[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
“Düşman yenilmez diye düşünme, yenilir.” (Mehmet Zeki Şerit)
Davut ile Golyat’ın hikâyesine aşinayızdır. Neredeyse üç metrelik cüssesiyle bir tarafta dev Golyat, diğer tarafta ise kendisini müdafaa etmek için bir sapandan başka aracı olmayan Davut… Yahudilik dininde önemli bir yeri olan bu masal-anlatı, esasında asimetrik savaş dengesinin bir özeti gibidir ve bugün Filistin halkı, Siyonist İsrail’e karşı Davutlaşmaktadır. Egemenlerin tarih kitapları her daim Golyatların hikâyelerini anlatsa da tarihin ve onurun sahibi Davutlardır. Bugün Filistin halkı, onurlu kıyamında gerçekleşen halka dayalı bir savaş çizgisi karşısında egemenleri nasıl acze ve paniğe düşürdüğünü tüm halklara göstermektedir.
DİRENİŞİN SİLAHI: İRADE
Gazze açık hava hapishanesinin etrafını saran çitler ve 7/24 izleme yapan gözetleme sistemleri 7 Ekim saldırısını engelleyemedi. Emperyalistlerin etrafını bir “efsane” halesi ile efsunladığı MOSSAD, saldırıya önlem alamadı. Orta Doğu’nun en modern ve pahalı ordusunun safları henüz ilk dakikalarda paramparça oldu. Maliyeti yaklaşık 3,5 milyon dolar olan “Merkava 4M” ana muharebe tankları, Hamas savaşçılarının kullandığı birkaç bin dolarlık araçlarla yok edildi… Ezen ulus egemenliğine karşı örülen, halka dayanan savaş çizgisi Orta Doğu’daki tüm hesapları altüst etti. Bilhassa NATO emperyalistlerinin ellerini ovuşturarak uzun süredir kurguladıkları Doğu Akdeniz doğal gaz projeleri ve boru hatları; Çin’in bölgeye dönük “Kuşak-Yol İnisiyatifi” ile somutlaşan kendi sosyal-emperyalist planları Filistin halkının şiddetli eylemi ile toz duman oldu. İbrahim Anlaşması süreçleri ile derinleşen Arap sermayesi ve Siyonist devlet yakınlaşmaları çöpe atıldı. Halkın ve örgütlü bir gücün “zor” kullanımı bir kez daha tarihin aksını değiştirdi.
Filistin halkının ve onun öncü güçlerinin şiddeti savaş üzerine yıllar önce devrimciler tarafından yapılmış ve mahkûm edilmiş tartışmaları yeniden açtı. Liberal sapmalar ve egemenlerin borazanları, ezilen ulusun şiddetini ve özgürlük savaşını, genel bir “savaş” kategorisi içine hapsederek lanetledi. Devrimci perspektif her savaşa kategorik bir karşıtlık içinde değildir, zira devrim mücadelesi bir çeşit savaş karşıtı sivil toplumculuk ve hümanizma dalaveresi olamaz. Lenin’in belirttiği gibi, sosyalistler halklar arasındaki savaşları her daim canavarca bulmuşlardır, ancak yine devamında yazdığı gibi bizim savaş karşıtlığımız burjuva pasifistlerin ve anarşistlerin tutumundan farklıdır. Biz savaşları proleterlerin burjuvaziye karşı, ezilen ulusların ezen uluslara karşı savaşları gibi; en genel anlamıyla devrimci savaşlar ve karşı devrimci işgal/ paylaşım savaşları formülasyonuyla kategorik olarak ayırırız. Siyaset, bu kategorik ayrımlar dahilinde yapılır. Aksi takdirde pasifist bir hümanizma illüzyonu ile Filistin halkının kurtuluş mücadelesini “vahşet” olarak nitelemek ve lanetlemek kaçınılmazdır. Görülmüştür ki Halk Savaşı çizgisi ve devrimci/ezilen ulus şiddetini tam anlamıyla meşru ve tek yöntem olarak görenler ile bu hususlarda düzen içi ikircikli, bulanık tutum takınanlar akla kara gibi ayrılmıştır. Bir taraf bugün ve gelecekte her daim devrim nehrindedir, diğeri revizyonizmin bataklığına saplanmıştır. Bu tartışmada Türkiye Devrimci Hareketi, Filistin halkı ile aynı siperlerde kan akıtmış olmasının tarihsel bağıyla derli toplu bir tutum takınmış gözükmektedir. Ancak revizyonist-reformist partilerin sosyal şoven ikiyüzlülüğü gören gözlerin midesini bir kez daha bulandırmıştır. Kendi egemen devletinin sınırları içerisinde tutsak Kürt ulusunun şiddetini lanetleme yarışında kan ter içinde birincilik sırası için koşturanlar, ezilen halkın şiddeti uzaklarda olunca şiddetin meşruluğundan bahsedebilmektedir. Bu “konforlu” tutum her daim teşhir ve mahkûm edilmelidir.
Filistin halkının Siyonist işgali parçalamak için gerçekleştirdiği atılımı “kınamak” ve ikircikli tutumlar takınmanın bir başka zemini de Hamas’ın siyasal kimliği oldu. Hamas hiç kuşkusuz cihadist politik çizgisi ile komünistlerin katiyen uzlaşmayacağı bir hattadır. Ancak, Hamas hem kendisini “bir ulusal kurtuluş örgütü” olarak deklare etmiştir hem de Filistin özgüllüğünde Hamas’ın İslamcılığı temel bir çelişki değildir. Bunu iki biçimde açabiliriz:
Birincisi; ulusal kurtuluş hareketleri farklı sınıflar ve zümreler ile oldukça çeşitli politik önderliklere sahip olabilirler. Bu komünistler için bu hareketlere mesafe alma gerekçesi olamaz. Komünistler her daim ulusal kurtuluş hareketlerine proleter çizginin önderliğini tesis etmek için mücadele eder ve politik müdahalelerini de bu doğrultuda yaparlar. Koşulsuz bir desteği reddeder ve komünist bir önderlik mevcut değilse bu boşluğun doldurulması görevine sarılırlar. Ancak savaşın yoğunlaştığı, Aksa Tufanı gibi ezen ulus ile ezilen ulusun çok şiddetli karşı karşıya geldiği anlarda, temel çelişki üzerinde ezilen ulusun şiddetinin meşruluğunu tartıştırmazlar, şiddeti uygulayan politik özne kim olursa olsun. Kaldı ki Filistin halkının mücadelesi 7 Ekim’den bu yana aralarında FHKC gibi pek çok sosyalist tandanslı örgüt ve grubun da olduğu geniş bir anti işgal cephesi tarafından koordine ve önderlik edilmektedir, Gazze özelinde Hamas’ın ağırlığının hissedilmesi bu gerçeği örtmez.
Buradan ikinci meseleye geçebiliriz: Ülkemiz siyasetinde, bilhassa burjuva siyaset sirkinde kabartılan, sınıfsal bir içerikten tamamen yoksun “seküler-muhafazakâr” çelişkisi Filistin özelinde mevcut değildir. Ülkemiz devrimci-demokrat kamuoyunda yapılan FHKC-Hamas karşılaştırmaları mesnetsizdir, zira bu iki örgüt orada işgalci düşmana karşı tek cephede birlikte mücadele etmektedir! Filistin halkının baş çelişkisi işgalci Siyonist devletin ortadan kaldırılmasıdır, Türkiye gündemini meşgul eden laisizm tartışması değildir. Ancak mutlaka belirtmek gerekir ki bugün Filistin halkının kurtuluş mücadelesinde komünist öncüden yoksun olması acilen giderilmesi gereken politik bir sorun olarak yalnızca Filistinli değil tüm devrimcilerin önünde durmaktadır.
HALKIMIZ FİLİSTİN’İN YANINDA
Filistin halkı için ülkemizde de kitlesel destek gösterileri yapıldı. Çeşitli milliyetlerden halkımız alanları doldurdu ve Filistin halkı ile dayanışmasını gösterdi. TC devleti bölgede adeta ikinci bir İsrail ve işgalci karakol olarak görev yaparken ve Siyonist İsrail ile hiçbir askeri-ekonomik ilişkisini tasfiye etmemişken onun bu iş birlikçi ve bağımlı karakteri bir kez daha ifşa edildi. Özellikle devletin şu an dümeninde gözüken AKP ile ona aldanmış kitleler arasındaki duygusal bağ zedelendi. TC’nin iş birlikçi ve aciz karakterinin ifşa olmasında Filistin her daim kritik bir niteliktedir. AKP’nin din bezirganlığı ve döktüğü timsah gözyaşları yine ve yeniden teşhir olmuş, tüm çıplaklığı ile kitlelerin önüne serilmiştir.
Avrupa devletleri ve “egemenlerin” insan haklarını yazmış olan kurumlar da bir kez daha gerçek doğalarını sergilemişlerdir. Avrupa devletleri geçmişlerindeki Holokost (Yahudi soykırımı) ve orta çağlar boyunca tüm Avrupa’da zaman zaman gerçekleşen Yahudi halkına yönelik katliamların günahını bugün aynı acıların ve katliamların Filistin halkına yaşatılması ile aklamak istemektedir. Yalnızca bu değil; İsrail, NATO emperyalistlerinin bölgedeki “füze rampasıdır” ve tüm Orta Doğu’yu kontrol edebildikleri ileri savaş karakollarıdır. NATO emperyalizminin orkestra şefi Biden’ın zamanında dediği gibi, bir İsrail olmasaydı bile yaratacaklardı.
Fakat halklar başka bir söz söylemektedir. Tüm Dünya’da olduğu gibi Avrupa’da da halklar Filistin davasının haklılığı için sokaklara akmış, kendi egemenlerinin anlatısına baş kaldırmışlardır. Devletleri Siyonizmin sponsorluğunu yaparken çeşitli ülkelerde liman işçileri İsrail’e giden yükleri yüklememeye başlamış, halklar her zümresiyle İsrail’e boykot hareketlerine katılmışlardır.
Devletler ve halklar arasındaki çatırdama düşmanın cephe gerisinde, Siyonist İsrail’de dahi yaşanmaktadır. Çünkü en temelinde bu “haklı” bir savaş değildir. Mahkûm edilmeye, mağlubiyete yazgılıdır ve öyle olacaktır. Aksa Tufanı operasyonundan çok önce Netanyahu’nun oluşturduğu ultra-siyonist kabine, bir yargı reformu yaparak tüm yargıyı kendisine tabi kılmak istedi. Siyonist İsrail’in sözde cumhurbaşkanlığı makamının uzlaştırma çabaları da sonuçsuz kalınca, İsrail tarihinde hiç görülmemiş kitle eylemleri başladı. Bilhassa Siyonist-yerleşimci kitlelerin doğal olarak daha az olduğu, nispeten liberal denebilecek kesimlerin yaşadığı İsrail’in işgal ettiği kıyı kesimleri ve kent merkezlerinde eylemler kuvvetlendi. İş dünyası da geniş bir destekle çalışanlarının eylemlere katılmasının dahi önünü açtı. Bu durum kuşkusuz ABD Başkanı Biden’ın eylemleri açıktan desteklemesi ile ilgili. Zira NATO emperyalistleri bölgede “Orta Doğu’daki tek demokratik ve seküler ülke İsrail” illüzyonunun Netanyahu’nun şeflik hayalleri ile dağılmasını istemediler. Zira bugün dahi Siyonist İsrail’in tek meşruiyet kaynağı bu katmerli yalandır. Demokratik ama kim için? Suyu ve elektriği kesilen, duvarlarla hapsedilen ve hava bombardımanıyla kitlesel şekilde katledilen Filistin halkı için demokratik olmadığı ve olamayacağı kesin. Şu net olmalıdır: Siyonist-işgalci İsrail devleti demokratikleştirilemez, tıpkı diğer işgalci-faşist devletler gibi. Yahudi halkının demokrasi mücadelesi de özgür Filistin’in yolundan geçmektedir, çözülmesi gereken çelişki budur.
Yargı reformuna karşı başlayan eylem dalgasına işgal ordusu hava kuvvetlerinden pilotlar ve yedek subaylar da çeşitli bildiriler ile katıldılar. 7 Ekim saldırısının stratejik dehâsı burada bir kez daha görülmektedir, Filistin direniş güçleri düşmanın cephe gerisinde en dağınık olduğu anı başarıyla kullanmışlardır. Bugün Netanyahu ile halkı arasındaki uçurum genişlemektedir. 7 Ekim Tufanı’nın başında bir savaş kabinesi kurabilmiş olsa da her geçen gün meşruiyetini yitirmekte ve kendi halkı arasında savaş karşıtı sesler yükselmektedir. Yargı reformu eylemleri ile savaş karşıtı huzursuzluk bugün cephe gerisinde tam bir bozgun ortamı yaratmıştır. Yahudi halkının fanatik Siyonist olmayan kesimleri hızla Filistin davasına karşı tarafsız hatta taraftar pozisyonlara çekilmektedir, bu süreç de oldukça değerlidir ve politik bir dizi müdahale ile güçlendirilmelidir.
Golyatlar yenilecek, direnen halklar özgürleşecektir. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun yenilmez değildir. Egemenler her şeye muktedir değiller, bazen bir sapan, birkaç bin dolarlık bir “drone” aracı dahi surlarında gedik açabilmektedir. Bu bilinçle çelikleşelim ve Halk Savaşını derinleştirelim.
Nehirden Denize Özgür Filistin!