[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Yaşanan orman yangınları karşısında Tayyip Erdoğan “Tüm vatandaşlarımdan orman teşkilatımızın alarm durumuna geçtiği ağustos ayı boyunca çok dikkatli olmalarını rica ediyorum. ‘Orman Vatandır’ anlayışıyla hep birlikte ormanlarımızı korumaya, geliştirmeye devam edelim” derken, Akbelen’de orman arazisi, Limak’a ait Yeniköy-Kemerköy termik santraline linyit kömürü sağlamak için yağmalanıyordu. Yüzlerce jandarma ormanları korumaya çalışan köylülere ve çevrecilere karşı ağaç kesiminin güvenliği için seferber oluyordu. Orman yangınları karşısında çaresiz kalan ve “vatandaşa” yardım çağrısı yapan devlet mekanizması diğer taraftan tatlı vurgunlar için ormanları jandarma-polis nezaretinde yok etmekten geri durmuyordu.
Kuşkusuz faşist diktatörlük geçmişten bu yana rant için çevreyi, tarihi kalıntıları, kültürel dokuyu, sosyal yapıyı tahrip etmekten asla geri durmadı. Ancak AKP bu rantçı zihniyetin en pervasız icracısı olmayı başardı. Bu açıdan TC tarihine adını “altın harflerle” yazdırmıştır. Ormanlardan derelere, köylülerin yaşam alanından üretim alanına, kültürel miraslardan tarihi kalıntılara kadar tatlı vurgunlar için talan edilmedik tek bir alan bırakmamıştır. AKP ve lideri Tayyip Erdoğan tüm bunları yaparken “çevrecinin daniskası” olarak kendilerini ilan etmiş, köylünün kendilerinin efendisi olduğunu savunmuş, şehir planlamasının en iyisine sahip olduklarını da iddia etmiştir. Yangınlarda “Orman Vatandır” hamaseti yaparken aynı zamanda Akbelen Ormanı’nın talan edilmesi bir AKP rutinidir.
Akbelen Ormanı’nı koruma mücadelesi Tayyip Erdoğan ve AKP’nin bilinen sahtekâr yüzünü ve patron-ağaların çıkarlarının en azılı, gerici temsilcisi olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır. Bu direniş, Yatağan-Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinin 1982’de açılmasından bu yana süreğen bir mücadelenin devam ettirilmesinde son halkadır. Kazanılan hukuki mücadeleler bu süreç boyunca yok sayılarak santral faaliyetine devam etmiş, anayasal kurumların faşizmin sadece bir paravanı olduğu mücadele süreci boyunca adeta gözümüzün içine sokulmuştur. Akbelen direnişi AKP’nin sahtekâr, rantçı ve halka düşman siyasetine karşı bir duruş sergiledi. Ayrıca faşist kliğin muhalif kanadının direnişe yönelik göstermelik ilgisini de deşifre etti. Önce Kılıçdaroğlu’nun direnişçileri ziyaret edip kesim alanlarını es geçmesi protesto edilmiş ve şıpınişi bu protesto “AKP’li provokatörler” denilerek CHP tarafından yaftalanmıştır. Daha sonra Muharrem İnce’nin “demokratik ölçütlere uygun olarak” konuşma sırasını beklemesi istendiği için bu “demokrasi havarisi” tarafından “canınız cehenneme” muamelesi gösterilmiştir. Akbelen direnişçilerinin aldıkları tutum; faşizmi AKP ile özdeşleştiren, CHP ve muhalif faşist kanattan umut bekleyen geniş kesimlerin seçim sonrası eğilim ve ruh halini temsil etmektedir. Seçim çalışmalarında “en iyi, en mükemmel, en ideal demokrat” ve “kurtarıcı” olduğu iddiasıyla halkı sandıklara sürükleyen, adeta halkın mücadele ile hak kazanmasını baltalayan, devletin ve sistemin bekasını her şeyden önde tutan, yalancı hayaller kurduran CHP ve türevi muhaliflerden umudunu kesen, hatta var olan durumda onların payını açığa çıkarmaya çalışan bir tablo oluşmaktadır. Bu sadece seçim yenilgisi sonrası oluşan bir tepki değil kendi çıkarlarıyla uyumsuz bir siyasi çizginin daha fazla bilincinin oluşması sürecidir.
Faşist diktatörlüğün dümeninde oturan, AKP ile özdeşleşen faşist baskılardan kurtulma isteği olan geniş kesimlerin, seçimler sonrası yaşadığı umutsuzluk ve hayal kırıklığı aynı zamanda kendilerini kandıran faşist muhalif kliğe öfke ve tepki olarak yansımaktadır. Bu çeşitli biçimlere bürünen güçlü bir tepkidir. Bir yanı seçim yenilgisinin faturasının liderlikten başlayarak bir değişimi gerektirdiği biçimindeyken bir yanı da seçimlere hapsolmuş, onunla sınırlanmış bir beklenti ve değişim gerçeğini içermediğidir.
Seçimlerde faşist klikler tarafından polarize edilen, ekonomik ve siyasi iyileştirme vaatleriyle sandığa sürüklenen, şovenizm ve dini gericilikle kuşatılan halk yığınları seçim sonrası katlanılamaz bir ekonomik çöküntünün içine sürüklenmiştir. Bu çöküntü içinde adeta yalnızlaştırılmışlardır. Faşist partilerin seçim kampanyaları boyunca onların desteğine duydukları ihtiyacın ortadan kalkmasıyla verilen oylar vergi, zam, sosyal çöküntü, kör şiddet sarmalı, daha fazla adaletsizlik olarak geri dönmüştür. Çöken ekonomik sistemin faturası, seçim öncesi “liyakatsiz” kadrolar tarafından kesilirken seçim sonrası oldukça “liyakatli” kadrolar tarafından daha ağır şekilde kesilmesiyle yüz yüze kalmışlardır. Faşist kliklerin sistemin halk düşmanı yüzünü gizlemek için sürdürdüğü “liyakatli, liyakatsiz” tartışmasının bir anlamı ve karşılığı olmadığı ortaya çıkmıştır. Maliye Bakanlığından Merkez Bankası bürokrasisine, Borsa İstanbul’dan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuna kadar yapılan “liyakatli” atamaların tüm görev ve sorumluluğunun batık ekonominin tüm faturasını halka kesmeye kilitlediği anlaşılmıştır. Ekonomik ve siyasi kriz içinde debelenen faşist diktatörlük aynı zamanda toplumu da bir sosyal çöküntü içine sürüklemektedir.
Çürümüş ve kokuşmuş yarı feodal toplumsal yapı yoğun ekonomik ve siyasi kriz ortamındadır. Toplumun bu kokuşmuşluk karşısında örgütsüz ve çaresizliği ortaya çıkan çelişkilerin çözümünde de kendi ürününü ortaya çıkarmaktadır. Gerici feodal kalıntılarla kuşatılmış, sistemin derin adaletsiz yapısı ile adeta bilinci iğdiş edilmiş, gelir dağılımındaki korkunç uçurumlarla öfke ve kinle dolmuş, faşizmin eğitim-din-şovenizm-medya vs. ideolojik araçlarıyla üzerinde hegemonya kurarak biçimlenmiş gerçekliği ortaya çıkan çelişkilere müdahale etme biçiminde de yansımasını bulmaktadır. Her çelişkide kör bir şiddetle çözümü arama eğilimi esas olarak kitlelere yön vermektedir. Kimi zaman bir borçta, kimi zaman bir trafik tartışmasında, kimi zaman bir ters bakışta, kimi zaman bir ahlak gerekçesinde, kimi zaman bir miras kavgasında, kimi zaman bir ekonomik anlaşmazlıkta ortaya çıkan çelişkilerde kendi gücüne dayalı, kendi çözüm araçlarını içeren şiddet bir rutin olmaktadır. Katliama varan düzeyde bir boyuta doğru tırmanan eğilim güçlenmektedir. Çürümüş yarı feodal yapının bilinçli, örgütlü ve siyasal programa dayanan başından sonuna hayata geçecek siyasal şiddetle yıkılma zorunluluğu bu sosyal-çöküntü ve kör şiddetin hiç kuşkusuz panzehridir.
Geniş kitleler, emperyalizme bağımlı bu sistemin yarattığı başka çöküntüler içinde sürüklenmektedir. Bağımlı ekonomik ve siyasi yapı bir yönetme biçimi olarak şovenizm ve ulusal gururu köpürtürken diğer taraftan emperyalist mali sermayeyle, siyasi örgütlenmelerle yaptıkları küçük düşürücü, boyun eğen, aşağılayıcı anlaşmalarla kültürel çürüme ve siyasi köleleşme zincirine mahkûm edilmektedir. Adi bir şovenist histeri ile doldurulmuş kitleler, peşinden sürüklendiği egemen sınıfların gerçekliği ile oluşan çelişki karşısında parçalanmış ve çökmüş bir “ulusal gurur” kuyusuna düşmektedir.
AKP liderliğinde faşist diktatörlük çürümüşlüğünü toplumun tüm hücrelerine bilinçli, örgütlü ve tüm devlet aygıtlarını kullanarak sirayet ettirmeye ve süreci bu şekilde yönetmeye çalışmaktadır. Bu çürümüşlük faşizmin tüm siyasi özneleri için geçerlidir.
Süregelen ve hiç kuşkusuz süregidecek olan ekonomik, siyasi, sosyal kriz faşizmin yeni diye sunduğu, çözüm diye ürettiği politikalarla gelişme ve düzelme içine girmeyecektir. Bu çürümüşlüğü hiçbir yeni politika ortadan kaldırmadığı gibi daha fazla kökleştirecektir. İlerici, demokratik kesimlerin bu durumda egemen sınıflarla çatışması zorunlu bir eğilim olarak derinleşecektir. Halkın farklı katmalarında hoşnutsuzluk ve öfke derinleşecektir. Başta işçi sınıfı olmak üzere devrimci sınıfların hak arayışı, politik mücadelesi bu gidişat içinde keskin bir hal alacaktır. Egemen sınıfların yönetmeye dair sorunları büyüdükçe halk kitlelerinin eskisi gibi yönetilmek istemediği zemin güçlenecektir. Seçimlerde ortaya çıkan sonuçla birlikte kendisini iyileştirmelere ve çelişkilerin sistem içinde bir kliği tercih ederek teskin edilmesine dayandıran her türlü reformist, düzeniçi, anayasalcı, tasfiyeci yaklaşımın yenilgi ruh halini reddetmeliyiz. Kitlelerin seçimlerdeki tercihiyle bir yenilgi ruh halini yaşadığı değil örgütsüzlüğünün devam etmesi ve egemenlerin bundaki başarısı yenilgi ruh halinin kaynağıdır. Komünistlerin değiştirmesi ve yıkması gerektiği durum budur. Doğru temelde bir ele alış, doğru temelde bir bilinç oluşturmayı ve doğru bir politika ve kitle çizgisi izlemeyi getirir. Çürüme kokusunu benliğimizde hissederek ve bilincimize kazıyarak bu sistemin yıkılması gerekliliğini ve kitlelerin onu yıkmaya istekli olduğunu ancak kavrayabiliriz. Daha azı ile asla bunu başarmak, anlamak, hissetmek olanaklı değildir.