Askeri darbelere aşina olan ülkemizde 15 Temmuz 2016 akşamı saat 21.30’da darbe girişimi gerçekleşti. Bu girişimin arka yüzünü, nedenlerini, gösterilmek isteneni değil, perde arkasını bundan kimin yararlandığını, kimin çıkarına olduğunu iyi görmek gerekir.
Uzunca süredir dillendirilen, hazırlıkları yapılan, Büyük Orta Doğu Projesinin baş mimarı Amerikan emperyalizminin, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme isteğine; Avrupalı emperyalistler de pastadan paylarını kapmak için destek vermişlerdir. Bu projenin bir ihtiyacı olarak “Ilımlı İslam”ın yelkenleri güçlü bir rüzgarla şişirilmiş, Erdoğan ve ekibi Erbakan’ın partisinden istifa edip, AKP’yi kurmuşlardır.
TAYYİP VE ORTAKLARININ YÜKSELİŞİ VE DÖNEMİN REORGANİZASYONU
2001/2002 yıllarında muhalif yığınlara sorunlarının çözüleceği, ülkeye demokrasi getirileceği, “barış görüşmeleri”yle “Kürt Sorunu”nun ortadan kalkacağı, yalan propagandası AKP tarafından boca edilmiştir. Faşist Türk devletinin fabrika ayarlarının; bunun söylemle, sandıkla gelmesinin önünde en büyük engel olduğu unutulmuş, faşist Türk devletinin kendini yeniden, reorganize ederek, daha güçlü kılma çabası görülememiştir.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ihtiyacı olarak “Ilımlı İslam“ belirlemeleriyle, AKP ve Gülen cemaati devlet mekanizması içinde zaten var olan güçlerini daha da geliştirmeye başlamıştır. Aynı genlere sahip iki kardeş; geleneksel Kemalist kliği, bir önceki döneme ait ve sürece yanıt vermeyen bürokratik kesimleri ve önlerinde engel gördüklerini önemli ölçüde geriletmişlerdir. Bu ittifak ikisini de güçlendirmiş, ekonomik olarak da hatırı sayılır bir sermayeye ulaşmışlardır. Daha sonra; dalaş başladığında; Erdoğan, kardeşine sitem ederek “Ne istedin de vermedik“ serzenişinde bulunmuştur.
Irak işgaline desteği içeren 1 Mart 2003 tezkeresinin onaylanmaması ile oluşan güvensizlik, 2006’da İsrail’in Lübnan işgali, Esat’la istenilen düzeyde uyumlu bir sürecin inşa edilememesi, Hamas lideri Meşal’in ziyaretiyle boyutlanmış, Erdoğan’la yürünüp yürünmeyeceği ABD içinde tartışılmaya başlanmıştır. Güven tazeleme süreci de bu dönemde gündeme yeniden gelmiştir. Bölge gücü olma hesapları “Yeni Osmanlıcılık” tezlerini ortaya çıkarmış, iç politikada ve dış politikada atılan adımlarla Türk Devleti bir yeniden organizasyon süreci yaşamıştır. Ancak “Arap baharı” ve devamında Suriye’de bu sürecin tam bir tıkanmaya dönüşmesiyle Türk egemen sınıflarının yeni şekillenişi bir krize doğru evirilmiştir. Bu süreci Gezi gibi büyük toplumsal kalkışmalar derinleştirmiş, Egemen sınıfların yönetici kliği içindeki çatlaklar had safhaya ulaşmış ve tam bir saflaşmaya doğru evirilmiştir.
KARDEŞLİK HUKUKUNDAN DÜŞMANLIK HUKUKUNA GEÇİŞ
Saflaşmanın, krizin ve yönetme sorunu haline gelen sürecin devamı 15 Temmuz 2016 akşamı bir darbe girişimi ile zirveye ulaşmıştır. Ankara ve İstanbul’da patlamalar ve uçakların alçaktan uçuşuna, Boğaz Köprüsü’ne askerlerin çıkışına anlam verilmeye çalışılırken, Başbakan Binali Yıldırım NTV kanalına telefonla bağlanarak TSK içerisinde bir grubun “kalkışma” halinde olduğu, askeri darbe girişiminde bulunduğunu söyledi.
Darbeciler ise “Yurtta Sulh Konseyi” imzalı bildiriyi TRT de okuttu. Kameraların karşısına çıkıp boy göstermeyi seven hemen hemen her konuda söylev çekmeyi alışkanlık haline getiren Erdoğan 9 Temmuz’dan 15 Temmuz’a kadar ortalıkta görünmedi. Gece yarısı uçakla İstanbul Atatürk Havaalanı’na inen Erdoğan,darbeden kısa bir süre önce haberi olduğunun itirafı olan şu iki açıklama da bulunmuştur. Biri; “bugün bildiğiniz gibi öğleden sonra bir hareketlilik ne yazık ki silahlı kuvvetlerimiz içinde mevcuttu.” Diğeri; “Bu hareket Allah’ın bize büyük bir lütfudur.” Tedbirlerini belli oranda almışlardı ve olası girişime karşı istedikleri politik iklimi hesaplamışlardı. AKP dayandığı kitle desteğini de arkasına alarak farklı siyasal anlayışların birbirine mahkum olduğu ve artık hamle yapmaktan başka şansları kalmadığı darbe saldırısını bertaraf etmiş ve karşı saldırıya geçmiştir.
Osmanlı’nın devamcıları olduklarını böbürlenerek anlatan Erdoğan Osmanlı’nın geleneği olan “taht için kardeşin kardeşi boğazladığı” mirası sahiplenmiştir. Evet, 15 Temmuz 2016 akşamı “kardeş” ler/klikler arası mücadele bir üst aşamaya evirilmiş, nerdeyse tüm toplum kesimlerinin nefretini ve öfkesini kazanan, AKP hükümeti boyunca tüm kötülüklerin baş sorumlusu olarak bir derin devlet algısı ile vitrinde arzu endam ettirilen Gülencilere fatura kesilmiş “Allah’ın lütfu” lehe kullanılmaya başlanılmıştır. Burada özellikle faşist olduğundan şüphe duyulmaması gereken Gülencilere bir süreç boyunca giydirilen gömleğe dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü AKP eliyle Türk hakim sınıflarının Kürt meselesinde, ezilen sınıflara yönelik tüm faşist saldırıları bu kesime bir dönem boyunca mal edildi. Böylece hem Türk devleti hem de Tayyip-AKP kliği bu şekilde masum ve daha “demokratik” algılatıldı. Bu noktada liberal-burjuva kesimlerin hatırı sayılır bir katkısı söz konusu olmuştur. Bugün de tüm sorunların kaynağı benzer bir yöntemle Tayyip ve onun kişiliğine odaklanarak yapılmaktadır. Bu durum sorunlara sınıfsal pencereden bakmayan, görünenle ilgilenen, Türk devlet yapısını doğru çözümlemeyen yaklaşımların sonucudur. Ki Gülenciler tasfiye edildiğinde Türk devletinin saldırılarında, faşist karakterinde, uygulamalarında, Kürt düşmanlığında, halka yönelik suçlarında bir azalma olmadığı ve ihtiyaç doğrultusunda daha fazla bunun arttığı net bir şekilde görülmüştür.
HALA AÇIKLANMAYI BEKLEYEN BELİRSİZLİKLER Mİ? BELLİ OLAN SONUÇLARI MI?
Darbe girişimi ile ilgili Kemal Kılıçdaroğlu; televizyonların genel yayın yönetmenlerine yaptığı açıklamada AKP içinde Bylockçu milletvekillerinin bulunduğunu söyleyerek “siz bu listeleri saklıyorsunuz insanın aklına 15 Temmuz’un kontrollü bir darbe olduğu akla geliyor” demişti. Ve devamında “9.30’da darbe mi olur? diye sordum ben kendilerine. Onlarda önceden deşifre oldular ifadelerini kullandılar. Demek ki bu onların önceden, darbeden haberleri olduğu anlamına geliyor. Ayrıca FETÖ’cülerin ifadeleri de kontrollü darbe olduğu kanısını güçlendiriyor” demiştir.
Kılıçdaroğlu; kem küm etmiş ama sınıf çıkarları gereği gerçekleri kamuoyuna açıklayamamıştır. Süleyman Demirel’in bir dönem sarf ettiği; “Hepimiz aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız” sözüne Kılıçdaroğlu susarak sınıfına uygun davranmıştır. Ülkemizdeki burjuva-feodal kliklerinin hepsi aynı gemideler. Çıkarları, menfaatleri ortaktır.
O akşam askeri darbe yapmaya girişenler başarısızlığa mahkumdu, Tayyip ve kliği tarafından bu girişime itelendi. Ortaya çıkan güç dengeleri ve genel tabloda Erdoğan ve kliği bir taşla iki kuş vurmayı başardı. Hem iktidar ortağını bire kadar kırma fırsatı bulmuş, hem iktidar gücünü pekiştirecek politik zemin oluşmuş, hem de esasta çeşitli milliyetten Türkiye halkına karşı darbe yapmıştır.
“FETÖcülerin üzerine gidiyoruz” yalanlarıyla, OHAL ilan edilmiş, KHK’lerle yönetilmeye başlanılmıştır. Emekçiler işlerinden edilmiş, sosyal medya paylaşımları bahanesiyle bile insanlar zindanlara doldurulmuştur. Erdoğan darbesinin esas hedeflerinden birisi emekçiler ve Kürt ulusu olmuştur. Başta T. Kürdistanı olmak üzere asker-polis yığınağı yapmış, her fırsatta sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, Efrin işgal edilmiş, Menbiç’e yönelik tehditlerini arttırmış, “Kandile gireceğim” naraları atarak, tüm güçleriyle Kürt ulusunun kazanımlarını yok etmeye yönelmiştir. Kürt ulusunun legal siyasetteki tüm kazanımları gasp edilmiş, demokratik hak kırıntıları bir çırpıda faşizm tarafından yok edilmiştir.
DARBEYE KARŞI DARBE, “KAZANAN” FAŞİST DİKTATÖRLÜK
RTE ve kliği; Türk egemen sınıflarının çıkarları doğrultusunda, halkımıza karşı darbe yapmıştır. OHAL ilanıyla saldırıya geçmiş, Nisan 2017’de MHP ile birlikte Anayasa değişikliği ile bu saldırı konseptinin ilk aşamasını gerçekleştirmiş, diğer aşaması ise 24 Haziran 2018’de gerçekleştirilen baskın seçimle tamamlamıştır. “Erdoğan’ı sandığa gömeceğiz” sloganlarıyla halkı sandığa taşıyanlar, Erdoğan’a ve darbesine meşruluk kazandırmışlardır. %86’nın üstünde seçime katılım olmuştur. Devrimci dostlarımız ve ulusal hareket süreci iyi okumayarak halk yığınlarını, yanlış bir taktikle sandığa yöneltmişlerdir.
Erdoğan kliğinin darbesi seçim sonucuyla tamamlanmış oldu. Faşist Türk devleti yılanın deri değiştirmesi gibi kendini yeniden yapılandırdı. Bizce niteliğinde, özünde bir değişim yaşanmamıştır. Dün de katliamcı faşist bir devleti bugünde öyledir. Sadece yılan gibi gömlek değiştirmiştir. Faşist Türk devletinin kanlı eli, halkımızın cebinde, sofrasında ve boğazındadır. Yaşamı cendereye alınarak ülkemiz açık bir zindana dönüştürülmüş durumdadır. Tencerede sıkışan buhar, kabını zorlayacaktır. Halkımızın haklı öfkesini doğru kanallara yönlendirmek, onlara kurtuluşlarını göstermek kavratmak, onları örgütlemek bizlerin görevidir. Ekonomik krizin derinleşerek süreceği, çelişkilerin yoğunlaşacağı, mücadelenin boyutlanacağı, devrimci dalganın yükseleceği bir süreci yaşayacağız. Buna göre konumlanmak, örgütlülüklerimizi pekiştirmek aslolandır.
Bir Yeni Demokrasi okuru