24 Nisan 1915 bir ulusun soykırıma uğratılma tarihidir. Bu tarih, uygarlığın, kültürün, maddi ve manevi zenginliklerin toprak altına gömülmesi, küller içinde kaybedilmesi, hafızalardan silinip, unutturulmak istenmesinin acı tarihidir. Bu tarih, yıkım ve ayağa dikilmenin, acıları bilince çıkarmanın, anıları sınıf kinine dönüştürmenin de tarihidir, ölüm ve yaşamın sentezidir. 24 Nisan insanlık tarihinde, bir ulusun zorba egemenler, zulümkarlar tarafından yok edilme, kıyıma ve jenoside uğratılma tarihidir. Bu tarih aynı zamanda burjuva-feodal sınıflara karşı mücadele ve özgürleşme manifestosunun yazıldığı tarihtir de. Türkiye devrim ve insanlık tarihinin karanlık ve aydınlık sayfasına düşülen iki ayrı unutulmaz nottur, 24 Nisan.
TARİHSEL VE SOSYAL HER OLAY VE OLGUYA BAKIŞ BİR SINIF VE BİLİNÇ SORUNUDUR
Her sınıf kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda tarihe ve toplumsal olaylara, olgulara bir anlam yükler. Ermeni Soykırımı meselesinin, batılı emperyalistler tarafından dönem dönem gündeme getirilmesi, gerçeğin ortaya çıkarılıp suçluların yargılanması amacı taşımadığı bir gerçektir. Ermeni Soykırımı meselesi batılı emperyalistlerin elinde tamamen Türk hakim sınıflarına karşı kullanmak, baskı yapmak daha fazla ödün koparmak, imtiyaz elde etmek için bir politik koz haline gelmiştir. Ne zaman ki çıkarlarını pekiştirmek, geliştirmek ve güvence altına alarak daha fazlasını elde etmek istemişlerse bu meseleyi gündeme getirmiş, tartıştırmışlardır. Türk hakim sınıfları ise böyle bir gerçeğin hiç yaşanmadığını, hatta tam tersine Türklerin Ermeniler tarafından katliamlara uğratıldığını iddia edecek kadar tarihi olguları ters yüz etmektedir. Türk hakim sınıflarının Kürt sorununa yaklaşımı neyse, Ermeni Soykırımı meselesine yaklaşımı da aynısıdır. Dünya kamuoyu tarafından çok fazla sıkıştırılınca da sorunun araştırılması ve incelenmesi için tarihçilere, BM komisyonlarına havale etmeyi önermiştir. “Ermeni, Kürt, Yunan” sorunu, hangi süreçte ne zaman ve nasıl gündeme gelirse gelsin Türk hakim sınıflarının ve düzen partilerinin vazgeçilmez ve değişmez bir politik bakış açısı, tutum ve tavrıyla karşılaşılır. Bu ortak tavır gerici Türk şovenizmidir. İnkar ve imha üzerine kurulu olan kıyıcılık, inkar ve red üzerine kurulu olan şovenizm, yalan ve yok sayma üzerine kurulu olan saldırı ve çarpıtma politikaları TC egemenlerinin en belirgin ve tehlikeli refleksleridir. Türk egemen politikacılarının burjuva sağdan, sola kadar bütün politik partilerinin, asla değişmeyen temel tezleri ve savunuları faşist/şoven bir milliyetçilikten beslenir. Kürt, Ermeni ve Yunan sorunları hep bu temelde ele alınır, işlenir. Bundandır ki, Türk egemen ideolojisi Ermeni kelimesini bir küfür olarak kullanır.
YOK EDİLEMEYEN GERÇEKLER
Ermeniler, 20. yüzyılın başlarında insanlık tarihinin tanık olduğu kitlesel bir soykırıma uğradılar. 1915 yılında Alman emperyalizminin sınıfsal-dönemsel ve bölgesel çıkarları uğruna Osmanlı savaş hükümeti tarafından “tehcir kararnamesi” (zorla göç ettirme) ile Ermeni halkı binlerce yıllık tarihi topraklarından zorbalık ve vahşetle kopartıldı, büyük bir bölümü katledildi, sağ kalanlar da dünyanın dört bir yanına sürgün edildi. Bu sıradan toplu bir sürgün, yer değiştirme olayı değildi. Bu “tehcir” uygulaması bir milyonu aşkın bir halkın planlı ve sistematik bir şekilde imhası ve azgın bir soykırıma uğratılmasıdır. El konulan sadece maddi zenginlik değildi, bundan daha büyük yıkım ve imha uygarlık ve kültürel imhadır.
24 NİSAN: KANLI ŞAFAK
24 Nisan şafağında Ermenilerin önde gelenlerine yönelik ilk tutuklamalara başlandı. 29 Nisan’a kadar devam eden saldırılarda 800’den fazla yazar, gazeteci, düşünür, doktor, öğretmen, sanatkar, ruhani dini liderler tutuklandı. Politikayla uğraşanlar Ayaş’a diğerleri Çankırı ve Çorum’a sürüldü. 24 Nisan günü Ermeni halkı yetiştirdiği en değerli evlatlarını kaybetmeye başladı. “Bağımsız Ermenistan kurma ve anarşistlik” iddialarıyla Hınçakyan Partisi’nden 20 Partizan ölüme mahkum edilerek, 15 Haziran 1915’de Beyazıt meydanında asılırlar. Onlardan Mateos Sarkisyan son nefesinde şöyle haykırıyordu: Siz bizim ancak vücudumuzu öldürebilirsiniz, ama fikirlerimizi asla! O yarı doğu ufuğunda belirecek. Ermeniler sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaklar. İdam sehpalarının kurulduğu yerde özgürlük dolaşmakta, ölülerin yattığı yerde diriliş yakınlaşmaktadır.”
Tehcir uygulamasında, kafileler halindeki sürgün grupları varacağı yeri belli olmayan güzergahlarda arkalarında toprağın derinliğine gömülü kan çizgileri oluşturarak ilerlediler. İlerleyen her sürgün kafilesi geride sadece ölülerini bırakmadı, yarattıkları üç bin yıllık uygarlığı, tarihi mirası ve yaratılan zenginliklerinin izlerini de bıraktılar. Ermeni ulusal hareketinin öncülüğünü yapan Ermeni devrimci Taşnak Partisi yanlış bir taktikle İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidarında kendi planlarını gerçekleştirebilecekleri düşüncesiyle onlarla işbirliğine girişti. İttihatçıların amacı sultanın despotik, zorba rejimi yerine, kısmi bazı reformlar yaparak iktidara gelmekti. Bunun için sultana karşı durumdaki gayrı-müslimlerin politik örgütleriyle anlaştılar. Taşnaklar özellikle 1909’daki Adana katliamından sonra ittihatçılar olan güvenlerini yitirmelerine karşın onlarla işbirliğini devam ettiler. Gelişen Ermeni ulusal burjuvazinin politik temsilcisi olan Taşnak Partisi umudunu Avrupa diplomasisine ve Osmanlılar üzerinde baskı yapmasına bağlamıştı. Bu parti hiçbir zaman anti-emperyalist, anti-kapitalist bir parti olamadı. Ermenistan’ın özerkliği ile sınırlı tuttuğu politikasında bağımsızlık düşüncesi yer almadı. İttihat ve Terakki Partisi’nin “Tehcir Kararnamesine” yani zorla göç ettirme kıyımına karşı Ermeni halkını doğru bir direniş politikasıyla örgütleyebilecek ilerici ve devrimci bir önderliğin olmaması bu soykırımın kolay gerçekleşmesine neden olmuştur. Van, Muş, Sason, Zeytun, Musa Dağı gibi yerlerde gösterilen direnişlerin önderliğini politik sosyal devrimci partiler değil, küçük direniş çeteleri önderlik etmiştir. Direniş hareketleri tamamen kendiliğinden hareketler olmuştur. Birbirinden kopuk küçük direniş çeteleri arasında koordine ve işbirliği kopukluğunun olması, gelişen direniş hareketi arasında dayanışma ve desteğin büyümesini zayıflatmış ve yetersiz kılmıştır. Sürgünde ölmeyip de sağ kurtulanlar, dünyanın dört bir yanına yayılarak, Ermeni diasporasını oluşturdular. Tarihi topraklarında yurtlarında yarattıkları zenginlikleri, sürgün gittikleri yerlerde de yeşerttiler. Kendi ülkesinden çok sürgünde çoğunlukta yaşayan ilk ulus olma “hakkını” elde ettiler. Bugün adına Ermenistan denilen topraklarda üç milyon Ermeni yaşarken yurt dışında yedi milyon Ermeni yaşamaktadır.
Ermeni soykırımı yaşanmış bir gerçekliktir. Hiçbir tarihi “belge” yaşanmış bu toplumsal olguyu örtbas edemez, çarpıtıp, yalan haline getiremez. Yaşanan acı gerçeğin yasası ve hükmü kağıt parçasıyla adına “belge” denilen sahtekarlıkla örtülemez. Nasıl ki toprağın ve külün gücü jenosidi örtbas etmeye yok saymaya yetmediyse aynı zamanda düzmece sahte kağıt parçaları da bu gerçekliği yok edemez ve yaşanmamış gibi manipüle edemez. Hangi işkenceci, hangi zulümkar yaptığı barbarlığı “belge”ler? Hangi egemen zorba sınıf yaptığı katliam ve kıyımı kabul eder? Ermeni jenosidi de sadece belgelerle açıklanamaz. Oysa onlarca yazışma, talimat ve emirler göstermektedir ki Ermeniler “tehcir” zorla sürgüne yollanmış ve sürgün boyunca başlarına gelmeyen kalmamıştır. Türk devleti “belgelenen” bir gerçeği kabul politikası ve tarzı bellidir. Tarihin gelmiş geçmiş ünlü diktatörlerinin, işkenceci zorbaların hangisi yaptığı zulmü ve işkenceyi kabul etmiştir?
“Gerçeği bilmeyen kişi aklı ermeyen zavallı bir cahildir ama gerçeği bilip de ona yalan diyen kişi düpedüz katildir.” (Bertolt Brecht)
Ermeni jenosidi toplumsal bir olgudur. Yaşanmış unutulmaz acı gerçekliktir. Milyonlarca insanın belleğine ve anılarına; kültür ve tarihine yerleşmiş toplumsal bir ağıttır. Bugün Ermeni müziğinin bu kadar acı ve derin olması hüzün ve kederli olmasının müziğin siyaha, yasa bürünmesinin jenositten başka bir nedeni olamaz. Anılar yaralı ve acılıdır. Halen yaşlı Ermeni kadınları siyah yas elbisesini giyer, yıllarca üzerlerinden çıkarmadıkları siyah rengi adeta onun acısının rengi olur. Katliam ve kıyım ağıtları, geri toprağa anayurduna dönüş türküleri Ermeni halkını en fazla derinden etkileyen türkü ve ağıtlardır. Hâlen bir gün ortaya çıkacak diye, bir ses bir haber verecek diye umutla sabırsızlıkla bekleyen acılı yürekler vardır. Halep’te, Tahran’da, Yerevan’da, Moskova’da, Marsilya’da, Kaliforniya’da dünyanın dört bir yanında radyolara, Ermenice basılan gazetelere kayıp ilanları verilirdi. Yaşadıkları yurtlarından zorla kopartılan bir ulus mülteci bir ulus haline getirildi. Böylesine somut ve gerçek olan tarihsel bir süreci evrak araştırması ve “belge” tartışmasına çevirmek isteyen TC devleti, sıkıştığı alanda diplomasi atağına geçmektedir.
Kapitalist-emperyalist sistemin varlığı, yoksulluğun ve cehalettin varlığı olmuştur/olacaktır. Onun varlığı yıkım ve kıyımların da varlığıdır. Ezilen sınıfların başına bela olan sermayenin egemen olduğu iktidarların gücü, her gün insan emeğini ve insanlığı yutmaktadır. Salgın hastalık, savaş, talan, dizginsiz sömürü, sefalet, nükleer tehlikeler, çaresizlik, sosyal yıkım, açlık, kitlesel işsizlikler bunların hepsi sermaye egemenliğinin dolaysız sonuçlarından başka bir şey değildir.