[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Emperyalizm, sermayenin dolaşımından doğrudan işgale de uzanan bir dizi dayatma ile ulus devletlere müdahale eder. Devletlerin emperyalist politikalara, eğilimlere, ekonomiye uyumluluğu yaygınlaştırılır. Emperyalist mali sermayenin ulus devlet halkını yönetenlerden özgürleştirerek, süreçlere, ilişkilere, kurumlara yeni ve nitelikli işlevler kazandırdığı düşüncesi yaratılır. Ezilen sınıflar üzerinde bir baskı aracı olarak korunması temel olan devletin varlığı üzerindeki müphemlik ise geliştirilen, önü açılan, palazlandırılan bir dizi sağcı düşüncenin ve unsurun yükselişiyle kaldırılmak istenir. Çünkü sınıf çelişkilerinin bir tezahürü olmaktan ibaret burjuva devletlerin tümü günümüzde emperyalizmin dünya halklarına yönelik sömürü ve talan politikalarının etkin aygıtlarıdır. Doğrudan bir işgalin söz konusu olmadığı Arjantin gibi yarı sömürge ülkelerdeki iktidarlar da emperyalizmin ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri bir yansıması olarak ele alınmalıdır.
Bilindiği üzere Arjantin’deki son cumhurbaşkanlığı seçimlerini, elinde elektrikli testere ile seçim kampanyası yürüten ve kendisinden “aslan” olarak bahseden sağcı Javier Milei kazandı. Milei kendisini “anarko kapitalist” olarak tanımlayıp Donald Trump hayranlığından da sık sık bahsediyor. 2021 yılında milletvekilliği koltuğuna oturan ve o dönemde kadın hakları konusunda sürekli olarak meclise gerici önergeler sunan bu lider hakkında söylenen “çatlak” ya da “deli” tanımları aslında havada kalıyor; aslında o temsilcisi olduğu sınıfların çıkarlarını hiç çekinmeden dile getiriyor. Siyaset öncesi Arjantin’in en büyük şirketlerinde ekonomist olarak görev yapan Milei’in yükselişi son iki başkanlık dönemine dayanıyor.
2015 yılında Sol Peronist iktidarın yenilgisinden sonra, Milei’nin ismi henüz ortalarda bile yokken Arjantin’de seçimleri Maricio Macri kazanmıştı. Macri, sermaye hareketlerini serbestleştirerek bütçe açıklarını dış borçlanma üzerinden karşıladı. Yıl 2018’e geldiğinde IMF Arjantin’in “kurtarıcısı” rolüyle sürece dahil oldu. 2021 yılında, Arjantin bütçesinin 12 katı civarına denk düşen, IMF tarihinin rekoru olan 57 milyar dolarlık kredi anlaşması gerçekleştirildi. Macri yönetimi 57 milyar dolarlık kredinin 44 milyar dolarını kullanarak sermaye hareketlerini tümüyle serbest bırakmayı hedefledi ancak hedefler beklenilen doğrultuda gerçekleşmedi. 2020’de ise enflasyon ve dış ticaret açığı giderek artarken Sol Peronist aday Fernandez seçimi kazandı, ancak onu bekleyen 44 milyar dolarlık IMF borcu vardı: Borcun ödenme tarihi Fernandez’in seçildiği döneme denk geliyordu. Fernandez BM’de yaptığı konuşmada bu borcu ölçüsüz bulduğunu ilan edip reddetse de temerrüde düşülmemesi adına -ki düştü- borcun yapılanması talep edildi. Sol Peronist iktidar kamu maliyesi üzerinden kemer sıkmayı reddederek büyüyen bir ekonomiyi hedeflese de bu rekor borç dağı gibi Arjantin’in üstünde duruyordu. Pandemi dönemi de araya girince borç 2022 yılında yapılandırılmak zorunda kalındı. Ülke bu dönemde bir kuraklık atlattı ve buğday ile soya ihracatında milyarlarca dolar gerileme yaşandı. Böylece bu yılın ilk yarısında tüketici enflasyonu yüzde 114, Merkez Bankası politika faizi ise yüzde 97 oldu.
Brezilya’dan sonra Güney Amerika’nın ikinci büyük ekonomisi olan Arjantin’in yaşadığı bu gerileme elbette yanlış yönetimlerle açıklanamaz. Ulusal İstatistik ve Nüfus Sayımı Enstitüsü’nün verilerine göre Arjantin’in yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Öte yandan ülkede ciddi bir oranda kayıt dışı çalışan mevcut ki bu da enflasyon oranını etkiliyor. IMF borcu sonrası, Fernandez döneminde temerrüde düşen ülkede para basmaya karar verildi. Bu, enflasyonun daha da yükselmesine neden oldu. Ülkenin resmi para biriminin dolar olmasıyla Peso’nun değer kaybının atlatılacağını savunan Milei, seçim kampanyalarında sıklıkla bunu dile getirdi.
Doları resmi para birimi olarak kabul eden her ülke Amerikan faiz oranlarına tabi olmayı kabul etmek zorunda ve bu oranlar da döviz kurunu etkiler. Yani ABD faiz oranları başka bir ekonomi için fazla düşük olabilir ve bu durum çok fazla veya çok yüksek kredi verilmesini teşvik ederek tüketicileri ve işletmeleri felce uğratan kredi masraflarıyla vurabilir. Böyle bir adım daha önce yine bir Güney Amerika ülkesi olan Ekvador’da denendi ve enflasyon benzer durumda düşürüldü. Ekvador’un bugünkü tablosu Arjantin’in geleceği hakkındaki tahminleri kolaylaştıracaktır.
Aşırı sağcı olarak kabul edilen Milei, seçim kampanyası sürecinde “Serbest ticaret, özgürlük ve demokrasinin temel parametrelerine saygı duymadıkları için komünistlerle ittifak yapmayacağım” türünden açıklamalarda bulundu. Kendisi Çin ile Rusya’yı “komünist” görüyor! Öte yandan Milei öncesi Sol Peronist iktidar Çin ve Rusya ile ilişkileri önemli derecede pekiştirmişti. Örneğin Fernandez Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesine katılmak için bir mutabakat metni imzaladı ve Arjantin’in resmi olarak BRICS üyesi olması için adımlar attı. Ama yeni iktidarın bunlara sıcak baktığı söylenemez. Çin ise emperyalist hamleleri doğrultusunda sık sık ticaret ortaklıkları hakkında gözdağı veriyor diyebiliriz. Örneğin Arjantin’deki lityum madenleri Çin’in ilgisini çekiyor ve aynı zamanda Çin Arjantin’in birinci tarımsal ihracat pazarı. Arjantin bu yıl içerisinde Merkez Bankası’nda yaşanan rezerv kaybı nedeniyle Çin’e borcunu dolar yerine Çin Yuanı ile ödedi. Yani bakıldığında Milei ne kadar ABD propagandası yürütürse yürütsün Çin ile müzakereler gerçekleştirmek, “komünistler” ile ittifak yapmak zorunda kalacak.
Halkı yoksulluk ile kırılan, enflasyonu üç rakama ulaşan Arjantin ekonomistler tarafından TC’ye birçok noktadan benzetiliyor. Tabii ikisinin de yarı sömürge ülke olması bakımından birçok sosyoekonomik benzerlikler mevcut. Burjuva iktisatçıların, sosyologların ve dünya solunun parlamento nezdinde sol ya da sağ ayrımını ortaya koyarak bu benzerliğin temelini açıklamaması, “benziyor” söyleminden öteye geçememeleri garipsenecek bir durum. Ortadaki fark netleştirilmemişse, mücadelenin seyri seçimler ekseninde süreklilik elde etmişse sağ nerede, sol nerede? Tabii ki ekonomiye ve sosyal yapıya müdahale farklılıkları mevcut. Örneğin TC genişleyici para politikalarına önem vererek şirketlere dönük ucuz krediye öncelik verdi. Arjantin ise sosyal harcamalara ve yatırımlara ağırlık verdi. Elbette iki ülkede de bu yatırımlar emperyalist mali sermaye destekli gerçekleşti. Şimdi ise bu iktidarın halkın sosyal ve ekonomik alanlarda elde ettiği kazanımlara saldırması bekleniyor. Bu beklentiler neticesinde “Milei gelmeseydi de sol bir iktidar olsaydı” türünden yaklaşımlar gelişiyor. Ancak incelendiğinde hangi kamp olursa olsun hâkim sınıfların çıkarlarına dokunulmadığı, eşitsizliğin kaybolmadığı ve parlamento çıkmazında yoksullara daha sürdürülebilir yaşam bahşedildiği görülüyor.
Parlamento egemen sınıfların çıkarlarını ve bu yöndeki kararları meşrulaştıran bir organdır. Yarı sömürge ülkelerde ayrıca, ilk paragrafta belirttiğimiz gibi emperyalist politikalara, eğilimlere, ekonomiye uyumluluğu, emperyalist devletlerin/ülkelerin iç ilişkilerine karışması meşrulaştırılmaktadır. “Yükselen sağ söylemler” ya da “solun mevzi elde etmesi” gibi argümanlarla aldatılmış ve seçimlerden umut bekleyen kitleler bir yığın muamelesi görmektedir sadece. En basit örneğiyle Arjantin’de sık sık gündem olan ve birer kan emici, yoksulluğun kaynağı olarak gösterilen uyuşturucu kartelleri bugün türemiş değildir. Daha iyileştirilmiş bir yaşam mı yoksa işçi sınıfı önderliğinde halkın iktidarı mı sorusu Arjantin’de olduğu gibi diğer yarı sömürge ülke ve beraberinde dünya nezdinde açıklığa kavuşturmamız ve mücadelesini yürütmemiz gereken görev olarak durmaktadır. Dur durak bilmeden yükselen şoven, göçmen karşıtı, emek düşmanı söylemler yalnızca sağın yükselttiği bir şey değildir. Temelinde halk kitlelerinin kendi gücüne yabancılaştırılması yatmaktadır. Gerçek bir kazanım ise sınıf çelişkilerinin netliği doğrultusunda yaşanacaktır.