Kapitalist sistem açısından rüzgar ters esmeye devam ediyor. On yıla ulaşan kapitalizmin krizi aşılamıyor. Düşük büyüme oranları, borsalarda yaşanan düşüşler, korumacı tedbirler devam ediyor. Kapitalizm büyük durgunluk denilen süreçten canlanma evresine geçemiyor. En ufak kıpırdanmadan dahi medet umup büyük umutlar beslenir oldu. Sürekli risk barındırmak kapitalist ekonomi yasalarının doğal bir sonucudur. Zira kapitalist sermayenin önündeki en büyük engel yine kendisidir.
Yapısal krizi aşıp gönenç günlere ulaşmak ancak yeni bir birikim süreciyle mümkündür. 2008 kriziyle birlikte neo-liberal birikim sürecinin ‘başarı’ hikayesinin sona erdiğine dair burjuva ideologları da hem fikir durumda. Yeni yatırım alanları bulmakta ve yaratmakta sıkıntı yaşayan, eski teknolojilerle üretimden kurtulamayan, yeni teknolojik gelişmelere uygun bir üretim yapısını hakim kılamayan kapitalist sermaye, görece küçük karlara tamah etmek zorunda kalıyor. Kapitalizm, yapısal krizinden çıkamadığı gibi bu sefer daha yıkıcı yeni bir kriz dalgasıyla yüz yüze kalacağına dair öngörüler gündemden düşmüyor. ABD borsasındaki sert düşüşün yürekleri ağza getirmesi boşuna değildir. Zira yapısal krizin daha da derinleşerek bir bütün sistemin varoluş krizine dönüşmesi egemen sınıfların uykusunu kaçıran bir durumdur.
Krizden çıkmaya odaklanan emperyalistler için Ortadoğu’daki bölgesel savaş, daha büyük çelişkilerin habercisidir. ABD için savaşın kendisi krizleri atlatmanın bir aracıdır ve savaş sanayi ekonomide önemli bir yer işgal etmektedir. Birçok politik belirlemede 2000’li yılların başından itibaren emperyalistler arası adı konmayan üçüncü paylaşım savaşı vurgusu vardır. BOP eksenli Afganistan ve Irak işgalinden Suriye paylaşım savaşına gelinen sürece bakıldığında farklı bir durum da söz konusu değildir. Bu süreçte ve bugün ABD emperyalizmi, Çin ve Rus emperyalizmi karşısında, dünya pazar alanları üzerindeki hakimiyetini korumaya çalışıyor. Asıl tehdit olarak Çin ve Rusya’yı gören ABD emperyalizmi, dış politikasını bu iki emperyalist gücü engellemek üzerine kuruyor. Ordu gücünün önemli bir kısmını Güney Asya’ya kaydıran, Doğu Avrupa’da NATO üzerinden askeri olarak konuşlanan, Ortadoğu’da Yemen ve Suriye’de savaşan, Katar kriziyle Arap-Körfez ülkelerine “ayar çekme”ye çalışan ABD emperyalizmi, tüm bunlara karşın hegemonyasını korumakta zorlanmaktadır. Kapitalist rekabet yasası ekseninde ABD’yi bu hamlelere zorlayan Çin ve Rus emperyalistleri ABD’nin her hamlesine bir şekilde karşılık vermektedir. Çin emperyalizmi ABD’ye “Yeni İpek Yolu Projesi”, Güney Çin Denizi’ne savaş gemileri indirme ve son teknoloji silahlarla gövde gösterisi yaparak cevap verirken, Rus emperyalizmi ise Suriye savaşına doğrudan müdahil olarak, Kırım’ı ilhak ederek, Hazar Denizi’nden Suriye’deki IŞİD’i vurarak ve dünyanın her köşesini vuracak teknolojiye sahip olduklarını açıklayarak cevap verdi.
Suriye’de yaşananlar pazar alanlarının yeniden paylaşımına dönük bir mücadelenin konusudur. Kuşkusuz ki savaşın odak noktası Suriye olsa da emperyalist hedef ve amaç bununla sınırlı değildir. Zira emperyalistlerin geleceğe dönük asıl önemsedikleri alan Ortadoğu değil Avrasya’dır. Dünden bugüne emperyalistlerin stratejileri bunun üzerine kuruludur. Dolayısıyla Ortadoğu, Avrasya hakimiyetine açılan en önemli kapılardan birisidir. Suriye paylaşım savaşı özünde Avrasya için verilen bir savaştır. Ortadoğu’da hakim güç olmak kendi özgül öneminin ötesinde Avrasya pazarında hakim olmada da kilit noktalardan biridir.
Kapitalizmin yapısal krizine emperyalistler arası siyasi hegemonya krizi eşlik ediyor. ABD’nin tartışılır hale gelen hegemonik gücü ekonomik krizle birlikte daha bir derinleşmiş durumda. Trump’ın başkan olmasıyla birlikte saldırgan bir politikanın izlenmesi tartışılır olmaktan çıkmaya dönük bir reflekstir. Gelinen nokta, ABD’nin daha fazlasına ihtiyaç duyacağını gösteriyor.
ABD’nin Suriye’deki Rus uçaklarının bulunduğu havaalanı ve Deyr Zor’daki Rus milislerini vurması gibi ‘münferit olaylar’ haricinde iki emperyalist güç arasında doğrudan temas yaşanmadı. Fakat Suriye’de iki emperyalist güç başından beri dolaylı olarak karşı karşıyadır. Tarihsel bağlamda bir hegemonya krizi her daim paylaşım savaşıyla çözülür ve bugün itibariyle bu zeminin giderek güçlendiği belirtilebilir. Bu noktada emperyalistlerin politik iradesini belirleyen kar oranlarındaki düşme ve dünya pazar alanlarının paylaşım sorunudur.Bu yapısal çelişki, emperyalistlerin nükleer güçlerini kullanmaları dahil çeşitli askeri saldırganlıklara kapı aralıyor.
Genel görünümde I. ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi emperyalistler arası saflaşmalar söz konusudur. ABD ve Avrupalı emperyalistler bir tarafta, Rusya ve Çin emperyalistleri bir tarafta…. Fakat bu durum henüz tamamlanmış ve istikrarlı bir saflaşmaya denk düşmüyor. ABD ile Rusya ve Çin arasında derinleşen çelişkide Avrupalı emperyalistler netleşmiş ve ortaklaşmış bir tavır sergilemiyor. Alman emperyalizminin “Avrupa kendi kaderini belirlemeli” çıkışı bu anlamıyla dikkat çekicidir.
Emperyalistler arası artan çelişkiler henüz bölgesel ve dolaylı paylaşım savaşları üzerinden görünür olmaktadır. İçerde Trump’ın başkanlığına karşı gösterilen direnç ABD’nin dünya politikasında belli konularda inisiyatif kaybetmesine ve rakiplerinin karşı ataklarına sahne olmaktadır. Çin’in ekonomik gücünün dizginlenmesi amacıyla uygulanan korumacı yasalar ve ticari kısıtlamaların tek başına yeterli olamayacağı bilinmektedir. ABD emperyalizmi hem ekonomide hem de siyasi-askeri alanlarda rakipleriyle rekabette hegemonyasını korumak zorundadır. Oysa bu noktada ciddi sıkıntılarla yüz yüzedir. Rusya ve Çin gibi rakip emperyalistler ABD’deki bu ‘bocalamadan’ memnundur ancak henüz verili güç dengesini tümden değiştirecek noktada değillerdir. Rusya’nın Putin; Çin’in Şi Cinping nezdinde sağladığı “siyasi liderlik”, ABD’de Trump nezdinde sağlanabilmiş değildir. Fakat iç ve dış çelişkilerin basıncı ABD’li emperyalistler nezdinde de yeni siyasi gelişmeleri ortaya çıkarmaya adaydır. Keza ABD’in yarattığı her boşluğu hızlı bir biçimde diğer emperyalistler doldurmaktadır. Hatta yarı sömürge devletler dahi bu boşlukta kendi bölgesel politikalarını öne çıkararak emperyalistler arası çelişkilere etki edebilmektedir. Tüm gelişmeler kapitalizminin yapısal krizine eşlik eden emperyalistler arası rekabetin, bugün bölgesel çapta yaşanan savaşları derinleştireceği yönündedir. Savaş ve kaos artık günümüzün kaçınılmaz ve nesnel gerçeğidir. Komünistler gelecek kurgularını bu nesnelliğe uygun olarak yapmak, bugünden yarına savaşın doğasına uygun olarak örgütlemek zorundadır.