Alman emperyalist devleti ile faşist Türk devletinin ilişkileri belirli dönemlerde çıkar uyuşmazlığına dayalı zikzaklar çizse de stratejik ve tarihseldir. Alman devletinin önceli olan Prusya Krallığı ile Osmanlı arasında, 1790’da imzalanan barış ve dostluk anlaşması sonrası, özellikle II. Abdülhamit döneminde Almanya ile askeri ilişkiler geliştirilmiştir.
Abdülhamit’in Almanya’ya gösterdiği yakınlık, İkinci Meşrutiyet’le birlikte iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi tarafından da sürdürülmüştür. Nitekim İttihat Terrakki’nin yayın organı “Osmanlı” dergisinin 1 Ocak 1900 tarihinden itibaren Almanca nüsha çıkardığı bilinmektedir.
I. EPS’de Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olan Almanya’nın, Osmanlı ordusu içinde yüksek rütbeli makamların bazılarında kurmayları bulunuyordu. Liman von Sanders, Bronşart von Schellendorf, Humann von der Göltz Osmanlı ordusu içinde ya kumandan pozisyonundaydılar ya da karargâhtaydılar. Genelkurmay bir Alman’a bağlıydı. Osmanlı’daki altı orduda da durum böyleydi.
1915 yılında “Genç Türkler’in bir projesi” olarak Ermeni ulusuna yönelik yapılan soykırımda Almanya’nın örtülü desteği ve Almanlar’ın sorumluluğunun olduğu, Ermeniler’in Almanlar’ın onayı ile tehcir edilmesi, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Osmanlı ordusunun komutanı olarak dönemin Alman Büyükelçisi Wangenheim’e giderek, Ermeniler’in tehciri için Almanya’nın onayını istediği ve destek aldığı tarihi belgelerden bilinmektedir.
I. EPS öncesi ve esnasında süren sıcak ilişki, savaşın kaybedilmesinden sonra bir süre askıya alındı. Türk-Alman ilişkileri, Osmanlı Devleti ve İtilâf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’yle biçimsel olarak sona ermişti.
1933 yılı ise Türk-Alman ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasıdır. Almanya’da 1933 yılında faşist Hitler’in iktidara gelmesinden sonra, bir çok ülkenin Hitler rejimine tepki göstererek Almanya ile ilişkilerini askıya almasına ve Alman mallarını boykot etmesine karşılık, Türk-Alman ticareti giderek artmıştır.
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin en önemli boyutunu ekonomik ve ticari ilişkiler oluşturuyor. Almanya Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıdır. Yıllık ticaret hacmi 35,5 milyar dolardır. Bunun 14 milyar dolarını ihracat; 21,5 milyar dolarını ise ithalat oluşturmaktadır. Türkiye’de 6.000 Alman yatırımcı şirket bulunmaktadır. Başka hiçbir ülkede bu kadar Alman şirketi bulunmuyor. Almanya’da ise 3,5 milyon Türkiyeli yaşamakta olup bunun yaklaşık 1,5 milyonu Alman vatandaşlığına geçmiştir. Turizmde de 2016 yılında yüzde 15’lik payla Alman vatandaşları Türkiye’de tatil yapan yabancı turistler arasında birinci sırada yer alıyor. Türkiye ile Almanya 60 yılı aşkın bir süredir Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü savaş aygıtı NATO’da yer almaktadırlar. Bu verilere bile bakıldığında Alman devleti ile Türk devleti arasında tarihsel olarak stratejik bir ittifak göze çarpmaktadır.
Ülkemizde faşist CHP’nin iktidar olduğu dönemlerde, M. Kemal dönemi ve sonrasında Avrupacı kliğin özellikle de Almanya ile askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri sistemli sürmüştür. 1980’lerde faşist MHP ve Türkeş’in Alman devletiyle olan ilişkileri ve Almanya’da örgütlenmesine Alman devletinin desteği yine bilinmektedir. Günümüzde ise AKP ve Tayyip Erdoğan’la sürdürülen ikili ilişkiler, Osmanlı Ocakları’nın örgütlenmesine izin verilmesi ve himaye edilmesi gibi derin siyasi ilişkiler mevcuttur. Dönemsel zikzaklar çizse de Alman emperyalizminin Türk devletiyle olan tarihi ilişkileri ve çıkarları sürmektedir. Türk devletinin çıkarlarına uygun olarak, Almanya’da PKK yasakları, TKP/ML, DHKP-C gibi devrimci örgütlerin faaliyetçilerine yönelik tutuklama ve baskılar, PYD ve YPG bayrakları ve sembollerinin yasaklanması gibi Almanya’nın icraatları göz önüne alındığında, Alman devleti, faşist Türk devletiyle olan stratejik işbirliğine devam etmektedir. Kürt ulusunun imha edilmesi ve katliamlara uğramasında kullanılan askeri silahlar Alman menşelidir. Savunma sanayine yönelik Almanya’nın Türkiye’de tank fabrikası kurma girişimi de buna örnek teşkil etmektedir.
MERKEL HÜKÜMETİ AKP’Yİ KORUMAYA DEVAM EDİYOR
24 Eylül 2017 günü yapılan seçimlerden 171 gün sonra, Alman tekelci sermayesinin çıkarlarına hizmet edecek olan yeni hükümet kuruldu. Angela Merkel, Federal Meclis’te yapılan oylamada 364 oy alarak dördüncü kez Başbakanlık koltuğuna oturdu. Alman emperyalizminin gerek AB’de gerekse dünyada daha etkin olma stratejisine uygun olarak büyük koalisyon şekillendirildi. Alman emperyalist sermayesinin stratejik politikalarına uygun hükümet modeli; büyük koalisyon (CDU-CSU-SPD) aracılığıyla egemen sınıfları temsil eden partilerin Alman sermayesinin milli menfaatlerine uygun olarak dizayn edilmesini içermektedir.
Türk devletinin 20 Ocak günü Efrîn’e yönelik başlattığı saldırı ve işgal sürecinde, Ocak ve Şubat ayları arasında Türkiye’ye 9 milyon 700 bin euro değerinde 34 ayrı silah ihracatı yapılmasına onay verilmiştir. Almanya Federal Parlamentosu’nda Sol Parti (Die Linke) Milletvekili Zaklin Nastic’in, Türkiye’nin Efrîn işgalinde hangi çete örgütleriyle birlikte hareket ettiğine ilişkin soru önergesine Alman hükümeti tarafından verilen cevaba ‘gizlilik’ kararı getirildi. Türk devleti ile El Kaide’nin ortaklığıyla ilgili diğer Sol Parti Milletvekili Ulla Jelpke’nin Şubat ayında verdiği soru önergesi hala cevap bekliyor. Türk devletinin Efrîn’i işgal hareketinde çete örgütleriyle birlikte hareket ettiği nerdeyse her gün bir şekilde dünyada gündem olurken, Alman hükümeti Türkiye’yle yaptığı silah anlaşmalarını ve Türkiye’yle ortak hareket eden cihatçı grupları kamuoyu baskısı nedeniyle açıklamaktan kaçınıyor ve gizliyor.
Dünya Silah Ticaretinde Alman Emperyalistleri Önemli Bir Yer Tutmaktadır
5 Mart 2018 günü iş başı yapan tekelci sermayenin hizmetindeki Angela Merkel’in liderliğindeki Hıristiyan Demokratlar Birliği’nin (CDU), SPD ile bir kez daha kurduğu büyük koalisyon hükümeti, silah satışlarına kaldığı yerden devam etmektedir. Alman basınına sızan Maliye Bakanı Peter Altmaier imzalı belgeye göre federal hükümet Suudi Arabistan’a 8 askeri devriye botunun satılmasına onay verdi. Arap dünyasının en yoksul ülkesi olan Yemen üç yıldır ağır bir savaş içerisinde bulunuyor. Suudi Arabistan 2015 yılından bu yana 9 Arap ülkesinin ittifakıyla Yemen’de iktidarı ele geçirmek isteyen İran destekli Şii Husiler’e karşı savaş yürütüyor. Türk devletinin Efrîn’de yürüttüğü soykırım savaşında Alman silahlarının kullanılmasına benzer bir durum Yemen’de de yaşanıyor.
Geçtiğimiz Ocak ayında 2014-2017 yılları arasında Merkel hükümetinin özel iznini gerektiren silah satışlarının değeri 25 milyar euroyu bulmuştu. Almanya’nın en büyük müşterileri ise Yemen’deki savaşa aktif olarak katılan ülkelerdir. Bunların başında gelen Mısır ile şimdiye kadar yüzde 77’lik artışla 1,36 milyar euroluk silah anlaşması yapıldı. Yemen’deki savaşa katılan Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya’dan silah alımlarını dörtte bir arttırarak 213 milyon euroya çıkardı.
Dünyada savaşın ve silahlanmanın asıl sebebi, hükümetlerin aldıkları yanlış kararlar değil, kapitalizmin ve emperyalist yayılmacılığın kendisidir. Bu nedenle Karl Liebknecht’ın “Asıl düşman kendi ülkemizdedir” sözü yerinde ve isabetlidir. Emperyalist, işgalci ve ilhakçı her ülke nezdinde devrimci güçlerin ve barış isteyenlerin asli görevi, kendi egemenlerinin savaşı kaybetmelerini sağlamak ve işçi ve emekçilerin düzenini kurmak için mücadele etmektir. Dünyada nihai barış ancak sosyalizm ile mümkündür. Avrupa’da, Almanya’da bir kısım sol cenah ve demokratik güçler burjuva hükümetlerine silah satışlarını durdurmaları çağrıları yapmaktadır. Bu güçlerin emperyalist devletlerin insan hakları veya demokrasi kaygısıyla değil, tekellerin çıkarları temelinde hareket ettiklerini; haksız savaşları ve silah satışlarını durdurmak için önce kendi egemen sınıflarını devrimle alaşağı etmeleri gerektiğini bilmeleri ve mücadeleyi yükseltmeleri gerekiyor.