Sınıf mücadelesine katılmış her genç komünist, bu mücadelenin gerektirdiği temel özelliklere sahip olmak zorundadır. Eğer bu özellikler taşınmazsa yapılan işin adı ne olursa olsun kendisi devrimcilik, komünistlik olmaz, ya da ciddi eksiklikler taşıyan, devrimi gerçekleştirmeye yetmeyen bir devrimcilik, komünistlik olur. Kimse Komünist Partisi’nin ve onun önderliğindeki yan örgütlerinin dışında kalarak sınıf mücadelesinin gerektirdiği temel özelliklere sahip olamaz. Aynı şekilde bu örgütlerin ne kadar içindeyse, yani örgütlü yaşamı ne kadar içselleştirebilmişse buna denk düşen bir biçimde bu özelliklere sahip olma şansını yakalayabilir. Bunlardan hareketle şuraya varırız: partiye, örgütlü yaşama kişisel dünyamızda ne kadar yer ayırırsak sınıf mücadelesinde yetkinleşmenin, gelişmenin birinci ve üzerinden atlanılamaz koşulu partiyle bütünleşmek, partiyle özdeşleşmektir. Partiyle bütünleşmek, özdeşleşmek demek partinin her sorununu kendi sorunumuz, her faaliyetini kendi faaliyetimiz, her değerini kendi değerimiz bilmektir. Bununla aynı anlama gelecek şekilde kendimizin her olanağını, zamanını, bilgisini partiye adamaktır. Kısacası partiyle yaşam dışında soluk almamak ve her alınan soluğu parti için harcamaktır. Yaşamının bir bölümünde devrimcilik, komünistlik yapmak, geri kalanında düzenin koşulladığı ortamlarda devrimci, komünist olmayı bir yana bırakarak “yaşamak sade yaşamak”, böylesi bir tavır “yosun solucan harcıdır” diyor Ahmet Arif. Yaşamın bir kısmını yosun, solucan olarak yaşayıp geri kalanında devrimcilik, komünistlik yapılamaz. Yapılmaya çalışılırsa olmaz mı? “Abdestsiz namazı ben kıldım oldu” demiş Bektaşi. Ama abdestsiz namazla sevap, tüm yaşama damgasını vurmayan devrimcilikle, komünistlikle devrim kazanılamaz. Sınıf mücadelesinin gerektirdiği temel özelliklere sahip olunamaz. Bu nedenlerle eksikliklerimizi, zaaflarımızı aşmak istiyorsak önce devrime ve partiye sarılmamız gerekir. Hem bunu yapmayayım hem de her şeyim dört dörtlük olsun düşüncesi ahmakça bir küçük burjuva mızmızlanmasıdır.
Sınıf mücadelesinin gerektirdiği özellikler koşullara paralel olarak sürekli değişirler. Ama yine de her devrimcide, komünistte her zaman olması gereken temel bazı özellikler vardır. Bunlar devrimciliğin, komünistliğin olmazsa olmazlarıdır: Atak olmak, bilgili olmak ve fedakâr olmak. Bu yazıda esasta kendi özgülümüzden hareketle bu özellikleri açmaya, bunlara ulaşmak için yapmamız gerekenleri ortaya koymaya çalışacağız. Ama şunu da en başta anımsatarak: Sorunları ancak onları çözmek isteyenler -gerçekten çözmek isteyenler- çözebilir. Bunun ölçütü de gösterilen çabanın boyutudur.
ATAK OLMAK: YARATIN, BELİRLEYİN, DÖNÜŞTÜRÜN, YÖNLENDİRİN!
Devrim uygun nesnel koşullara müdahaleyle gerçekleşir ve nesnel koşullar ne kadar uygun olursa olsun gerekli müdahaleyi gerçekleştirmek oldukça zorlu bir çabayı gerektirir. KP’nin ve devrimin diğer aygıtlarının inşası, yetkinleştirilmesi, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi, düşmanın zorunun alt edilmesi, tüm kurumlarının yıkılarak yerlerine yeni kurumlarının geçirilmesi. Bunlar kendi kendilerine olmazlar, kolayca da olmazlar. Devrim bir müdahale olayıdır en başta. Bu müdahale yıkmak ya da kurmak amaçlı olabilir. Ama devrimin her adımı mutlaka müdahaleyi gerektirir. Bu müdahaleyi yapacak olansa KP’dir, onun bireyleridir, biziz. Devrim için gerekli tüm müdahaleler belirli bir programa, çalışma tarzına ve eylem çizgisine uygun olarak gerçekleştirilir. Yani devrimin gerektirdiği müdahaleler gelişigüzel, birbirinden kopuk, hedefsiz vb. olamazlar. Örgütlü ve planlı müdahaleler gerekir.
Müdahale etmek; yaratmak, belirlemek, dönüştürmek ve yönlendirmektir. Bunların hepsi etkin olmayı, atak olmayı gerektirir. Duran, uyur-gezer ya da uyur-koşar olan, aklı başında olmayan, aklı işinde olmayan, emek harcamayan, ter dökmeyen bunları başaramaz. Devrim nasıl müdahaleye bağlıysa, devrimci olup olmamak da müdahaleci olup olmamaya bağlıdır. Devrimciliğin birinci temel bileşimi müdahaleciliktir; yaratıcılık, belirleyicilik, dönüştürücülük ve yönlendiriciliktir.
Bir nesnenin canlı olup olmadığı, yaşamsal işlemlerinin var olup olmadığı, sürüp sürmediği ile anlaşılır. Devrimcinin, komünistin varlığı da buna benzer bir şekilde, kendi niteliğine uygun işlevleri yerine getirip getirmediğine, yaşamdaki etkilerine bakılarak anlaşılır. Eğer bir devrimcinin, komünistin bulunduğu ortamda onun yarattığı, belirlediği, dönüştürdüğü ve yönlendirdiği eylemler, kurumlar, kitleler, politikalar yoksa, varlığı ve yokluğu çok fark etmiyorsa orada devrimcilik, komünistlik de yoktur. Müdahalenin boyutu devrimciliğin, komünistliğin boyutunun şaşmaz göstergesidir.
Müdahale etmek, yani yaratmak, belirlemek, dönüştürmek ve yönlendirmek iradi çaba gerektirir. İradi çaba harcamak; hareket etmek, emek harcamak, kafa yormak demektir. Etkin özne olmak, kısacası atak olmak demektir. Yaşama karşı, düzene karşı sürekli atak halinde olmayan, ona saldırmayan, saldırmak için donanmayan müdahale edemez. Atak olmak en özlü ifadesiyle enginleri fethetme ruhuna sahip olmaktır.
Etkin özne olmak, yani atak olmak gerçekte birbirinden kopartılamazsa da daha kolay inceleyebilmek için iki bölüme ayırıp inceleyebiliriz: Zihinsel ataklık ve bedensel ataklık.
ZİHİNSEL ATAKLIK: DÜŞÜNÜN!
Zihinsel ataklık, en kısa ve yalın tanımıyla kafayı kullanmaktır, düşünmektir. Yorumlar, çıkarsamalar, yargılamalar, planlar yapmaktır. Her ne kadar “insanın en temel özelliği düşünmektir”, “insan düşünen hayvandır” denilmekte ve böylelikle de düşünmenin kolay, herkeste olan sıradan bir özellik olduğu vurgulanmaya çalışılmaktaysa da çıkarlarını yığınların düşünmemesine dayandıranların egemen olduğu ve bu egemenliklerini binlerce yıldır sürdürdükleri dünyamızda ezilen yığınların gerçekte düşünmesinin önünün alınması için egemen azınlıkça bin bir yol, yöntem kullanılmaktadır ve böylelikle de egemenlerin istediği doğrultuda düşünmeleri ya da en azından onlara karşı çıkacak bir düşünsel düzeye ulaşamamaları amaçlı bu çabalar büyük başarılar sağlamıştır. Bu gerçeklik ezilenlerin bilinçli kesimleri olmamıza rağmen büyük oranda bizim için de geçerlidir. Bir olguyu ele alıp her yönüyle incelemek, bir süreci tüm bileşenleriyle değerlendirmek, bir eylemi her olasılığı hesaba katarak planlamak, bunları bir yana bırakalım herhangi bir konuda düşüncelerimizi derli toplu ifade edebilmek, egemenlerin kurdukları düzenin üzerimizdeki sonucu olarak hiç de kolay değildir. Her yoldaş salt kendini gözden geçirirse dahi bu gerçeği görebilir.
Oysa bizim devrim yapmak için yaşama müdahalede bulunmamız gerekmektedir. Bu müdahaleyi en doğru, en verimli ve en etkili bir şekilde yapmamızın yolu ise iradi çabamızın hedeflerini, yöntemlerini, biçimlerini belirlememizden geçmektedir. Peki bu belirlemeleri nasıl yapacağız? Düşünerek, yorumlar, çıkarsamalar, yargılamalar, planlar yaparak. Demek ki müdahalenin ilk adımı düşünmektir, zihinsel olarak atak olmaktır.
Gerçekliğimizi ele alırsak bize damgasını vuranın zihinsel ataklık değil, zihinsel tembellik olduğunu görürüz. Biz unuturuz, karıştırırız, planlamayız, iki işi bir arada düşünemeyiz, olgulara çok yönlü yaklaşmayız, süreçleri tüm bileşenleriyle ele almayız, ya her şeyi aklarız ya her şeyi karalarız ya da net ayrışımlar yapmadan hem ak hem kara deriz… Böyle olmamız bir yönüyle doğaldır, çünkü belli bir toplumun ürünleriyiz. Böyle olmamız bir yönüyle de akıl almazdır. Çünkü biz devrimciyiz, komünistiz. Bu doğallıkla akıl almazlığın birlikteliği bizim çelişkimizdir. Eğer çelişkinin doğurduğu hareket ileriye doğruysa zihinsel tembellik geriliyor zihinsel ataklık ilerliyorsa durum iyidir. Ama durumumuz esasta böyle de değil. Birçok yoldaş zihinsel tembelliğinin, uyur-gezerliğinin, uyur-koşarlığının, düşünme, planlama özürlü olduğunun henüz farkında değil. Böyle olunca sorunun çözülmesi de mümkün olmaz, olmuyor.
Sürekli unutuyorsak, karıştırıyorsak, planlarımız yaşama uymuyorsa ya da daha kötüsü plan yapmıyorsak karar alırken üzerinde çok düşünmüyorsak, hep aynı hataları yapıyorsak, ya hep ya hiç, ya da öyle de böyle de fark etmez diye düşünüyorsak, bir taşla iki kuş vurmak bir yana onlarca taş atıp sonunda da kendimizi vuruyorsak, güne “haydi Kerim, Allah Kerim” diye başlıyorsak, akşama kadar somut bir sonuç almadan dolaşıyorsak, işlerimizi yumurta kapıya gelince yalap şelap yapıyorsak, kişilere göre değerlendirmelerde bulunuyorsak, “acaba”, “neden”, “niçin”, “nasıl” “ne zaman”, “plan”, “sorgulama”, “denetim” sözcüklerini yolda görsek tanımayacak haldeysek, elimize kalem almıyorsak, aldığımızda da tekerlemeler yazıyorsak … Bunların gerisinde yatan bir neden var. Bunları sürekli yaşayıp, bunları yaşadığımızı da hemen unutarak bu sorunları çözemeyiz, çözemiyoruz da. Her yaşadığımızı sorgulamalı ve nedenlerini bulmalıyız. Belirtiler bunlarsa hastalığın adı zihinsel tembelliktir. Yaşananlar bunlarsa önce düşünmediğimizi, uyur-gezer ya da uyur-koşar olduğumuzu kabul etmeliyiz ki çözümün yarısını gerçekleştirmiş olalım. Düşünmeden, uyur-gezer ya da uyur-koşar devrimcilik, komünistlik olmayacağını kavramalıyız ki sorunun çözüm yoluna girebilelim.
Düşünmeyi nasıl öğreneceğiz ve bu yeteneğimizi nasıl geliştireceğiz? Evet soru budur. Çünkü düşünmek, bizim anladığımız anlamda eleştirel, sorgulayıcı, planlayıcı, eyleme yönelik düşünmek, bir dünya görüşünün, MLM’nin bakış açısıyla, yöntemiyle düşünmektir. Bu tür bir düşünme öğrenilecek, sürekli öğrenilecek ve geliştirilecek bir düşünme biçimidir.
Bu konuda birinci yöneleceğimiz kaynak ustalardır, MLM’yi “dogma değil eylem kılavuzu” olarak ele alıp onların yazdıklarını, düşünme yöntemlerini kavramaya çalışarak incelemektir. Lenin devleti, emperyalizmi, partiyi nasıl ele aldı? Hangi yöntemle düşündü, sonuçlara nasıl vardı? İşte ustaları bu gözle okumalıyız. Göreceğiz ki onlar bir olguyu her yönüyle, koşulları içinde, iç ve dış ilişkileriyle, çelişkileriyle, gelişim süreciyle birlikte ele alarak ve hep devrim cephesinden yaklaşıp ne yapmalı sorusuna yanıt bulma çabasıyla düşündüler. İşte biz de böyle düşünmeliyiz. Bu yöntemi öğrenmek için salt ustalarla da yetinmemeli, çok zengin tarihsel ve güncel kaynaklardan yararlanmayı da bilmeliyiz. Önce olguları incelemek, sonra politikayı belirlemek yöntemini içselleştirmeliyiz.
İkinci olarak, her konuda mutlaka plan yaparak, plan yaparken her ayrıntıyı, olasılığı hesaba katmayı, planlarımızı uygularken de yaratıcı ve esnek olmayı, birleştirmeyi sağlayarak düşünme yeteneğimizi geliştirebiliriz.
Üçüncü olarak hatalarımızın, eksikliklerimizin, pratiklerimizdeki aksamalarımızın, yanlış politikalarımızın üzerinden atlamayarak, bunları yok saymayarak, tesadüflere, anlık, tekil “kaza”lara bağlamayarak tüm çıplaklığıyla masaya yatırıp sorgularsak, niye böyle oldu diye kendimizi aklama mantığıyla değil, doğruları bulmak anlayışıyla sorunlara yaklaşırsak çok değerli dersler elde edebiliriz ve düşünme yeteneğimizi geliştirebiliriz.
Dördüncü olarak, kendimize yönelik eleştirilere kulaklarımızı tıkamayıp, kimden gelirse gelsin kendimizi denetleyip doğru eleştirilerden, bu en değerli yardımlardan yararlanarak eksiklerimizi görebilir ve nerelerde yanıldığımızı, bunların nedenlerini görerek düşünme yeteneğimizi geliştirebiliriz.
Beşinci olarak, her sorunda mümkün olduğunca çok yoldaşın görüşlerini alarak, tartışarak kendi eksiklerimizi görüp böylelikle de daha geniş bakış açıları kazanarak düşünme yeteneğimizi geliştirebiliriz.
Burada saydıklarımızı uygularsak ve bunları yeni yöntemlerle zenginleştirirsek düşünmeyi öğrenmek ve bu yeteneğimizi geliştirmek yolunda ilerlemeler sağlarız. Düzenin bize aşıladığı zihinsel tembelliği alt edip ataklığa geçebilir, böylece de devrimin gereksinim duyduğu müdahalelerin zorunlu ilk aşamasını başarabiliriz.
BEDENSEL ATAKLIK: TUTTUĞUNUZU KOPARIN, OLMAYANI YARATIN!
Bedensel ataklık coşkulu, planlı ve verimli bir şekilde pratik görevlerimizi tam anlamıyla yerine getirmektir. Tuttuğunu koparmak, olmayanı yaratmak, planlananları tamamen ve hatta aşarak yaşama geçirmektir. Devrimin gerektirdiği müdahaleler, maddi yaşama etki eden girişimler pratik çabalarla mümkün olabilir. Bunun yolu da bedensel ataklıktan geçmektedir.
Hiçbir devrimci, komünist devrim için yapacağı bir görevi koşulları varken yapmamazlık edemez. Bu kendimize biçtiğimiz sıfatlarla çelişir. Bunların etiketler, hem de sahte etiketler olduğunu gösterir. Devrim için harcanacak bir dakikayı devrim için harcamamak o dakikayı karşı-devrim için harcamaktır. Devrimin gerektirdiği bir işi yapmamak karşı-devrime hizmettir. Bu nedenlerle devrimin gerektirdiği bedensel ataklıktan yan çizenler karşı-devrime kan taşımaktadırlar. Devrim için çalışmayan karşı-devrim için çalışıyordur. Bu gerçek apaçıktır.
Bizde birçok yoldaşın canla başla, gece gündüz koşturduğu bir gerçektir. Bu inkâr edilemez bir olumluluktur. Bu çabaların sonuç alıcı olması, hatta daha az çabayla daha çok sonuç almanın yolunu açmaksa esasta yukarıda değindiğimiz zihinsel ataklık sorunuyla ilgilidir. Yine GB’mizde görevlerini yerine getirmek için çaba harcamayan, emek vermeyen, ter dökmeyen, her işi kıyısından, köşesinden tutmaya çalışan, görüşmelerine sürekli geciken yoldaşlar da vardır. Koşulları uygun olduğu halde bir işe dahi girmeyen, sabah ezanını duymadan uyumayan, güzellik uykusu almadan uyanmayan, gazete, dergi almak için yola gitmeye üşenip okumayan yoldaşlar da vardır. Böyle yoldaşlar tembel, asalak bir yaşamı sürdürmektedirler. Ve bu özelliklerini aşamayıp sürdürürlerse değil GB’de barınmaları, kişisel yaşamlarını dahi kendi ayakları üzerinde sürdürmeleri mümkün olamaz.
Her zaman söyleriz, dünyayı değiştirmek için yola çıktık. Bu sözü düşünelim: Dünyayı değiştirmek; milyarlarca insan, binlerce yıllık karşı-devrimci düşünceler, düzenin bin bir zor aygıtı… Dünyayı değiştirmenin bitmez-tükenmez bir enerji, boşa harcanmayan bir tek an ve oturmaksızın bir koşturmayla (ama bilinçli bir koşturmayla) yalnızca ve ancak bunlarla mümkün olacağı açıktır. Yan gelip yatarak, kaplumbağa hızıyla çalışarak, ağustos böceği gibi cır cır öterek devrim olmaz, böyle çalışmakla devrimci, komünist olunmaz. Bu tür yaşayanlar ancak ve ancak devrime, partiye ayak bağı olur.
Bu nedenlerle bedensel ataklıktan yoksun yoldaşlar mutlaka düzelmek zorundadırlar. Bu düzelmenin yolunun en esaslı açılışı, bu tür yoldaşlara karşı liberal tutumlar almaktan vazgeçerek hatalarının üzerine tereddütsüz bir şekilde gitmektir. Hiçbir hataya göz yummamak, her hatayı eleştirmek, sorgulamak her yoldaşın temel görevlerinden biridir. Bunun aksi davranışlar ilk olarak partiye, ikinci olarak da hata yapan yoldaşlara zarar vermektir. Hata yapan yoldaşları eleştirirken hatalarını tüm çıplaklığıyla göstererek kavratmaya çalışmalıyız. Yoldaşlara hatalarını gösterirken her zaman onları kazanmak, ilerletmek amacıyla hareket etmeliyiz, yöntemimizi buna uygun belirlemeliyiz. Aynı zamanda hatalı yoldaşları eleştirmeyi salt birkaç yoldaşa bırakmamalı, uygun yer ve zamanlarda hepimiz böyle yoldaşları eleştirmeliyiz ki, yoldaşlar gerçekliklerini daha iyi kavrayabilsinler.
Hatalarında ısrar eden, tekrarlayan yoldaşlara karşı örgütsel tedbirler almak da bir yöntemdir ve gerektiğinde tereddütsüzce bu yönteme başvurulmalıdır.
BİLGİLİ OLMAK: CAHİL KOMÜNİSTLİK OLMAZ!
Bir önceki bölümde de anmıştık bu sözü: Dünyayı değiştireceğiz. Değiştirmek ilk olarak değiştirilecek olanın tanınmasıyla, sonrasında onun nasıl değiştirileceğinin ve yerine neyin konulacağının belirlenmesiyle mümkündür. Bunların tümünü bilmeliyiz ki, değişimi, devrimi gerçekleştirebilelim. Ve bu bilgiler ne denli geniş, derin ve yaygın ise değişim, devrim de o denli yakınlaşır, kolaylaşır. Bilmeden devrim yapılmaz, yapılanlar devrime hizmet etmez. Devrim için gereken bilgileri yalnızca belirli kişilerin, komitelerin bilmesi de olmaz. Çünkü ne tüm bilgileri belirli kişilerin, komitelerin bilmesi mümkündür, ne de salt üstlerden gelecek bilgilerle, yönlendirmelerle yetinerek doğru bir faaliyet yürütmek. En küçük biriminde dahi yaşam çok zengindir, çok yönlüdür ve sürekli değişmektedir. Bu nedenle bilmek gerekliliği bitmez ve herkesin mümkün olduğunca çok bilgiye sahip olması gerekir.
Bizde bilmek gerektiği tekerlemesini hemen herkes söylüyor. Özellikle bir hata, bir aksaklık olduğunda topu hemen bilgisizliğimize atıyoruz. “Bilmiyorduk ki, öğretilmemişti ki.” Ama sıra bilmek için çaba harcamaya gelince gerekeni yapmıyoruz. İstiyoruz ki hem her şeyi bilelim hem de hiç çaba harcamayalım, bilgileri birileri kafamıza yerleştirsin. Ama bu imkânsızdır. Emek olmadan yemek olmaz, çaba harcamadan bilgili olunmaz.
Bilgili olmayı engelleyen bir diğer neden de çok şey bilindiği, hatta her şeyin bilindiği düşüncesidir. Bunu belki kimse ifade etmiyor ama yaşananlar bilinç altında bu tür düşünceleri olan yoldaşların hiç de az olmadığını gösteriyor. Bazı yoldaşlara ne zaman “şu yazıyı, kitabı okudun mu?” diye sorsak yanıtları her zaman “bilinen şeyler, aynı şeyler” oluyor. Bu da bir tekerlemedir. Binbir tonu olan yeşil, ancak bu tonları bilmeyenler için hep aynı yeşildir. Dışarıdan, yüzeysel bakan biri için milyarlarca Çinli hep birbirine benzer. Eğer bilgimiz salt “devrim iyidir, hoştur, çalışalım, edelim”le sınırlıysa ve bu bize yetiyorsa elbette her yazı, kitap bize aynı gelir. Çünkü tüm yazılarda, kitaplarda bunlar vardır, ama bunlarla ilgili sayısız sorun, ayrıntı da vardır. Ve bilgi bu ayrıntılarda gizlidir. Herkes okyanustan kovası kadar su alır. Kovasını büyütmeyenin aldığı su hep aynıdır. Ona göre okyanus da o kadardır. Ve hiç değişmez. Elbette hep aynı şeylerin olduğu, tekerlemelerle dolu yazılar da vardır. Ama gerçekte böyle olup olmadığını anlamak öyle kolay değildir. İçinde iki sözcükte bir “yeni, değişik” sözcükleri geçen yazı da tekerleme olabilir, “çok bilinen” bir konuya değinen bir yazıda ise yepyeni yönler, bilgiler olabilir. Özellikle genç komünistlerin, öğrenecek çok şeyi olanların hiçbir bilgiyi ellerinin tersiyle itmeye hakları yoktur, hemen her şey onlar için yenidir.
Bilgili olmamız için ilk olarak neleri bilmemiz gerektiğini ve bunların öncelik-sonralık sıralarını doğru bir şekilde kavramalıyız. Her şeyi birden öğrenmeye çalışmak ya da kendi somutumuzda daha öncelik taşıyanları belirlememek bilgili olma çabamızı sakatlayacak girişimlerdir. Öncelikli bilmemiz gerekenler yaşadığımız, değiştireceğimiz toplumun, çalıştığımız alanın yapısı, özellikleridir. MLM’nin üç temel bileşenini (ekonomi-politik, felsefe ve bilimsel sosyalizm) asgari olarak kavramak, bunu sürekli ilerletmek de aynı şekilde zorunludur. Örgütün yapısı, işleyişi ve tarihi de mutlaka bilinmelidir. Bunların içinde sınıf mücadelesinde kendini en acil olarak dayatan öne alınarak üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Ama salt bunları bilmek de yetmez. Sınıf mücadelesinin gerektirdiği daha birçok özelliğe sahip olmamız da gerekmektedir. Askeri bilgiler, şoförlük, elektronik, ilk yardım, daktilo, bilgisayar, basım teknikleri, kimlik yapımı vb. vb. bilgilerinden mümkün olduğunca çoğunu her yoldaş yeteneklerini de zorlayarak öğrenmeye çalışmalıdır.
Bilgili olmak için ikinci adım nasıl öğrenileceği sorusunu doğru şekilde çözmektir. Elbette ki örgütlü bir bireyin bilgilere kavuşmasına örgüt yön verir, denetler. Öğrenme olanaklarını esasta örgüt yaratır. Ama örgüt soyut, dışımızdaki bir olgu da değildir. GB hepimizin toplamıdır. GB şunu yapsın, bunu yapsın demek hepimiz yapacağız demektir. Elbette ki herkes yeteneğine ve konumuna göre yapacaktır. Ama herkes üzerine düşeni, yapabileceğini mutlaka ve mutlaka sonuna kadar yapacaktır ki hedefleri gerçekleştirebilelim. Bu nedenle örgütümüzün bütünü, tüm komitelerimiz, hücrelerimiz yoldaşların bilgili hale getirilmesi için çaba harcamalıdır. Bugüne değin bu yönde bazı adımlar atıldı, ama yeterli değil. Kendiliğindencilik, kadro azlığı, olanaksızlıklar, partinin ve faaliyetin ihtiyaçları yetersizliğin başlıca nedenleridir. Ki bunların bir bölümü nesneldir. Ancak yukarıda değindiğimiz bilgilerin edinilmesi için gerek genel gerekse de tek tek parçalarda daha planlı çabalar harcamamız gerekmektedir. Her komite, hücre üstün yönlendirmesi ve denetimi içinde düzenli eğitim çalışmaları yürütmelidir. Bilgi, inceleme-araştırma yapılarak kazanılır. İnceleme-araştırma ise okuyarak, pratikleri değerlendirerek, tartışarak, gözlemler, deneyler yaparak, kitlelere başvurarak yapılır. Bu nedenle eğitim çalışmaları ile okuma grubu çalışmaları eşitlenmemelidir. En büyük öğretmenler faaliyet ve kitlelerdir. Eğitim çalışmalarında bunlardan öğrenmeyi esas almalıyız, kitaplardaki bilgileri buralardan elde ettiğimiz bilgilerle bütünleştirmeliyiz.
Teknik bilgilerin öğretilmesi için de daha planlı bir çalışmanın içinde olmamız gerekmektedir. Bu tür bilgilere sahip olan yoldaşlar belirlenmeli, bunlar aracılığıyla bu tür bilgiler yaygınlaştırılmalıdır.
Bu saydıklarımızın yanı sıra her yoldaşın bilgi edinme yönünde kişisel olarak da yoğun bir çabanın içinde olması gerekmektedir. Örgütün sunduğu bilgileri öğrenmek, alabileceğinin en çoğunu almak mutlak bir zorunlulukken bireysel çabaların harcanması da zorunluluktur. Düzenli gazete, dergi takip etmek, dünyanın, Türkiye’nin, yaşadığımız, faaliyet yürüttüğümüz alanların gündeminden haberdar olmak ve bunlar üzerine kafa yormak, çeşitli konularda kitaplar okumak, yoldaşlarla tartışmak, çeşitli teknik bilgileri örgüt dışı olanaklardan öğrenmeye ve bunları örgüt içinde yaygınlaştırmaya çalışmak, bu olanakların bulunmasında yaratıcı ve ısrarlı olmak… Tüm bunlar her yoldaşın görevleri arasındadır.
Bilgili olmanın bir yönü de sanatsal bilgilere sahip olmaktır. Sanat ufkumuzu genişletir, bizi besler, duygularımızı, düşüncelerimizi yetkinleştirir, belirginleştirir. Sanata ilgisiz, duyarsız devrimcilik, komünistlik olmaz, çünkü devrimci, komünist en yoğun, en derin duyguları, düşünceleri yaşayan kişidir. Sanat da bu duyguların, düşüncelerin en güzel ifadeleridir. Nazım Hikmet’i okumadan Türkiye’de devrimcilik yapmaya çalışmak eksikliktir. Ahmed Arif, Aziz Nesin, Yaşar Kemal bilinmeden de. Brecht’i okumadan diyalektiği tam kavrayamayız. Dünyayı, Türkiye’yi, devrimleri anlatan romanları okumadan bunları tam anlayamayız. Müzik, sinema, tiyatro… Bunlar için de aynı doğrular geçerlidir. Bu nedenle tüm yoldaşlar sanatla ilgilenmelidir. Zaman yok, para yok denebilir. Doğrudur da. Ama edebiyatla ilgilenmek, okumak çok para istemez. Kitaplara birçok yoldan ulaşılabilir, bu bile bize birçok şey katacaktır.
FEDAKÂR OLMAK: KARŞI-DEVRİMİ DEVRİME FEDA EDİN!
Devrimciliğe, komünistliğe soyunmak sayısız zorluğa, acıya göğüs germeyi, birçok “rahatlığı”, “kolaylığı” terketmeyi gerektirir. Dünyadaki tüm zulmü, zorlukları, acıları ortadan kaldırmanın yolu onları alt etmekten geçiyor. Onları alt etmenin yolu ise onları yaşamaktan. Turgut Uyar’ın ifadesiyle “ne kadar acı geçmişse dünyadan, ne kadar hüzün geçmişse hepsini yaşayacağız bir bir dünyada”. Ancak böylesi bir yaşam bizi özgürlükler dünyasına götürebilir, ancak tüm zorlukları alt ederek zafere ulaşabiliriz. Zorluklardan kaçılarak devrim yapılamaz. Devrim canla, kanla, terle olur. Uluslararası Komünist Hareket’in, partimizin, Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihi bize bu konuda ilham verecek örneklerle doludur. Ve bugün sahip olduğumuz maddi, manevi tüm değerler yoldaşların, devrimcilerin sınırsız, hesapsız fedakârlıklarının sonucudur.
Devrimcilik, komünistlik devrimden başka kişisel hiçbir hesabı, beklentisi olmamaktır. Gerektiğinde devrim için her şeyden vazgeçebilmek demektir. Gerektiğinde devrim için vazgeçilemeyecek her şey zaafımızdır, bizi karşı-devrime bağlayan bağlardır. Hiçbir şey devrimci mücadelenin bize verdiği özgürleşmeyi, insanlaşmayı bize sağlayamaz. Onunla çelişen her şey bizi köleleştirir, insan-dışılaştırır. Bu anlamda devrim için yapılan fedakarlıklar bir lütuf değildir, karşı-devrimin devrime feda edilmesidir, özgürleşmenin, insanlaşmanın adımlarıdır.
Bir devrimcinin, komünistin kendisine örnek alacağı kişiler Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma değildir. “O yapmıyor, ben de yapmam” diyemeyiz. Sınıf mücadelesine herkes birey olarak katılır ve hedeflerimize uygun olarak şekillenmeyi önüne hedef olarak koyar, koymalıdır. Eğer illa birilerini ölçüt alacaksak olumlu yığınla örnek var, kendimize bunları örnek almalıyız.
Devrimin kolay olmadığını, devrimciliğin bedellerinin olduğunu herkes biliyor. Ülkemizde, dünyada yaşananlar bunu bize tekrar tekrar gösteriyor. Devrim kendisinin önünde engel olan ne varsa onu kesip atmamızı ister. Sınıf mücadelesinde durmaksızın emek harcamak, tehlikelere atılmak, aileyi, sevgiliyi bir kenara koymak, işkencelere, yıllarca zindanlara dayanmak, aç kalmak, açıkta kalmak, dağları mesken tutmak ve canını vermek kaçınılmazdır, zorunludur. Bir devrimci, komünist kendini bunlara göre hazırlamalı, şekillendirmeli ve yetkinleştirmelidir. Devrimin, partinin ihtiyaçlarının yerine getirilmesine engel olan ne varsa tereddütsüzce aşılmalıdır. Devrimciler de devrime engel olurlarsa devrim hayal olur.
GB’mizin şu anki pratiğinin çok üst düzeyde fedakârlıkları birçok yoldaştan beklediğini söyleyemeyiz. Yani şu anda çok fedakârlık yapıyoruz düşüncesi koca bir yanılsamadır. Buna rağmen yine de gerekli fedakârlıklar dahi yeterince gösterilmemektedir. Devrim mücadelesi soyut bir kavram değildir, tüm görevlerimizin toplamıdır. Tek bir görevi dahi yapmamak, aksatmak, geciktirmek devrime zarardır. Aile, okul, sevgili, “rahat yaşam”, yan gelip yatmak, gevezelik bir görevi yapmaya tercih ediliyorsa devrimcilikten söz etmek kandırmacadır.
Partimizin yaşadığı olumsuzluklar bazı yoldaşlarca fedakârlık göstermemelerinin gerekçesi olarak gösterilmektedir. Ama bu tamamen yanlıştır. Eğer devrimciysek, komünistsek asıl zor günlerde daha çok fedakârlık göstermeliyiz. “Dost düşman zor günde belli olur” der halkımız. Eğer partinin, devrimin gerçek dostları, neferleriysek zor günlerde görevlere daha sıkı sarılmalı, daha fedakâr olmalıyız. Eğer bunu yapmıyorsak, bunu açık yüreklilikle kabul etmeli ve aşmaya çalışmalıyız. Kimse kusursuz, hatasız olamaz. Sınıf mücadelesinde tökezlemek, düşmek doğaldır. Doğal olmayan gerçek nedenlere gözlerimizi kapamak, mazeretler aramaktır. Böylesi tavırlar toparlanmayı, tekrar ayağa doğrulmayı da imkânsızlaştırır. Oysa gerçekliliğimizi apaçık ortaya koyarsak daha güçlü bir şekilde sınıf mücadelesine sarılmanın yolunu açmış oluruz.
Yoldaşlar;
Önümüzde birçok görev var. Ama hepsini yerine getirebiliriz. Israrlı, kararlı ve yaratıcı bir çalışmayla birbirimize sımsıkı kenetlenerek ve hatalarımızın üzerine amansızca giderek bunu başarabiliriz. Bunları yaparken aklımızdan çıkarmamamız gereken hedefimiz devrimin yılmaz kadroları olmaktır. Devrimin kadrosu olmak sınıf mücadelesinin hangi alanında, partinin hangi komitesinde olursak olalım, devrime yapabileceğimiz katkıları tüm benliğimizle sunmak ve bunları sürekli geliştirmektir. Bunu gerçekleştiren örgütün en alt biriminde de olsa devrimin kadrosudur, bunu gerçekleştirmeyen örgütün tepesinde de olsa devrimin kadrosu değildir. Bu yazıda devrimin kadrosu olabilmek için gerekli temel özellikleri ortaya koymaya çalıştık. Tüm faaliyetimizde bu temel özellikleri edinmek, geliştirmek ve yaygınlaştırmak için canla başla çalışmalıyız. Kendimize biçtiğimiz, hedeflediğimiz sıfatlara layık olmamızın yolu buradan geçmektedir. DEVRİMİN KADROLARI OLMAK İÇİN; ATAK OLUN, BİLİNÇLİ OLUN, FEDAKÂR OLUN!
*Proletarya Partisi’nin 4. Genel Sekreteri Mehmet Demirdağ, 26 yıl önce bugün Türk ordusuyla girdiği çatışmada şehit düşmüştür. Komünist önder Mehmet Demirdağ’ı hakkında yazılan anı-anlatılar dışında kendi yazılarından da tanımak ve anlamak önemlidir. Bu nedenle Demirdağ’ın kaleme aldığı bu yazıyı yeniden gazetemizde paylaşıyoruz. Ölümsüzlüğünün 26. yılında komünist önder öğretmeye devam ediyor.