Diyalektik tarihsel materyalizmin öğrencileri, halkın ileri doğru atılmış her devrimci eyleminin, her ilerici öğretinin savunucularının ve uygulayıcılarının zulme uğramış olduğunu, ağır baskıya maruz kaldığını ve hiç kuşkusuz kara propagandayla yanlış anlatılmaya çalışıldığını bilirler. Kobanê Serhildanı ve onun amaçları da bu gerici cendereden geçmiştir.
6-8 Ekim 2014’de Türkiye ve T. Kürdistanı’nın bir çok şehrinde başta Kürt halkı olmak üzere, devrimci-demokrat ve ilerici bir çok kesim Kobanê için üç günlük tarihe geçen bir “serhildan” direnişi gerçekleştirdi. Bu büyük serhildan egemen sınıfların vahşi katliamlarıyla karşılandığı gibi daha sonrasında, her türlü aşağılama, zulüm ve kara propaganda faaliyetlerinin argümanı olmuştur. Kobanê Serhildanı deyim yerindeyse bir psikolojik savaşın kuşatması altına alınmış, onun devrimci dinamiği berhava edilmek için her türlü yol ve yöntem denenmiştir.
Kobanê 2014 yaz aylarında bölgede “fırtına gibi esen” IŞİD gericiliğinin büyük kuşatması altına alınmıştır. Aylarca direnen Kobanê Kantonu, Türk devletinin de desteğiyle IŞİD tarafından düşürülmesi gereken bir sembol haline hızla gelmiştir. Zira Türk egemen sınıflarının Suriye’de 2011’den itibaren iki temel yönelimi vardı. Birincisi; Suriye rejimi yerine Sünni mezhebe dayalı bir yönetim oluşmasını sağlamak. En kötü olasılıkla Suriye’de Sünni inanç üzerinden siyasallaşan kesimleri devlete ortak edecek bir sonuç çıkarmak üzerine planlar yapılmıştır. Bu bağlamda Ortadoğu’da etki alanını genişletmek ve bölgesel ölçekli bir güç olarak emperyalistlerin vazgeçemeyeceği bir konum alma hesapları yapılmıştır. İkincisi; Rojava’da oluşacak kazanımların her yönüyle zayıflatılması. Ya Türk devletinin “himayesine” sokularak politik bir bağımlılık ya da tümüyle yok edilmesi. Rojava politikası bu erekler doğrultusunda şekillendi. Yer yer uzlaşma, barış ve ikna araçları ile kendine bağımlı kılma, yer yer de dolaylı ve dolaysız şiddet ve savaşla yok etme. Ancak her durumda Kürt politikası tıpkı iç politikada olduğu gibi kölelik, ezilen, bağımlı ulus olma koşullarının bir şekilde devam etmesi şeklinde idi. Elbette bir de dört parçadaki Kürtlerin uluslaşmasının yarattığı farklılığın ortak bir ruh, eylem ve siyasi programa kavuşmamasını sağlamaktı.
Türk devletinin, Suriye ve Rojava politikasındaki bu amaç sürecin başından bu yana söz konusudur. Kürt meselesine yaklaşımı zaten faşist diktatörlüğün kuruluşundan itibaren, inkarcı, asimilasyoncu ve ne pahasına olursa olsun dört parça Kürdistan’ın her hangi bir parçasında bir ulusal kazanımın olmaması yönlüdür. Faşizmin Kürt meselesinde bu “varoluşsal” yaklaşımı, barış ya da savaş, “çözüm” politikası ya da katliamcı politik yönelimin hiçbir aşamasında değişmemiştir. Temel yönelimi Kürtlerin kazanım elde etmemesi şeklindedir. Konjonktüre, bölgesel gelişmelere ya da yönetme sorununa paralel olarak bu amacı gerçekleştirmek için her yöntemi, yolu ve taktiği izlemiştir.
KOBANÊ SERHİLDANI: KAÇINILMAZ BİR KALKIŞMA
“Barış süreci”nin ve “uzlaşma süreci”nin, halkımızın deyimiyle en “civcivli” ve hareketli, Demirtaş’ın Nisan 2018’de mahkemedeki savunmasındaki deyimiyle “hem Kandil’de hem Ankara’da hem İmralı’da, üç ayak üzerinden PKK’nin silahsızlandırılması çözüm sürecinin başarıya ulaşması” döneminde Kobanê Serhildanı patlamıştır. Kürt Ulusal Hareketi, 2013 Newrozunda Abdullah Öcalan’ın bizzat beyanıyla gerilla güçlerini geri çekme kararı almış, devletle çok yönlü ve en üst düzeyde görüşmeler ivme kazanarak ilerlemeye başlamıştır. Bu süreç, aynı zamanda Rojava politikasının da masada olduğu, faşizmin Kürtleri, Suriye politikasına eklemlemeye çalıştığı, bunun mücadelesini sürdürdüğü bir süreç olarak işlemiştir. Hem içerde hem de dışarda faşizm için bu süreç “havuç-sopa”, müzakere-savaş ikiliği içinde şekillenmiştir. Bir yandan müzakereler yapılıp, Kürtler sürekli “vaat”lerle oyalanırken diğer yandan masada elini güçlendirecek her türlü zor ve şiddet, psikolojik savaş yöntemi devreye sokulmuştur. Bu eksende Rojava’da şiddet aracı olarak ise IŞİD başta olmak üzere cihadist gruplar Kürtleri terbiye etmek amacıyla seferber edilmiştir.
Faşist diktatörlüğün bu ikiyüzlü ve hiç kuşkusuz ezen ulus egemenliğinden “taviz vermemeyi” ve temel ilke olarak bunu belirlediği bir yönlendirici ve yönetici tutumu çıkarlarıyla uyumludur. Asıl tartışılması gereken ise faşizmin bu siyasal ve sınıfsal çıkarlarına karşı ezilenler cephesinde ve özellikle Kürt Ulusal Hareketi cephesinde alınan tutumdur.
Kobanê Serhildanı artık Kobanê’nin tam anlamıyla kuşatmaya alındığı, imha edilmeye çalışıldığı, Türk devletinin de bu kuşatma ve imhaya desteğini bir türlü geri çekmediği, politik belirleyenlerin netleştiği koşullarda gerçekleşti. Selahattin Demirtaş’ın Nisan 2018’de mahkemede yaptığı savunmadan anlıyoruz ki uzun bir süre devlet ile Kürt hareketinin çok yönlü bileşenleri, bu konuyu da içeren bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir. Bu görüşmeler süresince faşist diktatörlüğün izlediği yöntem, bu kuşatma vesilesiyle masada elini güçlendirmek, Kürtleri kendi istediği siyasal çizgiye angaje etmek, taviz koparmak ve bunun karşılığında da “Çözüm Süreci” boyunca olduğu gibi “bol kepçe vaatte bulunmak” olmuştur. Son kertede ise Ahmet Davutoğlu, Demirtaş ile yapılan görüşmede “Aldınız mı boyunuzun ölçüsünü? Bizsiz ne yapabilirmişsiniz? İşte böyle bize muhtaç olursunuz. Ortadoğu’da bizsiz yaprak kımıldamaz. Kürtler bizsiz hareket ederse, başlarına bu gelir. Hadi bakalım şimdi ne yapıyorsunuz” diyerek, Kürt meselesindeki, Rojava ve Kobanê’deki gerçek tavırlarını ortaya koymuştur. Bu durum komünistler için şaşırtıcı değildir, ancak Demirtaş için yakın zamanda görüşmelerde verilen vaatler ve yaklaşımla kıyaslanınca “şok” edicidir.
Kobanê için zaten süren dayanışma eylemleri, 6 Ekim itibariyle güçlü bir kitle hareketine dönüşmüştür. 7 Ekim’de ise süren barışçıl eylemlere karşı faşist diktatörlük ve onun sivil-kontra örgütlenmeleri harekete geçmiştir. Muş’un Varto ilçesinde Hakan Baksur adlı yurtsever, polis kurşunuyla katledilir. Aynı gün Tayyip Erdoğan, Kobanê için, “ha düştü düşecek” mealinde provakatif konuşmasını yapar. Öfke ve kızgınlıkla dolup taşan Kürt halkı sokağa daha güçlü çıkar ve serhildan hareketi tırmanır. İşte bu saatten sonra tam anlamıyla bir devlet kıyımı ve katliamı yaşanır. Devlet, polisi, jandarması, sivil faşist güçleri ve Hizbullah gibi kontra örgütleriyle kitlelere saldırmaya başlar. 40 yurtsever vahşi biçimde katledilirken, saldırılara karşı kendini koruyan halk 11 gerici-faşisti cezalandırır. Tam üç gün süren bu görkemli serhildan, direnişin ve zorun “oyun bozan” yapısını bir kez daha ispat eder.
ZOR OYUNU BOZARKEN, FAŞİZMİN ÖRGÜTLEDİĞİ OSMANLI OYUNLARI
Kobanê Serhildanı sonrası ortaya çıkan belli başlı noktalar ise şunlar olmuştur:
Birincisi; Faşist diktatörlüğün Rojava politikası, oyalama ve hileye dayalı “barış” ve “uzlaşma” ile “çözüm” üretme yaklaşımı gerçek kodlarını açığa çıkarmıştır. Rojava’da Cihadistlerle Kürtlerin terbiye edilmeye çalışıldığı, kazanımlarına karşı bir saldırganlık içinde olduğu net bir şekilde anlaşılmıştır. Çözüm ve uzlaşma denen politikanın ise “zaman kazanmak”, “oyalamak” ve masa başı siyasetiyle Kürtlerin devrimci dinamiğini bozmak ve atıl hale getirmek olduğu görülmüştür.
İkincisi; Kobanê kuşatması bu serhildandan sonra yarılmış, henüz topyekûn saldırı koşullarına hazır olmayan faşist diktatörlük Kobanê kuşatmasını sıkılaştırma politikasında geri adım atmıştır. Bu serhildan, Rojava ve Kobanê direnişine güçlü bir destek yaratmış buradaki direnişlere moral-motivasyon katmıştır. Bunun yanında farklı parçalarda uluslaşan Kürtlerin ruh ve eylem birliğini, ulusal birlik ruhunu pekiştiren bir eylemsel kazanım olarak tarih sayfalarına özel bir şekilde kaydedilmiştir.
Üçüncüsü; Bu serhildan sonrası Kobanê’nin düşme derecesine gelmesine göz yuman, güya IŞİD düşmanı olan ABD emperyalizmi harekete geçmiş ve direnişe hava kuvvetleriyle destek vermeye başlamıştır. Emperyalizmin son kerteye kadar ölü taklidi yapması da son anda Kürt direnişçilerine havadan destek güç sağlaması da kuşkusuz bölgeye yerleşme politikası ve büyük hesaplarının bir parçasıdır. Bu temelde Kürt hareketini bu hesaplarının bir parçası haline getirmek ve “kendisi müdahil olmadan” hiçbir gücün bölgede kendi oyununu kuramayacağına dair bir mesaj içerdiği açıktır. Bu bağlamda Kobanê’ye sunulan ABD desteğinin, haklı olan Kürt ulusunun mücadelesine destek olmadığı açıktır. Bir yandan Kürtleri kendine yedekleme gibi stratejik bir hedef varken, diğer yandan Rojava’ya fiilen yerleşme gibi taktik hesaplar söz konusudur. Ancak dikkat çekilmesi gereken bir yön vardır ki burada, önemlidir. ABD’nin hava kuvvetlerini harekete geçirmesine paralel olarak Türk egemen sınıfları da Kobanê kuşatmasını esnetmiştir. Burada ABD emperyalizmi ile Kürt hareketinin kurduğu taktik ilişkiye konumuzun dışında olduğu için etraflıca değinmeyeceğiz. Ancak bu ilişkinin Kobanê’ye sunulan ABD desteği sonrası derinleştiği, Rakka operasyonuyla riskli bir karakter kazanmaya meyyal hale geldiğini belirterek kapatalım. Bir stratejik bağımlılık ya da iş birliği tespiti yapmak hatalı olacağı gibi, bu ilişkiye göz kapatmak ve tümüyle masumlaştırmakta bir o kadar hatalı olacaktır.
Dördüncüsü; Kobanê Serhildanı özellikle faşist diktatörlüğün daha fazla saldırganlaşması için tüm koşulları oluşturma fırsatı da yaratmıştır. Bunun üzerinden HDP güçlü bir psikolojik savaşla tam bir kuşatmaya alınmış, “çözüm süreci”nin sabote olacağı yönlü propaganda dizginsiz bir hal almıştır. Bu yönüyle faşizmin çok değil 9 ay sonra başlatacağı “çökertme” politikasının hayata geçmesinde, egemenler için güçlü bir basamak olmuştur. Kobanê Serhildanı’na karşı faşizmin aldığı tutum ve daha sonraki süreçte bunun üzerinden yürüttüğü psikolojik savaş ve yaratmaya çalıştığı politik iklim “Perşembeyi haber veren Çarşamba” gibi olmuştur.
Burada üzerinde durulması gereken noktalardan birisi Kobanê Serhildanı’nın, TC ile “çözüm süreci”nin yürütülmesi pahasına nasıl bir “kurban olarak” seçildiği meselesidir. Kobanê Serhildanı süreci içinde Demirtaş’ın ifadelerine bakacak olursak “şiddet ve kalkışmayı durdurmak için”, HDP ile dönemin hükümet yetkilileri birlikte oldukça sıkı bir çalışma yapmıştır. Bunun da yetmediği noktada Abdullah Öcalan’dan “umar” beklenmiş ve nihayet 9 Ekim tarihinde bizzat Selahattin Demirtaş önderliğinde HDP ve HDK eş başkanları, söylenen onca sözde ve yapılan bir dizi belirlemede esası ve özü “eylemlerin sürece zarar verdiği” yönlü bir açıklama yapmıştır.
Bu açıklama sonrası ise faşist diktatörlük bir yandan “çözüm sürecini” ilerletecek daha ciddi adımlar atarken diğer yandan Kobanê Serhildanı üzerinden kirli, mide bulandırıcı bir psikolojik savaşı olabildiğince tırmandırmıştır. Egemen sınıflar, “Dolmabahçe Mutabakatı”, yoğunlaştırılmış İmralı görüşmeleri, “barışa ve çözüme bir adım kaldı” dedirtecek ciddi adımlar atarken, HDP’ye her türlü şiddetten uzak durma, halkın devrimci eylemlerini engelleme, meclis içinde her türlü çözümün mümkün olacağı “öğütleri” eşliğinde, çok yönlü ideolojik-politik kuşatmayı sıkılaştırmış ve bunlar olmadığı takdirde “çözüm süreci”nin sonlanacağı tehdidi savrulmuştur. Bu iklimde Selahattin Demirtaş Kobanê eylemlerine çağrı yaparken şiddet eylemlerinin olacağını ön görmediklerini ve bu yüzden sürece özeleştirel yaklaştıklarını kamuoyuna açık beyanlarla yapmıştır.
“ÇÖZÜM SÜRECİ”NİN SELAMETİ İÇİN KOBANÊ SERHİLDANI’NIN KUŞATILMASINA GÖZ YUMMAK
Özellikle barış ve müzakere ile ivmelenen süreç boyunca Kobanê Serhildanı egemenlerin sürekli hedefinde olmuştur. Yasin Börü sembol haline getirilmiş, 40 yurtseverin katledilmesi yok sayılmıştır. Bu saldırılara karşı ise özellikle HDP cephesinde, bu kuşatmanın amaç ve hedefi tam anlaşılmadığı, “çözüm süreci”nin büyülü ortamında Kobanê Serhildanı güçlü şekilde savunulmadığı ve sahiplenilmediği gibi, devrimci şiddet içermesi de yarı örtülü ya da açık bir şekilde yadsınmıştır. Genelde de “barışçıl” eylem ve duruşun kutsanmasını getiren bir siyaset izlenmiştir. Bu politik iklimi faşist diktatörlük bilinçli ve sistemli bir şekilde yaratırken, Kobanê Serhildanı üzerinden “barışçıl” eylemlerin kutsanmasının Kobanê Serhildanı’nın “devrimci şiddeti içeren” yanının kaçınılmaz olarak yadsınması anlamına geldiği belirtilmelidir.
Kitleler bu süreçte parlamentarizme, anayasalcı çözüme, şiddetin zararlarına dair güçlü bir şekilde ikna edilmeye çalışılmıştır. HDP’nin bu ikna sürecinde kolaylaştırıcı etkisi bugünden daha net görülmektedir. Parlamentarizme yaslanan reformist anlayış, iktidar ve devrim isteminin siyasal özünü ihtiyaç olarak görmemenin, gerçeğe hakim olamamaktan beslenen, pasifizm, barışçıllık ile devrim olacağı hurafesinin taşıyıcı öznesi olmuştur. Faşizm gerçekliğine, onun politik amaçlarına hakim olmama durumu özelde Kobanê Serhildanı’nın, faşizmin Kürt meselesinde iç ve dış politikasındaki amaçlarını ortaya seren gerçekliğine sadece gözlerini kapamasını sağlamıştır. Gerici egemen sınıfların tekeline aldığı şiddet olgusu dışında gelişen devrimci şiddete karşı her zaman; tek yanlı, bağnaz, aklını kendi doğruluğuyla bozmuş, halka karşı zalim, aşağılık ve onun suçlu olduğuna inanan bir tanrı gibi davranmasına karşı, açık, net ve berrak bir tutum alınmamıştır.
“İsa’ya zincirli Prometheus, karanlıkların akbabaların avı kalmaya mahkumdur. Zincirlerinden kurtulmuş Prometheus ise geceyi ve onun dehşetini yok edecektir.” (Emma Goldman)
Kobanê zincirlerinden kurtulma hamlesidir. Kobanê Serhildanı kendi devrimci şiddet eylemine parça parça yabancılaştırılmaya, bunun zararlarına ikna edilmeye çalışılmıştır. Kobanê Serhildanı, akbabalar için bir av olarak görülmüştür. Onun kendine yabancılaştırılma hamlesi ise bir zincir işlevi görmüştür.
Özellikle kısa bir dönem için yaratılan barışçıl iklimin, Kürt ulusal kimliğinin kazanımlarına dair gelişmeleri içerip içermediği, faşizmin siyasal ve sınıfsal çıkarlarının özünün ve amaçlarının ne olduğunun görülmediği çok açıktır. Barış ikliminden memnun olan liberal burjuva anlayışlar, ne pahasına olursa olsun bunun sürmesi gerektiğini HDP’ye de sızarak propaganda etmiştir. Bu anlamda, Kürt ulusunun özgür siyasal eylemini köstekleyen faktörlerden birisi de liberal kesimlerden beklenen saygınlığın körleştiren ideolojik etkisidir. Bu durum bugün hala sürmektedir. Ve daha olumsuz olan ise bu körleştirici etkinin ötesine taşmış, bu anlayış adeta bir vampir gibi Kürt hareketinin, demokratik ve devrimci hareketin sırtına binerek onları kendine benzetme de belli bir başarı kazanmıştır.
Kobanê Serhildanı’nın 4. yıl dönümünde şunu net olarak söyleyebiliriz: Faşist diktatörlüğün topyekûn saldırıya geçtiği, Kürt ulusuna dört başı mamur bir savaş başlattığı sürecin en güçlü psikolojik, toplumsal ve siyasal hamlesini Kobanê Serhildanı sonrası yarattığı iklimle başlatmıştır. Bu kalkışma “çözüm süreci”nde faşizm için bir kırılmaya değil, yakalanan fırsatın amaç ve hedefleri doğrultusunda kullanılmasını sağlamıştır. Buna karşı gerçeğe kör olan yaklaşımlar söz konusudur. Hala da bu körlük devam etmektedir.
Kobanê Serhildanı, ihtişamlı bir devrimci eylemdir. Öfke ve kinle dolmuş kitlelerin, yaratıcı ve cesareti kuşanmış net ve pürüzsüz hamlesidir. Devrimci kitle eylemlerinin, görmek isteyen için gerçeği tüm çıplaklığıyla açığa çıkaracağının, bir turnusol olacağının örneğidir Kobanê Serhildanı. Bugün yaprağın kımıldamadığı, güvensizliğin had safhada olduğu koşullarda, “özlenen böylesi” serhildanlara tek başına övgü dizmek değil, onun gücü ve kudretinden kimin nasıl faydalandığı, nasıl bir politik sonuç yarattığını irdelemek ve tarihsel rolünü tanımlamak aslolandır.