[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Aksa Tufanı’nın ardından Siyonist İsrail’in artan saldırılarının 36. gününde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi olağanüstü ortak zirvesi gerçekleştirildi. Toplanan ülkelerin verdiği kararların ağırlığı İsrail’in savaş suçu işlediği yönündeydi ve bunun bir insanlık suçu olduğu belirtilerek kınandı! Aynı zamanda kime seslenildiği belirsizliğiyle yani bir muhatap hedef gösterilmeden İsrail’in kimyasal silahlar kullandığına dönük araştırma çağrıları yapıldı. Belirsiz diyoruz çünkü Esad haricinde hiçbir lider ABD emperyalizminin adını ağzına almadı. Ayrı ayrı ele alındığında liderlerin öne çıkan başlıkları her birinden farklı konuları içermekte ancak hepsinin çözüm önerisi iki devletli çözümden öteye gitmemektedir. Bu çözümün ardında da her biri kendisini “barış elçisi” olarak konumlandırmakta ve iplerinin bağlı olduğu Batılı devletlerin sessizliğinden yakınmaktadır. Ve tabii ki sızlanarak dile getirdikleri yakınmalar İsrail’e gıda ve yakıt satışını yasaklama yönünde bile gelişmedi. Öte yandan zirvede ek ve farklı olarak İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin “İsrail’e karşı direnişinden dolayı Hamas’ın elini öpüyorum” çıkışı dikkatleri üzerine toplamaktadır. Hamas’ın elini öpüp sonrasında zirvede öne sürdüğü 10 maddelik çözüm önerisinin 3. maddesinde “Gazze topraklarının Filistinlilere ve Filistin halkının seçilmiş hükümetine ait olduğu kabul edilmelidir” diyerek iş birlikçi Mahmud Abbas yönetimini desteklemektedir ki zirve sonrası Hamas’a “Bize haber vermeden savaşa girdiniz, sizin için savaşmayacağız” diyen de İran’ın kendisidir. Tüm bu tutarsız açıklamalar gelişirken aynı gün ABD, İran ambargosunu kaldırarak Irak’ta tutulan 10 milyar dolarlık ödeneğin İran’a ödenmesi kararını verdi. 1945 yılında kurulan Arap İşbirliği Örgütü (İBÖ) ve 1969 yılında kurulan İslam Konferansı Teşkilatı yani şimdiki adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler o günlerden bugüne benzeri yüzlerce karar aldı ancak görünen tablo gereği hiçbiri Filistinlilerin ve ezilen Dünya halklarının lehine sonuç vermedi. Veremezdi de.
Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 31 madde, 9 sayfalık bildirisinin 8 maddesini hazırlayan TC idi. Maddelerin toplamının 7 tanesi kınama ile biterken diğerleri de vurgulama, talep ve çağrı ifadeleriyle sonlanıyor ve Erdoğan her ne kadar “Hamas terör örgütü değildir, vatanını savunan mücahitlerdir” dese de kendi hazırladıkları bildiride dahi Hamas ya da Kassam Tugayları’nın adı bile geçmiyor. Yine zirvede Erdoğan “Tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi Gazze’de de garantör olabiliriz” diyerek “barış elçiliği”ne soyunanlar arasında yer alıyor. Bu açıklamasıyla Filistinlileri yalnızca Gazze ile sınırladığı yetmediği gibi tıpkı diğer liderler gibi iş birlikçi Mahmut Abbas’ı meşru da kılıyor. Öte yandan konuşmasında bir yandan Filistin direnişini tek bir direniş örgütüne indirgeyerek “Hamaslı direnişçilerle işgalcileri aynı kefeye koyamayız” deyip sonra da sonuç bildirgesine TC adına Filistin Kurtuluş Örgütü Filistin’in meşru temsilcisidir diyerek imza atıyor. Riyad’da çekilen fotoğraf bile TC’nin yani zirvedeki temsilcisi Erdoğan’ın riyakârlığını yüzünden okunan ifadeyle sergiliyor. Açıklamalarıyla zirvede İsrail’i terör devleti olarak nitelendiren Erdoğan’a Netanyahu “Kendi köylerini bombalayan birinden ders almayacağız” yanıtını verse de Kürtler üzerinde yıllardır süren baskı, zulüm ve işkence gerçeği Siyonist İsrail ile güncelleşecek değildir. TC’nin faşist gerçekliğini yıllardır zulmün direkt muhatabı ezilen inanç, ulus ve milletler direnişleriyle haykırmaktadırlar.
Egemenlerin Filistinliler üzerinden yürüttüğü her tartışma vicdani manipülasyon tadında gerçekleşmektedir. Ne bir ekonomik iş birliğinden ne de ticaret anlaşmalarından bahsedilmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı kuruluşundan bugüne 9’u olağanüstü olmak üzere 23 kere bir araya geldi ve bunlardan üçüne TC ev sahipliği yaptı. Toplanılan lüks otellerdeki ziyafet sofralarından, konaklanılan kral dairelerinden çıkan sonuç; ayrı ayrı kınamayalım toplu kınayalımdan öteye geçemedi. Kaldı ki kendilerini İslam ve Arap dünyasının temsilcisi kabul eden liderler, birbirlerini bir kaşık suda boğmaya dünden hazırlar. Ama yine de kendilerini bir arada tutanın İslam birliği olduğunu vurgulamak zorundalar çünkü süreklilik kazanmasını istedikleri mazlumluğun kurtarıcı liderliği yarışındadırlar. Orta Doğu’daki 11 ülke toplamında bile 46 askeri üssü bulunan ABD karşısındaki ürkek tavırlarını kendi halklarına parmak sallayarak gölgelemeye çalışıyorlar çünkü yine burada da ticari ilişkiler gölgelenmeye çalışılıyor. Örneğin TC 1976’dan sonra ilgi duyduğu İslam birliği ve bunun çerçevesinde kurulan Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nde 1980’li yıllardan sonra etkinliğini artırdı. Özellikle Irak-İran Savaşı sırasında İslam ülkeleriyle ticaret hacmini 1980 ve 1987’de 2 katına yükseltti.
İslam ülkeleriyle kurulan kliring birliği, banka ve kredi sigortası sisteminin geliştirilmesi, üye ülkeler arasında standartların uyumlu kılınması, ticari bilgi ağı kurulması ve ticaret sistemi oluşturulması doğrultusunda emperyalist mali sermayeden bağımsız da olmayarak kararlar aldı ve almaya devam ediyor ve TC tüm siyasi gerilimlere rağmen İsrail’le de ekonomik ilişkilerini sürdürmekte kararlı ki İsrail’ in geçtiğimiz son iki yıl içerisinde Türkiye’den 800 milyon dolar mal ithal ettiği de buna örnektir. Siyonist İsrail’in en çok ithalat yaptığı dördüncü ülke konumunda olan TC İsrail’in kullandığı çeliğin yüzde 65’inin tedariğini de yürütmektedir. Mısır’dan geldiği söylenen gazın İsrail’e ait olması, 1997’de yürürlüğe giren ticaret anlaşmaları, gıda ve hammadde endüstrisinde hiç gerilemeyen yıllık ticaret hacimleri vs. ülkelerin ilişki derecesinin ne kadar pozitif oluğunu gösteriyor.
Örneğin Gazze’deki ilaç ve medikal eksikliğine tek bir çare olamayan ülkeler arasında olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail ile yıllık hedefi 10 milyar doları bulan ticaret anlaşması mevcut. Aralarındaki ithalat 8,3 milyar dolar seviyesiyle şimdiye kadarki en yüksek orandadır. BAE’nin aracı ithalatçı olduğunu söylemek de mümkün çünkü İsrail’e yaptığı ihracatın yüzde 82’si, diğer ülkelerden ithal edilen ürünlerin ihracatından oluşuyor. Yine resmi veriler incelendiğinde İsrail’in Mısır ve Ürdün ile yaptığı gaz ihracatı da tasmalarını oynatamayacakları cinsten çünkü bu ihracat İsrail sınırlarında üretilen gazın yüzde 45’lik diliminin tamamını kapsıyor ve İsrail’e Gazze hakkında istihbarat veren Mısır, İsrail’den ithal ettiği gazı kendi topraklarında sıvılaştırarak Avrupa ile ticaret ilişkilerini de kontrol altında tutuyor.
Elektriği ve suyu olmayan Filistinlilere, sözde insani yardım adıyla sadaka kuyruğu oluşturan İslam ve Arap ülkeleri İsrail’in suyuna da muhtaç görünüyor. Prosperity Blue ve Prosperity Green projeleri üzerinden İsrail ile su ve elektrik ithalatı anlaşması yürüten Mısır ve Ürdün devletleri gibi. Yani Filistin işgaline “Bu olay haçlı ve hilal meselesidir” diyen Erdoğan ve diğer liderler, toplumsal bunalım ve gerilimlerin yarattığı tepkilerden, kültürel Batı karşıtlığı ve sınıflar üstü bir tablo çizerek kendi egemenliklerini kolaylaştıran kanal arayışındadırlar. Bu da kitlelerde dil ve kültür korunduğu sürece anti kapitalist ya da anti emperyalist olunabilir gibi bir algı oluşturuyor ve sınıf tabanlı değil Batılı hayat tarzının reddine dayanan bulanık bir çatışmayı doğuruyor. Birçoğunun kâr ortaklığını Katar’ın yürüttüğü şirketler üzerinden geliştirilen boykot çağrıları, Filistinlilere sürgünün önünü açacak göç anlaşmaları ve bu savaşın dinsel bir çatışma olduğu algıları egemen sınıfların çıkarlarını beslemektedir. Kendi iktidarlarını güçlendirecek her söylemi güncelde tutmayı hedefleyen riyakâr iş birlikçilerin amacı sermayenin tahakkümünü gizlemektir. Liderler yarın yine bir araya gelseler de tıpkı dün olduğu gibi bugün de çözüm önerileri sermaye sınıfları karşısında konumlanacak olan kitlenin lehine gelişmeyecektir çünkü sorunun temeli kendileri ve tasmalarının bağlı olduğu kapitalist emperyalist devletlerdir.