Cumhuriyetin ilk yıllarında; 4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu kararı ile başlayan “Dersim İsyanı’nı Bastırma Operasyonu”nda on binlerce Dersimli katledilmiş, on binlercesi toprağından, kültüründen ve inancından koparılarak “zorunlu iskan” politikalarına tabi tutulmuştur. Bütün faşist ve gerici iktidarlar gibi, faşist TC devleti de tereddütsüz bir şekilde on binlerce insanı kurşuna dizmiş ve süngüden geçirmiştir. Böylece Türkiye olarak ilan edilen coğrafyanın, T. Kürdistanı’nın tüm bölgelerinde yaşanan soykırımlardan, katliamlardan Dersim de nasibini almıştır. Türk-Sünni anlayışına uymayan, itaat etmeyen ya da ileride itaat etmeme “potansiyeli” taşıyan çeşitli ulus, milliyet ve inançlara mensup kitleler, faşist Kemalist diktatörlüğün zulmüne uğramaktan kurtulamamıştır.
1937’de uçaklardan atılan bildirilerde yazan “Cumhuriyet hükümeti, sizi şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde, bunu anlamayanlar çoktur ki ona hürmetsizlik ediyor, veyahut içinizde bazıları şahsi menfaatleri için sizi kurban vermek istiyor” cümleleri bizlere yabancı gelmemektedir. Dün saldırılarda vücut bulan “şefkat ve merhamet” bugün de “güvenlik ve huzur” sıfatlarına bürünmektedir. “Güvenlik ve huzur” adı altında Dersim’in her köşe başına kontrol noktaları dikilmiş, Dersim coğrafyasının birçok noktası “özel güvenlik bölgesi” ilan edilmiş ve sivillere yasaklanmıştır.
Dersim İsyanı’nın önderi Seyit Rıza da 5 Eylül 1937’de faşist TC devletine esir düşmüş ve 5 Kasım 1937’de içinde oğlunun da olduğu 7 kişi ile birlikte Elazığ Buğday Meydanı’nda “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” sözlerinin ardından idam edilmiştir. Dersim denilince Seyit Rıza, Seyit Rıza denilince Dersim’in akla gelmesinin nedeni de budur; zulme boyun eğmemek. Bugünden geçmişe bakarsak, faşist devlet açısından hiçbir şeyin değişmediğini görebiliyoruz. İşbirlikçi-ajan ağını olabildiğince genişletmeye çalışan, dağları, ormanları bombalayan, Dersim’in kimliğini, inancını yok sayarak, ırkçı-faşist duyguları empoze eden, her tepeye bir karakol diken, Dersim’i adeta bir karakol haline getiren bir devlet gerçekliğiyle karşı karşıyayız.
DERSİM CEMEVİ’NE ZİYARET KERVANI
Dersim halkı ve Dersim coğrafyası yüz yıllardır her iktidarın hedefi olmuş, her dönem baskı, zor ya da asimilasyon politikaları ile “değiştirilmeye, dönüştürülmeye, ehlileştirilmeye” çalışılmıştır. ‘38 İsyanı’nın ardından Dersim’e yönelik, 90’larda köy boşaltmalarla, köy yakmalarla farklı biçimlerde vuku bulan saldırılar bugüne değin sürmektedir. “Çözüm Süreci”nin ardından çatışmaların en yoğun yaşandığı bölgelerin başında gelen Dersim, her dönem olduğu gibi içinden geçtiğimiz süreçte de devletin “özel ilgisi”ne mazhar olmuştur.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkarılan KHK’ler ile Dersim Belediyesi gasp edilmiş ve Tunceli Valisi, belediye başkanlığına kayyum olarak atanmıştır. Dersim Belediyesi’nin gasp edilmesiyle birlikte, Valilik tarafından festivaller yasaklanmış, “alternatif festivaller” örgütlenmiş, Dersim’in kültürü, inancı ve doğası yok edilmeye çalışılmıştır. Karakollardan ve havadan yapılan bombardımanlar ile ormanlar yakılmış, yangınları söndürmeye gidenler Valilik engeli ile karşılaşmış, Valilik tarafından “provakatör” ilan edilmişlerdir.
Devletin bu saldırıları hız kesmeden Valilik eliyle sürdürülmektedir. Dersim’in inancına yönelik saldırılar da boyutlanmış, valilik tarafından “çalıştay”lar adı altında, Aleviliğin İslam’ın bir parçası olduğuna yönelik paneller düzenlenmiş ve “birlik, beraberlik” çağrıları yapılmıştır.
Son olarak da Vali ve Diyanet İşleri Başkanı’ndan oluşan heyet Dersim Cemevi yönetiminin yoğun ilgisi eşliğinde cemevini ziyaret etmiştir. Alevileri ve Alevi inancını yok sayma politikalarında, Alevilere yönelik hakaretlerde başı çeken Diyanet İşleri Başkanlığı, Dersim Cemevi’ni ziyaret ederek “birlik ve beraberlik” çağrısında bulunmuştur. Dersim Cemevi’ni ziyaret etme kervanına faşist İyi Parti’nin milletvekilleri de katılmış, bu koroya eşlik etmişlerdir.
Diyanet İşleri Başkanı, Alevilerin on yıllardır haykırdığı “zorunlu din derslerine hayır”, “cemevlerine yasal statü” gibi talepleri görmezden gelip, “birlik ve beraberlik” vurgusu yapmaktan geri durmamıştır. Dersim’in her karış toprağını, kutsal saydığı mekanlarını yağmaya ve talana açan, bombalayan devlet, cemevi ziyaretleriyle Dersim halkının kültürünü ve inancını özünden koparmaya, Sünni-İslam inancına yedeklemeye çalışmaktadır. Devlet tüm imkanları ve araçları ile Dersim’i kuşatmaya almış, bir yandan baskı ve zor ile sindirmeye çalışırken bir yandan da sürdürdüğü asimilasyon politikalarına hız kazandırmıştır.
Yüzlerce yıldır inancı ve ibadet yerleri yok sayılan, yağmalanan ve bombalanan Dersim halkı, talepleri, inançları ve kültürleri etrafında kenetlenmeye devam edecektir. Dersim’in kültürünü, inancını ve doğasını yok etmeye dönük bu saldırılar, daha fazla sahiplenme ve daha fazla örgütlenme ile boşa çıkarılacaktır.