[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Orta Doğu’da direnişin ve mücadelenin artması emperyalistleri diken üzerinde tutacak önemdedir. Ulusal mücadele, sınıf mücadelesi ya da anti-işgalci duruş emperyalistlerin kabaran iştahını tıkamakta, sömürdüğü hâkimiyet alanlarının elden gideceği sirenlerini çalmaktadır. Yoksul ülkelerde kan dökmekten hiçbir şekilde imtina etmeyen emperyalistlerin inşasına destek verdikleri Siyonist İsrail devleti de katliamların, işgalin ve milliyetçiliğin sosyo-ekonomik ve ideolojik temelleriyle Orta Doğu’da biçim almış halidir.
Siyonist İsrail devleti kurulduğu andan itibaren Filistinliler başta emperyalistlere, İsrail ve İsrailli yerleşimcilere “topraklarımızdan çıkın” uyarılarında bulundu. Bu uyarılarını defalarca halkın birleşik ve tükenmez iradesine dayanan intifadalarla hayata geçirdiler. En son Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları öncülüğünde işgal ve abluka altındaki Gazze Şeridi’nden İsrail’e, savunmadan saldırıya geçen bir mücadele başlattı.
Filistin kurtuluş mücadelesinin çok bileşenli bir yapısı var. Batı Şeria’da, Gazze’de ortak operasyon noktaları bulunan bu bileşenden 16 örgüt Hamas’ın Siyonist İsrail Devletine karşı başlattığı direnişi selamlayarak destek çağrılarında bulundu. Çağrılar yanıt bulmakta gecikmedi. Bununla birlikte Filistin direnişinin meşruluk zemini de Hamas üzerinden sorgulanmaya başladı.
Hamas 2007 yılından, yönetime geldiği süreçten bugüne değişken güç dengelerine göre politika belirleyen bir örgüt profili sergilemiştir. Filistin’deki direnişin Abdullah Azam yani Selefilik çizgisinde yönetilmesi gerektiğini söyleyen Hamas’ın yurt dışı sorumlusu ve aynı zamanda İran yanlısı olmayan Halid Meşad, dönemsel olarak ÖSO ve TSK ile yakınlık kurmuş, bu zeminde hareket ederek TC’nin Efrin işgalini de desteklemiştir. İran yanlısı Yahya es-Sinvar Hamas’ın Gazze sorumlusuyken, oğlu TC’de emlak zengini olan İsmail Heniyye de Hamas’ın rüzgâr nereden eserse oraya doğru savrulan Siyasi Büro Başkanıdır. Yani 1980’den önce Körfez ülkeleri ile iş birliği halinde olan ancak İran İslam Devrimi olduktan sonra İran ile yakınlaşan, dönemsel olarak İsrail ve ÖSO ile yakın temas kuran, sonrasında Suriye’deki savaşın başlangıcında Müslüman Kardeşlerle yani İhvancı ve Amerikancı İslami örgütlerle yakınken 2020’den sonra Suriye ile barışmaya çalışan ve dar örgüt çıkarlarına dayalı amaçları doğrultusunda bunu başaran, tutarsız ve istikrarsız bir örgüttür Hamas. Örneğin Kassam Tugaylarının, 2021 yılında 90 saniyede 130 füze attığı belirtilen Kudüs Kılıcı savaşında tugayların siyasi kanadı olan Hamas, direnişin üstünlüğü tugayların elindeyken ve süreç kontrol altındayken İsrail ile ateşkes gerçekleştirmişti. Yani Kassam Tugaylarının gerçekleştirdiği savaş, siyasi kanat Hamas’ın verdiği kararla pasif hale getirilmişti çünkü kararları Hamas ve Hamas’ı da dar örgüt çıkarları belirliyor.
Filistin direnişinin en öne çıkan ve gündemde sıklıkla yer bulan örgütü konumundaki Hamas’ın dillerden düşmemesi sorgulanması gereken soruları akla getirmelidir. Bununla birlikte niteliği Hamas’a yakın olan ve gücü de neredeyse aynı oranda olan İslami Cihad’ın adının anılmaması, hatta pek tartışılmaması garipsenmelidir. Yine daha radikal olan, İsrail Askerlerinin kafasını kesmeyi caiz ilan eden Mücahid Tugaylarının gücü de küçümsenmeyecek derecede fazla. Fraksiyon, politika ya da yöntem farklılıkları gözeten FHKC, FHKC-GK, FDKC gibi örgütler de direniş gündeminin dışında, ya da en azından gerisinde tutulmaktadır. Burada soruyu “neden Hamas Filistin direnişini temsil eden esas güç haline getirilmek isteniyor” ya da “neden Filistin direnişi yalnızca Hamas ile anılıyor” şeklinde sorarak konuya girebiliriz.
2019 yılının sonlarından bu yana Batı Şeria’da silahlandırma çalışmaları artırılmıştır. Ve bu silahların hangi kanal aracılığıyla temin edildiği bilinmiyor ancak menşein ABD olduğu bilgisi de bir sır değil. Makine ve inşaat alanında kullanılan materyallerin “bomba, roket ya da füze yapımında kullanılır” diye Filistin’e girişini yasaklayan Siyonist İsrail devleti 2000 yılındaki İkinci İntifada sonrası Gazze Şeridi civarında kademeli olarak ciddi bir denetimle bu yasaklama kararını devreye sokmuş durumda. Ancak Kasım Süleymani döneminde Gazze’nin altında açılan büyük tüneller bu yasakları olanaksızlaştırmıştır, kontrol tüm engellere rağmen Hamas’ta olmaya devam etmiştir. Örneğin 2012 yılında İsrail Gazze şeridine saldırdığında İslami Cihad yani Kudüs Tugayları Tel Aviv’e ilk füzelerini fırlatmıştır. İslami Cihad’ı ve diğer direniş gruplarının birçok militanı Kasım Süleymani döneminde, Devrim Muhafızları tarafından İran’da silahlı eğitim görmüşlerdir. Aynı şekilde Suriye ve Hizbullah da bölgeye mühimmat ve ekipman desteği sağlamıştır. Bugün İran aynı şekilde Filistin’e verdiği destekte örgüt ayrımı yapmaksızın kaynak sağlamaktadır. İran’ın İslami Cihad ile geçmişten gelen yakınlığına rağmen Filistin direnişi ile temasını Hamas üzerinden yürütmesi de soru işaretlerine neden olmaktadır. Örneğin Gazze’de gerçekleşen son iki savaşta Kassam Tugayları çatışmalara katılmadı ve savaşın öncülüğünü İslami Cihad üstlendi.
İslami Cihadın İran ile olan yakınlığı örgütün kurucusu Fethi Şikaki’nin ve mevcut lider Ziyad Nihale’nin Şi olduğuna yorulmaktadır. Ancak bu düşünce İran’ın dolaysız yoldan verdiği desteğinin ardında gizlenen dolaylı etkenleri ve Filistin halkının mücadelesini gölgeleyebilir. Yani Filistinlilerin kendi öz gücüyle yürüttüğü direniş ve savunma havzalarının İran’ın kontrolünde olduğu ileri sürülebilir. Dolaylı etkenler de batılı emperyalist devletlere karşı anti-işgalci tutum sergileyen ezilen halkların imdadına yetişmeye hevesli Rusya’nın bu sessizliğinde aranabilir. Çünkü MOSSAD başkanı Filistin’e sağlanan yardımın aynı şekilde Rusya’dan geldiğini ileri sürmekte ve bu nedenle de İran’ı tehdit ederek bedelini ödeteceklerini söylemektedir. Öte yandan Rusya’nın Rusya-Ukrayna savaşında İsrail’i “ikili ilişkilerimizin bozulmasını istemiyorsanız Ukrayna’ya yardım yapmayacaksınız” şeklinde uyardığı da biliniyor. Yani “Rusya’da Siyonist bir lobi var” demek yerine Rusya emperyal çıkarları doğrultusunda sessizce avına yaklaşıyor diyebiliriz. Hamas gibi güç dengesine göre şekillenen yapılar da onun iştahını kabartıyor olabilir.
Filistin’deki direniş için kurulmuş olan askeri eylem birliğinin bir kanadı olan Hamas Siyonist İsrail devletine karşı başlayan saldırının merkezinde yer alan Kassam Tugayları nedeniyle bu kadar gündem olmuş olabilir. Söz konusu saldırıda kullanılan şiddetin niteliği ve dozu bu nedenle direnişin meşruluğunu gölgeleyecek denli öne çıkarılmıştır denebilir. Ancak sonrasında “sivilleri öldürmek suçtur” argümanıyla yola çıkıp Filistin direnişinin meşruluğunu sorgulamak, on yıllardır Filistin’de kundaktaki bebekten mezarda yatana kadar işkence eden Siyonist devletin temize çıkarmasına göz yummak ve Filistin halkını katleden katillerin ellerindeki kanı yıkamalarına eşlik etmek buna rağmen kabul edilemezdir. Ezilenlerin haklı isyanının şiddetiyle kıyaslanan ezen vahşetinin şiddeti, karşıdaki devletin Siyonist bir devlet değil de görece masum bir Yahudi devleti olduğu algısını içeriyor. Yahudi dinine dayanan bir devletin “kendini koruması”nın meşruluğuna koşut bu devlete yönelik aşırı şiddet de meşrulaştırılamayacak bir terör olarak tanımlanıyor. Yani öne sürülen ve politika diye bayraklaştırılan manipülatif ve aynı zamanda provokatif savunu bu türden devletin karşısına gene ona eşdeğer algısıyla Hamas’ı ya da İslam dinini çıkarıyor. Oysa Savaşlar sadece kimliklere göre veya şiddetin dozuna göre haklılık kazanmaz. Bunun tespiti için ulusal, sınıfsal ve olduğu ölçüde inanç düzlemindeki haksızlıklara yönelmek gerekir. Özgül konuda esas olan ulusal haksızlıklardır ve buna inanç düzlemindeki saldırılar da eklenmektedir. Özellikle belirtmeliyiz ki dini değerlere, ibadet biçimlerine yönelik saldırılar ulusal haksızlıklardan ayrı değil, aksine ancak onunla bağlı gelişen haksızlıklardır. Filistin gerçekliğini kavramak bakımından ulusal olanın belirleyiciliği üzerinden atlanamayacak kadar önemlidir. Uzun yıllara dayanan ve emperyalistlerin desteğine dayanan haksızlıklara rağmen gelişen olayların seyrinde gerek reformistler gerek iş birlikçiler gerekse de egemenler tarafından yapılan açıklamalar gösteriyor ki haklı olanın akıttığı kanda haksızlık aranmaktadır. Çünkü “Hamas’ı değil Filistin’i destekliyoruz” demek, bu direnişin ulusal kurtuluşçu bir direniş olduğunu, sömürgeciliğe ve zulme karşı geliştiğini gölgelemek demektir. Yani anlık, histerik reflekslerle politika belirlenemeyeceği gibi bir mücadele seyri de yaratılamaz. Bu nedenle de Hamas’ın öncülüğünde gelişen bu direnişçi öze sahip saldırı yorumlanırken, Filistin halkının on yıllardır verdiği mücadele bir gerici temsile kurban edilmemelidir ya da Hamas’ın gerici karakteri Filistin direnişini gölgelememelidir. Ayrıca İsrailli yerleşimcilerin yani sivil halkın ölümünde direnişin meşruluğunu sorgulamak yerine meşrulaştırılmış işgali reddetmek, buna karşı mücadele yürütmek gerekir. Burada öncelik İsrail’de yerleşimcilerin ölü sayısı üzerinden geliştirilen intikam coşkusuna karşı yerleşimcilerin bir parçası haline getirildikleri haksızlık öne çıkarılarak sömürücü ve işgalci egemenlerine karşı İsrail halkını da içerecek demokratik hareketin kapısını açmaya verilmelidir.
Tek yanlı ve sığ bakışla kölenin efendiye, efendinin de köleye uyguladığı şiddeti eşitlemek, dolaylı olarak kölelik koşullarını ve efendinin egemenliğini desteklemektir. Filistin cephesinde seyreden bu eşitsiz, ama Filistin lehine haklı savaş yalnızca Siyonist İsrail devletini değil özelde Orta Doğu’ya, genelde de Dünya’nın bütün coğrafyalarına ölümden, zulümden ve vahşetten başka hiçbir şey götürmeyen emperyalist devletleri de tedirgin etmektedir. Ve yine bu cepheden atılan her taş ya da sıkılan her kurşun meşru savunmadır. Siyonist İsrail devletinin saldırıları karşısında savunmayı saldırıya çevirmek Filistin’i haksız yapmayacağı gibi tüm dünya halklarına birer umut fişeği olacaktır. İşgalci devlet ile ezilen ulus arasında gerçekleşen bu savaşta geliştirilecek politika ezilen ulustan yana tavır almak ya da almamak şeklinde netlik kazanmalıdır. Elbette bu körü körüne bir bağlılıkla açıklanmamalıdır. Esas olanı, belirleyici halkaları göz ardı etmemek biçiminde açıklanmalıdır. Yani Filistin ulusunun kendi kaderini tayin hakkı esastır ve önderlikler ise bu noktada talidir. Hiçbir şeyi tek bir düzlemden ele alamayız. Unutulmamalıdır ki adı doğru biçimde ortaya konmayan meselenin çözümü olmaz. Buna on yıllardır süren direnişi selamlayıp kenara çekilmek de dahildir. Sorunun özü ve tarihsel boyutu bize “selamlamakla sınırlı” bir tavrın zayıflığını ispatlamaktadır.