“Yığınların kendiliğinden kabarışı, ne kadar büyük ve hareket de ne kadar yaygın olursa, sosyal-demokrasinin teorik, siyasal ve örgütsel çalışması için daha yüksek bir bilinç göstermesi gereği de o ölçüde artar.” (Ne Yapmalı, S:57)
Gezi Direnişi’nin 7. yılını devletin, topyekün saldırı dalgası eşliğinde karşılıyoruz. Ülke içerisinde en ufak kıpırdanmayı zor aygıtları ile bastıran, gözaltı, tutuklama terörüyle ezilen ve sömürülen halkı, devrimcileri, yurtseverleri teslim alma politikası güdülmektedir. Bu faşist saldırı dalgası içinde, milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü, binlerce insanın gözaltına alınıp tutuklandığı ve Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Mehmet İstif ve Hasan Ferit Gedik‘in katledildiği Gezi Direnişi’nin 7. yılındayız.
On milyonların sokağa döküldüğü bu direnişte, Ali İsmail Korkmaz tekmelerle, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Ethem Sarısülük polis kurşunuyla, gaz bombalarıyla, Medeni Yıldırım jandarma kurşunuyla, Mehmet İstif polisin yüzüne sıktığı gaz bombasıyla, Hasan Ferit Gedik, ve Mehmet Ayvalıtaş faşist çeteler tarafından katledildi.
Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı koyan çevrecilere yönelik azgın polis saldırısı, kitleler nezdinde birikmiş öfkenin fitilini ateşledi, yığınlar korku duvarını aştı, alanlar hesap soranların öfkesiyle doldu. Adeta bir çığ gibi gelişen direniş, faşist diktatörlüğün kentlerin meydanlarına kurduğu yasakları fiili olarak işlevsiz kıldı. Başta Taksim olmak üzere işçi ve emekçilerin mücadelesinin bir ifadesi olarak algıladığı meydanlardaki engeller tuzla buz oldu. Birkaç gün içinde milyonlar, en kitlesel eylemlere imza attı. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarında ifadesini bulan gerçek, faşist TC devletine duyulan öfkenin bir izdüşümüydü aslında.
Direniş, Taksim Meydanı’nda imar izni olmadan inşa edilmek istenen Topçu Kışlası için Gezi Parkı’nda başlayan çalışmayı protesto etmek isteyenlerle başlamış ve gün gün ülke geneline yayılmıştı. Aylara yayılan direnişin başlangıç günlerini hafızamızı tazelemesi açısından şu şekilde aktarabiliriz:
27 Mayıs: Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesi için belediye ekiplerince yapılan çalışmalar saat 23.00 sularında başladı. Çok sayıda meslek odası ve dernekten oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de bulunduğu kişiler, iş makinelerini durdurarak ağaçların sökülmesini engelledi. Bu amaçla gece boyunca nöbet tutuldu.
28 Mayıs: Sosyal medya aracılığıyla durumdan haberdar olan birçok kişi, ağaçların sökülmesini ve parkın yıkımını engellemek için sabah saatlerinde parka geldi. İlerleyen saatlerde polis yıkıma engel olmak isteyen kişilere saldırdı ve ardından bazı ağaçlar iş makineleriyle söküldü. Akşam saatlerinde nöbet tutanlar kalabalıklaştı ve nöbet, kurulan çadırlarda gece boyunca devam etti.
29 Mayıs: Yıkım çalışmaları yeniden başlayınca pek çok insan iş makinelerinin önüne geçerek yıkım çalışmalarını tekrar engelledi ve nöbet tutuldu.
30 Mayıs: Polis, parkta kurulan çadırlarda kalanlara sabahın çok erken saatlerinde saldırdı. Polisin yoğun saldırısı kısa sürede parka daha fazla kişinin gelmesine neden oldu.
31 Mayıs: Cuma sabahının ilk saatlerinde çevik kuvvet eylemcilere şiddetli bir şekilde saldırdı. Gün boyu devam eden polis saldırısı nedeniyle üç kişi gözünü kaybetti; onlarca kişi yaralandı. Bu bilgilerin hiçbiri akşam saatlerine kadar burjuva basın yayın organlarında yer almadı. Devletten Topçu Kışlası Projesi’nin ne olursa olsun durdurulmayacağı yönünde açıklamalar geldi. Sosyal medyada yayılan bu açıklamanın ardından barışçıl eylemlerinin karşısında yoğun şiddete maruz kalan halk sokaklara döküldü. Eylemler ülke geneline yayıldı, binlerce kişi gözaltına alındı, yüzlerce kişi tutuklandı ve yüzlerce kişi polis saldırılarında yaralandı.
Gezi Parkı’nda bulunan ağaçların kesilmemesi için başlayan direniş, kitlelerin sorunlarıyla, açlık, yoksulluk, yaşam alanlarına ve yaşamına müdahale vb. gibi etmenlerle birleşince, geniş bir yelpazeye ulaştı. Kendiliğinden başlayan ve milyonlara ulaşan bu kitle hareketi ülke tarihinin en geniş ve en uzun erimli direnişine dönüştü. Gezi Direnişi bizlere, devrimcilere birçok tecrübe kazandırdığı gibi, kendiliğinden kitle hareketlerinin nasıl bir noktaya evrileceğini de gösterdi. Komünist öncüden, önderlikten yoksun bu direniş, devletin “terörize” etme çabaları, gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla adeta “bastırıldı.”
İçinden geçtiğimiz süreç kitlelerin devletin gerek ekonomik gerekse de siyasi saldırılarına karşı öfkesini mayaladığı bir süreci ifade etmektedir. Mevcut ekonomik ve siyasi krize eklenen pandemi süreci krizleri derinleştirmiş ve faturanın halka ödetilmesi için her türlü adım atılmaktadır. İşsizliğin ve açlığın telaffuz edilen rakamların çok ötesinde olduğunu düşündüğümüzde, halkın kendisine kesilen faturayı ödeyecek durumunun olmadığını da çok net görmüş oluruz. İşsizliğin yarattığı borç yüküyle yaşama tutunanların umudunu kaybettiği noktada kurtuluş için başvurduğu intiharlar, çaresizliğin ve çözümsüzlüğün sonucu yaşanmaktadır. Bu bireysel “kurtuluş”ların halkın kitlesel kurtuluşunu mayaladığı yine başka bir gerçektir.
Yine Lenin yoldaşın dediği gibi: “Hangi kıvılcımın -ekonomik ve politik dünya krizinin etkisiyle bütün ülkelerde uçuşan yığınla kıvılcımdan hangisinin- yangını başlatacağını, yani kitleleri özellikle sarsacağını bilmiyoruz ve bilemeyiz, ve bu nedenle yeni komünist ilkelerimizle, en eski, en küflü, en iflah olmaz görünen alanları ‘işlemek’ için buralara gitmekle yükümlüyüz, çünkü aksi taktirde bu görevin üşesinden gelemeyiz, çok yönlü olamayız, ne (toplumsal yaşamın bütün alanlarını burjuva tarzda örgütleyen, şimdi ise dağıtmış bulunan) burjuvazi üzerinde zafere, ne de zaferden sonra tüm yaşamı komünist tarzda yeniden örgütlemeye hazırlıklı olabiliriz.” (Lenin, Seçme Eserler, İnter Yay. Cilt 10, s. 159-160)
Önümüzdeki süreç nereden, nasıl olacağı şimdilik bilinmeyen, çapı henüz kestirilemeyecek patlamalara gebe. Dünya da yoksulların başlattığı açlık isyanlarının yayılma zemini dünden daha fazla ve daha güçlü bir ihtimal. Temel mesele komünistlerin bu döneme ve önümüzdeki döneme hazırlığıdır. Kararlı, iddialı, cüretli ve atılgan bir duruş ve kavrayışla, yönelimimizi kavramak, ilerletmek ve güçlendirmek için, zamanın ruhuna teslim olmayarak, geleceği yaratmanın ruhuyla kavgaya atılalım.
Bir Yeni Demokrasi Okuru
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Mayıs 2020 tarihli 62. sayısından alınmıştır.