sınıf savaşıdır. Sınıf savaşı sınıfların karşı karşıya gelmesinde somutlaşır. Bu nedenle “Asgari ücret uyuşmazlık halinde grev hakkının da kullanılabileceği bir toplu pazarlıkla belirlenmeli ve görüşmeler kamuoyuna açık yapılmalıdır.” perspektifi sınıf mücadelesinin de geleceği için tayin edici önemdedir.
Toplu Pazarlık ve Asgari Ücret, Marks’a göre “emek gücünün değerine tekabül eden ücrettir.” Ücret Fiyat ve Kâr’da da şöyle yazar: “Farklı nitelikteki emek-güçlerinin üretim giderleri farklı olduğu gibi, farklı üretim alanlarında kullanılan emek-güçlerinin değerleri de farklı olmak zorundadır. Bu nedenle, ücretlerde eşitlik haykırışı bir yanılgıya dayanır; asla yerine getirilemeyecek saçma bir taleptir. Bu talebin kaynağı, öncülleri kabul edip sonuçlardan kaçınmaya çalışan hatalı ve yüzeysel bir radikalizmdir. Ücret düzeni temelinde, emek-gücünün değeri de tüm diğer metaların değeri gibi saptanır ve tıpkı farklı türden emek güçlerinin farklı değerlere sahip olmaları ya da bunların üretiminin farklı emek miktarlarını gerektirmesi gibi, emek-güçlerinin emek pazarındaki fiyatları da farklı olmak zorundadır. Ücret düzeninin temelleri üzerinde kalınarak eşit ya da hatta adil ücret talebini haykırmak, kölelik düzeninin temelleri üzerinde özgürlük istemeye benzer. Sizin neyi haklı ya da adil bulduğunuzun bir önemi yoktur. Sorun, verili bir üretim düzeni içinde neyin zorunlu ve kaçınılmaz olduğudur.”
DİSK’in 2017 raporundaki “Asgari ücret bütün çalışanlar için ortak saptanmalıdır” talebi nasıl anlaşılmalıdır? Asgari ücretliler herhangi bir sendikası olmayan, sermayedarlar ile bireysel sözleşme imzalayan, farklı iş kollarından ve farklı niteliklere sahip işçilerden oluşur: yeni mezun mühendis; inşaat, maden, tekstil, hizmet sektörü işçisidir. Sermayedarın tükettiği emek gücü, iş koluna ve iş yerindeki işlere göre farklılaşır. Emek gücünün değer ifadesinin de bu farklılığa tekabül etmesi beklenir. Bu farklılık masabaşı hesaplamalarla değil toplu pazarlık süreçleri ile belirlenebilir. Bir ulusal pazarda, emeğin hareketinin önünde engel olmadığı varsayıldığında, her iş kolunda pazarlıkla belirlenen ücret, emek gücünün değerine tekabül eder. Bu değerin üzerine çıkan ücret düzeyi bize, emek gücünün değerinden sapan fiyatı verir. Emek gücünün değeri ile fiyatı arasındaki ilişkiyi, yedek sanayi ordusunun durumu ve işçilerin örgütlülük düzeyi yönetir. Diğer metalarda olduğu gibi o iş kolunda talebi geçen arz fazlası, ücret düzeyinin baskılanmasına neden olur. Benzer biçimde talebin altında kalan emek gücü arzı ise ücretleri emek gücünün değerinin üzerine çıkartır. Emek gücünün hareketi denge yaratır. Teorinin pratik karşılığının gözlenebilmesinin temel koşulu, yedek sanayi ordusunun varlığı ve düzeyidir. Bu nedenle sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz konusu, işsizliğe yönelik mücadele yani iş günü mücadelesi olmak zorundadır.
Her toplu pazarlık aynı zamanda bir güç dayatmasıdır. Sermayedarlar, işçinin ücretini emek gücünün değerinin fiziksel alt sınırına hatta onun da altına çekmeye çalışırken işçiler, ücreti emek gücünün değerinin üzerine çıkarmaya, sömürüyü sınırlandırmaya çalışır. Sermayenin karşısına tek başına çıkan işçinin, emek piyasasında arz talep yasalarının durumu veri kabul edildiğinde, hiçbir şansı yoktur. Çünkü onun özgürlüğü emek gücünü hangi emek düşmanı patrona satacağını belirleme hakkı ile sınırlıdır. Toplu pazarlık eğer grev hakkı ile tahkim edilmemişse bir anlam taşımaz. İşçi, emek gücünün değerini ancak işçinin emek gücü üzerindeki bireysel tasarrufuna tekabül eden iş bırakma ile değil üretim araçları ve üretim süreci üzerindeki tasarrufunu ifade eden iş durdurma ile alabilir.
Tüm anlatılanların sonucunda şu ilkeler tartışmaya açılabilir: 1. Devlet ve sermayenin sergilediği “Asgari Ücret Oyunu” reddedilmelidir. 2. Asgari ücret, her iş kolunda, teknik iş bölümünde işçilerin konumuna göre ayrı ayrı belirlenmelidir ve grevin bir hak olarak tanındığı toplu pazarlık sonucunda belirlenmelidir. Grevin bir hak olarak tanınmadığı hiçbir pazarlık meşru değildir. Grev, işçinin ortak kararı ile işin durdurulmasıdır. Greve rağmen üretimde bulunan işçi grev kırıcıdır. 3.Toplu pazarlıkta talepler, işçi sınıfı demokrasisine uygun yöntemlerle belirlenmelidir. Emek gücünün değerini temsil eden ücret sadece işçilerin ortak karar ve mücadelelerinin sonucu olarak ortaya çıkabilir. 4. Görüşmeler sınıfa açık ve sınıfın seçtiği temsilciler tarafından yürütülmelidir.
BİTTİ
*Bu yazının 1. bölümünde yer alan ülkeler arası asgari ücretli çalışan oranı yanlış hesaplanmıştır. Türkiye’de çalışan asgari ücretli Slovenya’dakinin 4,11 katıdır.