Ezilen azametli halk kitlelerinin egemenlere karşı yürüttüğü kurtuluş mücadelesi boyunca, tarih nice kahramanlıklara, nice katliamlara tanık oldu. Nicemiz zalimin zavallılığıyla tutuşturduğu ateşlerde diri diri yandı, sehpalarda ölümü kucakladı, bedenine saplanan kurşunlarla bir tarih oldu bizlere. Baş eğmezliğin, kurtuluşun, onurun tarihi… İngiliz sömürgeciliğine karşı Fransız halkının yurtseverlik simgesi haline gelen, Fransız feodallerinin sinsi entrikalarıyla katledilen Jeanne d’Arc gibi bizim de diri diri yakılanlarımız oldu. “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderilidir” anlayışıyla toprakları istila edilen Kızılderililer’in yaşadığı dört yüz yıllık katliam trajedisinin başlangıcını anlatan şu sözler bugün hiç de yabancı değildir bize; “Büyük adam çorbası için yeşillik yetiştirmek üzere, yalnızca bir boğa derisinin kaplayacağı kadar küçük, küçücük bir toprak parçası istedi geriye ise yakılan çadırlar, yükselen dumanlar, yüzyıllar süren katliam ve sürgünler kaldı.” Siyonist İsrail askerleri, diri diri yaktı Filistin halkını, tıpkı Hitler’in Yahudileri yaktığı gibi. Biz adına Türkiye denilen coğrafyada da yabancısı değiliz katliamların, halka reva görülen acıların, yaşatılan zulümlerin… Bir halkın kültürünün, umudunun yakılmaya çalışıldığı Sivas katliamı da bunlardan sadece biridir, ne ilk ne de son olan… Tıpkı Dersim’de üzerine bombalar yağdırılarak zorla köylerinden göç ettirilen Kürtler gibi, 12 Eylül AFC’sinde sokak ortasında, işkencehanelerde katledilen yüzlerce devrimci gibi, Maraş’ta, Çorum’da yok etme, sindirme ve imha etme politikaları doğrultusunda katledilen emekçi halkımız gibi, Kızıldere gibi, Roboski gibi… 2 Temmuz 1993’de karanlığın temsilcileri insanlık tarihinin unutamayacağı, günler öncesinden belli olan bir katliam yaptılar Sivas’ta.
Tarih 2 Temmuz 1993. Hava sıcak mı sıcak, hava bunaltıcı. Yazın kavurucu güneşli günlerinden bir gün. 2 Temmuz’da daha da sıcak hava. Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkıyor. Saldırganlar, saldırıya geçmek için koşulların yeterince olgunlaştığı kanaatine varıyorlar. Sivas başka bir ruha bürünüyor. Sokaklar, kahveler, meydanlar ve parklar gözlerinde “kıyam” sancısını taşıyan ve sakallarını suratlarında bir yağlı ilmek sabırsızlığıyla sıvazlayan, karanlık çağların, peygambere kölelik döneminden çıkıp da gelmiş yüzlerle doluyor. Ve 2 Temmuz Cuma günü saat 13:30’da değişik camilerden akın akın gelen saldırganlar ellerinde sopalarla kültür merkezine saldırıyor, kültür merkezinin camlarını, kapılarını yerle bir ediyorlar. Gözlerini kan bürümüş saldırganlar dişlerini gıcırdatarak parçalayacak insan arıyor. Yeni katılımlarla sayısı 15 bine yaklaşan kitle şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak etkinlik konuklarının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneliyor. Otel önündeki araçları ateşe veriyorlar önce. Sonra insanlık yanmaya başlıyor Madımak’ta. Otelde bulunanlar telefonla Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürü ve diğer yetkilileri arayarak önlem alınmasını istiyor. Başbakan, İç İşleri Bakanı ve milletvekillerini arıyorlar. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğultay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istiyor. Ulaşılan her yetkili, “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır”, “Olaya hakimiz” yanıtını veriyor. Hiç kuşkusuz ki olaya hakimdiler bu yüzden 35 can, 35 yürek katledildi Sivas’ın orta yerinde. Sivas’ta eli sopalı, taşlı, zincirli 15 bini aşkın saldırgan, insan avındaydı o gün. Korkunç durum, Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” diyor, ilgilileri uyarıyordu. Demirel’in halktan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı. Başbakan Tansu Çiller ise “Çok şükür, otel dışındaki halkımız zarar görmemiştir” diyebiliyordu. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise otele yapılan saldırıyı, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur gösteriyordu. Önceden hazırlanan, devlet eliyle gerçekleştirilen bu katliamda ateşlerin dili konuşuyordu Sivas’ta. Kimilerine göre ateş, temizliği, temizlenmeyi ifade eder. Ama o gün ateş, alevler yok etmeyi, kirlenmeyi, çürümeyi, faşizmi, faşizmin kan emici yüzünü yansıtmaktaydı. ‘80 öncesi Amerikan 6. Filosu’nu kıble kabul edip namaza duranlar “Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyor” diye 35 canı hiç acımadan katletti Sivas’ta. Sivas’ta yaşanan ne Alevi-Sünni çatışması ne de sağ-sol kavgasıydı. Bu devlet eliyle organize edilen bir katliamdı. Ne zaman ki devrimci-demokrat hareket iktidarı sallamaya başlarsa ya da bir halk uyanış bayrağını açarsa egemenler tarafından hep aynı komplolar düzenlenmiş ve aynı provokasyon ortamları oluşturulmuştur
1840,1860,1870,1890,1914-1915, 1917 tarihlerinde Kürtlerle Ermeniler; Müslüman Kürtlerle, Yezidi Kürtler defalarca birbirine karşı kışkırtılmış, ve halklar birbirini kırmıştır. 1920’de Koçgiri Halk Hareketi döneminde Kürtler Lazlara kırdırılmış, Ege bölgesinde Rumlara karşı Türkler kışkırtılmıştır. 1925’de Şeyh Sait İsyanı’nda, 1930 Ağrı ve Zilan isyanlarında, 1938 Dersim İsyanı’nda Alevilerle Sünniler birbirine kırdırılmıştır. İnsanlık ayıbı Sivas Katliamı’yla son bulmamış, günümüze dek devlet eliyle devrimciler, ilericiler, emekçiler ve ezilen ulus ve milliyetler onlarca kez katliamdan geçirilmiştir.
Katliamların sorumlusu devlet, mazlum halkın adaletinden kurtulamayacak, döktüğü kanların hesabını bir gün mutlaka verecektir. Nitekim Sivas katliamcılarını taşıyan hapishane ring aracının Proletarya Partisi’ne bağlı Halk Ordusu gerillalarının saldırısına uğraması bu hesap soruculuktandır. Ancak asıl hesap, bu piyonları yaratan ve yaşatan bu kirli düzenin kaldırılmasıyla sorulacaktır.
Bir Yeni Demokrasi Okuru