[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
23 Temmuz’da İspanya’da gerçekleşen genel seçimlere katılım oranı yüzde 70.6 oranında oldu. 35 milyon seçmen oy kullanırken, 10 milyon 400 bin kişi ise sandığa gitmeyerek oy kullanmadı. Seçim sonuçlarına göre; muhafazakâr sağ Halk Partisi, 8 milyon oyla birinci parti olarak seçimi kazansa da oy oranı sandığa gitmeyenlerin gerisinde kaldı. Seçime katılım oranları özellikle işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde düşük olduğu görüldü. Ayrıca İspanya’nın sömürgeleri Ceuta, Melilla, Katolanya ve Bask bölgelerinde sandığa gitmeyenlerin oranı yüzde 35-40’lara kadar varmaktadır. Bu durum iyimser bir yorumla işçi sınıfı ve ezilen uluslar arasında sisteme karşı derin bir güvensizlik, tepki ve öfkenin yansıması olarak okunabilir.
Geçmiş seçimlerde katılım oranının sürekli düşme eğilimi göstermesi, İspanyol egemen sınıflarını rahatsız etmiş olmalı ki bu seçimde en fazla üzerinde durulan konuların başında seçimlere katılım oranını artırmayı hedeflemek oldu. Özellikle seçimler yoluyla egemenliklerini meşrulaştırmayı hedefleyen sistem, gerek medya yoluyla seçimlere katılım çağrılarını içeren yoğun propaganda faaliyeti yürütmüş gerekse de posta yoluyla seçimlere katılımı artırmak için seçim günü postanelerin çalışma saatlerini artırmıştır. Buna rağmen seçimler son 20 yılın en düşük üçüncü katılım oranına sahip oldu.
Geçen dönem iktidar partisi olan İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ise seçimlerden ikinci parti olarak çıktı. Katalan ve Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele yürüten Katalonya Cumhuriyetçi Solu (ERC) ve Bask Ülkesi Birarada da (EH Bildu) mecliste sandalye kazandığı seçim sonuçlarına göre 350 sandalyeli mecliste alınması gereken 176 sandalyeye yeterli milletvekili sayısını hiçbir parti elde edemedi. Seçim sonuçlarına göre halihazırda bir koalisyon hükümetine ihtiyaç var ancak gerek sağ gerekse de sistem içi sol cephede bu koalisyona sıcak bakılmıyor. Birinci olan Halk Partisi’nin koalisyon yapabileceği tek parti olan ırkçı faşist Vox partisi koalisyona sıcak baksa da iki partinin toplam milletvekili sayısı yine de çoğunluğu sağlamaya yetmiyor. Öte yandan PSOE ise ancak Sumar, ERC ve EH Bildu ile ittifak yapabildiği oranda çoğunluğu sağlayabiliyor. Fakat Katalan bağımsızlıkçı parti ERC bu ittifaka, sadece “Kendi Kaderini Tayin Hakkı koşulu” ve Katalonya’nın bağımsızlığı için mücadele ederken tutsak edilen yurtseverler için genel bir af talebinin yerine getirildiği oranda katılabileceğini, aksi takdirde herhangi bir destek sağlamayacaklarını açıkladı. Seçim sonuçlarının ardından yaşanan gelişmeler herhangi bir partinin hükümet kurmak için gerekli koalisyonu sağlayamayacağı, bu nedenle seçimlerin kasım ya da aralık ayında tekrarlanacağına işaret ediyor.
AVRUPA’DA YÜKSELEN SAĞ
23 Temmuz’da gerçekleşen seçimler, tüm Avrupa genelinde olduğu gibi ırkçı-sağcı bir dalganın yükselme eğilimi gösterdiği, gerçekleşen birçok ülke seçimlerinde sağcı partilerin iktidara geldiği koşullarda gerçekleştirildi. Özellikle önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek olan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde AB ülkeleri içinde şekillendirilmeye çalışılan ve tüm seçim atmosferlerine damgasını vuran ırkçı-şoven politikalar kısmen de olsa İspanya seçimlerinde de etkisini gösterdi. Buna rağmen AB ülkeleri içinde gerçekleşen seçimlerde ırkçı şoven dalganın, sağcı atmosferin elde ettiği kazanımların İspanya’da istenilen düzeyi yakalayamadığını belirtmek gerekmektedir. 2008 yılında büyük bir krizle debelenen, krizle birlikte işsizlik oranında muazzam bir artış gösteren İspanya’da geçtimiz on yıl içerisinde görece düzelme eğilimi gösteren ekonomik kriz etkisini kısmen yitirmişti. Kapitalizmin doğası gereği bu durum geçici de olsa seçim tercihlerinde önceki seçimlere nazaran belirleyici bir faktör olmaktan uzak olmuştur. Bunun belirleyiciliğini elbette sandığa gitmeyen on milyonluk bir oranda görmek mümkün ancak oy kullanan seçmen kitlesinde aynı etkiden bahsetmek 23 Temmuz seçimleri özgülünde pekâlâ mümkün değildir. Tam da bu çerçevede egemen sınıfların oynadıkları koz en büyük dayanakları olan ırkçı-şoven-milliyetçi propagandalar olmuştur. Özellikle Avrupa’ya yoğun mülteci göçünü propaganda malzemesi olarak kullanan Halk Partisi, esas olarak çok uluslu İspanya’da Bask-Katolanya-Galiçya’nın “Kendi Kaderini Tayin Etme” mücadelesini de propaganda malzemesine alet ederek “İspanya’yı Bölecekler” minvalinde milliyetçi-şoven duyguları körüklemeye ve oy toplamaya çalışmıştır. Bunun kısmen de olsa başarılı olduğunu ifade etmek gerekmektedir.
Bunun karşısında ise anti-faşist damarı güçlü ve köklü olan İspanya’da yükselen ırkçı-faşist eğilime ve özellikle faşist Vox partisine karşı PSOE’nin yürüttüğü propaganda faaliyetinde Avrupa’da esen sağ rüzgârın İspanya’da etkisinin zayıf kalmasına yol açtığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Halk Partisi’nin seçim programında LGBTİ+ hakları, kadın hakları ve kürtaj hakkı gibi kazanılmış haklara yönelik yeni düzenlemelerle bu hakların kaldırılacağını belirtmesi de kitlelerin eğilimini etkilemiştir. Milliyetçi ve dini gericiliğe dayanan propaganda kitleleri kuşatmıştır. Tüm sistem partilerinin gericiliği körükleyen ya da onun yönetmede kolaylaştırıcı bir unsura çevrilmesine yol veren bir yaklaşım içine girilmesi söz konusu olmaktadır.
İspanya’da 23 Temmuz seçimlerinden genel olarak belirsizlik çıkmıştır. Halihazırda hükümetin kurulmasının zor olması ve ikinci tur seçimlerinin kasım-aralık aylarında gerçekleşecek olması bir yönetme krizinin habercisi niteliğindedir. Bu krizin ekonomik ayağının da olma olasılığı oldukça güçlüdür. Nihayetinde İspanya henüz 2008 krizinin etkilerini hisseden bir pozisyondadır ve emperyalist-kapitalizmin yükselme eğilimi gösterdiği ekonomik krizden etkilenme potansiyeli de oldukça güçlüdür. Bununla beraber gerek ekonomik gerekse siyasi açıdan yönetememe krizinin yaratacağı etki işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yaşam koşullarını dünden daha fazla zorlayacağı aşikârdır. Seçimden, çeşitli nedenlerle sistemden umudu olmayan, oy kullanmayarak tavrını ortaya koyan ve azımsanmayacak bir kitlenin güçlü varlığı söz konusudur. Maoist Komünist Parti/İspanya genel seçimleri boykot ederek, mücadele ve örgütlenme çağrısında bulundu. Seçimlerin ardından değerlendirmede bulunan Maoist Komünist Parti/İspanya kitlelerin bu güçlü varlığını şöyle vurguluyor: “Bu durum büyük bir potansiyele sahip olunduğunu, devrimcilerin gelişimi için mükemmel bir zemin oluşturduğunu göstermektedir.”
Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı krizler yönetme sorununu da beraberinde getiriyor. Avrupa’da ve birçok yerde yükselen sağ yönetimler krizli yapılarını gölgelemek için baskıcı politikalara geçiş yapmaktadır. Kazanılmış haklara dönük saldırılar, halkın alım gücünün düşmesi ve tırpanlanan birçok hak bu yönetme krizinin bir sonucudur. Geniş halk kitlelerinin örgütsüzlüğü ise sistemi yıkacak asli gücü zayıflatmaktadır. Önümüzdeki süreçte kendiliğinden halk hareketlerinin yaşanması olasıdır. Bu kendiliğinden hareketlerin örgütlü bir güç ile buluşması gerekmektedir.