4 Nisan Pazar günü 104 emekli amiral “Montrö Sözleşmesi’nin tartışma konusu yapılmasına, masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği” yönlü bir bildiri yayınladı. Benzer çağrılar emekli büyükelçiler ve eski milletvekilleri tarafından da yayınlandı. Kanal İstanbul Projesi ile Montrö Boğazlar Sözleşmesine paralel olarak uzun zamandır tartışma konusudur. 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesi Karadeniz bağlamında savaş gemilerinin geçişine yönelik şartların düzenlenmesini içermektedir. Bir bütün olarak Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını bağlamaktadır. Bu bağlamda tek başına Kanal İstanbul ile Montrö sözleşmesinin aşılması olanaklı değildir. Ancak Kanal İstanbul projesine paralel olarak Montrö Sözleşmesi tartışması Türk egemen sınıflarının bilerek gündeme getirdiği bir konudur. Rusya ile ABD ve AB emperyalistleri arasındaki çelişkilerin keskinleşmesinden ve büyümesinden bağımsız değildir.
Montrö Sözleşmesi’ne dair tartışma, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un “Bu sözleşmenin feshedilmesini meclis isterse gerçekleştirebilir” açıklamasından sonra gündeme oturdu. Tayyip Erdoğan daha sonrasında “şu aşamada, bu sözleşmeden daha iyisi önümüze gelmediği sürece, bu sözleşmeden çıkmak olanaklı değildir” açıklamasını yaptı. Ancak nihayetinde özellikle Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerin boyutlandığı, Ukrayna ve Kırım’da gerginliğin arttığı bir süreçte Montrö Sözleşmesinin isminin geçmesi dahi tartışmaları körüklemeye yetmektedir. Ancak bu tartışma yenide değildir. Mustafa Şentop’un açıklamalarından daha net ve kekin açıklamalar 2019 yılında bizzat Tayyip Erdoğan tarafından “gerekirse Montrö Sözleşmesi’nden çıkabiliriz” şeklinde ifade edilmiştir. Bu tartışmanın özellikle Türk Devleti açısından ABD ile ilişkilerde bir pazarlık konusu olarak kullanılan özellikleri söz konusudur.
2019’da Tayyip Erdoğan’ın Montrö Sözleşmesi için “gerekirse çıkılır” ifadeleri sonrası bugün ortaya çıkan gerginlik ve tartışmalar söz konusu olmamıştır. Ancak Montrö Sözleşmesinin Türk egemen sınıfları açısından bir gündem ve sorunsal olduğu, emperyalistler arası çelişkilerin büyümesine paralel olarak bu tartışmanın gündeme daha fazla geleceği bir gerçektir. Bu meselenin bugün darbe çağrışımı tartışmasıyla birlikte köpürtülmesinin aynı zamanda Türk egemen sınıf klikleri arasındaki çelişkinin büyümesiyle de doğrudan ilişkisi vardır.
104 emekli deniz subayının (Amiral) ortak imzaladığı bildiri Türk hakim sınıf klikleri arasındaki çatışmanın bir yansıması olarak şekillenmiştir. Türk askeri bürokrasisinde emekli ya da görev başındaki amiral ve generallerin devlet içindeki etkileri büyük öneme sahiptir. Emekli generaller ordu üzerinde etkisini sürdüren, ordunun siyasi şekillenişinde ve özellikle TC ordusu içinde asla eksik olmayan cunta faaliyetlerinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Bugün de bu etkinin ve ilişki ağının sürdüğü, ordu içindeki cunta faaliyetleride (ordu içinde askeri darbe hesabı yapan örgütlenme, anlayış veya anlayışlar) dahil yöneliminde bir güce ve etkiye emekli subaylarının tesiri olduğu açıktır. 104 amiralin konu ettikleri mesele, bildiriyi yayınladıkları saat (gece saat 01.00), emperyalistler arası ve Türk faşist klikleri arasındaki çelişkinin büyüdüğü koşullarda şekillenmiş ve yayınlanmıştır. Bu anlamda bir tesadüf, sadece “milli” bir duyarlılık, fikir ve düşence ifade etme meselesi gibi ele almak olanaklı değildir. Bu bağlamda egemen klikler arasındaki çatışmanın ve uzantısı olarak faşist ordu içindeki rahatsızlığın ve huzursuzluğun, çelişki ve sorunların dışa vurumu niteliğindedir.
Ancak bu açıklama üzerinden AKP-MHP faşist bloğunun bir askeri darbe algısı yaratarak bu açıklamaya büyük bir politik misyon biçmesi bilerek ve bir yönetme biçimi olarak görülmelidir. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın, CHP kliğini doğrudan hedef alması, ilgili bildirinin arkasında CHP’nin olduğunu söylemesi ve tüm gündemi bu sorunla doldurması klikler arası güç dengelerindeki değişme eğilimine karşı bir politik bir hamle yapma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Var olan ekonomik krizin, pandemi salgınındaki başarısızlığın, kadın düşmanı politikalarına yönelik tepkinin, AKP yandaşlarının zenginleşme hikayelerinin yaygınlaşmasının, gençlik hareketinin bastıralamamasının, işçi sınıfının direniş ve grevlerinin yaygınlaşmasının ve toplumsal tepkinin çığ gibi büyüyen yapısının yarattığı tablo yönetme sorununu boyutlandırmaktadır. Bu duruma özellikle Biden’ın seçilmesiyle birlikte Ortadoğu politikasının, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da “Mavi Vatan” adlı saldırgan politikanın krize girmesi durumu oluşmuştur. Bu eksende Tayyip Erdoğan ve Türk devleti AB ve ABD’ye hem ekonomik hemde siyasi bağımlılığın gereği olarak mecbur ve mahkumiyeti artmış bir şekilde yönelimini bulmaya çalışmaktadır. Tüm bu toplam içinde AKP kliği ABD ile işleri yoluna koymanın telaşı ve hesabı içinde hareket etmektedir. Rusya ve ABD arasındaki gerginliğin tırmanması, saflaşmayı dayatan çelişkiler AKP ve Türk devleti için son 5 yılda bulduğu ve emperyalistleri son sınırına kadar zorlayan politikasına olanak sunmamaktadır. Tamda Ukrayna, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ABD için en kullanışlı uşak olduğunu ispatlama yönelimine göre konum alma arayışındadır. Bu arayışın ve tesis edilecek güçlendirilmiş ilişkilerin krizlerle boğuşan ekonomiye, yönetme noktasında yaşadığı sorunlara da kolaylaştırıcı bir etki yaratacaktır. Ukrayna’da NATO’nun Karadeniz’de duyacağı ihtiyaca göre konumlanmaya hazırdır. 104 amiralin Montrö uyarısına karşı aldığı konumlanış ve meseleyi bilerek büyütmesinde de ABD’ye kendisinin olası gelişmelere göre düzenleme yapmaya daha açık ve işlevli olacağına dair mesajları bu şekilde vermektedir.
AKP-MHP faşist bloku içerde ciddi bir güç kaybı yaşamakta, yönetme sorunu büyümekte, toplumsal desteği zayıflamaktadır. Aynı şekilde dış politikada ABD emperyalizmi açısından daha az güven veren ve bu bağlamda istenilen işleve uygun yapısında aşınma yaşanmaktadır. Bu durumu Tayyip Erdoğan ve AKP tersine çevirmek için bir yönelim bulma eğilimindedir. Rus emperyalizmi ile son 5 yılda kurulan ilişkiler ve anlaşmalarla elde ettiği kazanımlar ise bulmaya çalıştığı yönelimde zarar görsün istememektedir. Ancak rol üstlenmeye çalıştığı her meselede Rusya’nın çıkarlarıyla karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Tamda bu noktada ABD ve NATO desteği olmaksızın bunları koruması olanaklı görünmemektedir. Bağladığı ve bağlandığı noktalarda açmazlar yaşamakta, ABD ve NATO’dan garanti alarak ve pazarlığı burada odaklayarak her türlü gözü karalığa hazır olduğunu gösterme durumundadır. Ancak Kürt meselesinde, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da, Akdeniz’de çok katmanlı ve saçaklı güç ilişkileri, çelişkileri ve denklemde izlediği maceracı siyasetten ciddi bir geri adım atmaksızın bu pazarlıklarla rolünü alması olası değildir.
Montrö tartışması, 104 amiral bildirisi ve darbe-darbecilik yaygarası ile AKP-MHP bir yandan çok yönlü sıkışmışlığı içinde diğer kliklere saldırarak gücünü pekiştirmek istemekte; diğer yanda ise Ordu içindeki cuntaların bir izdüşümü olan bu açıklama devlet kurum ve mekanizmaları içindeki çatlakların büyüdüğünü göstermekte ve bu yaklaşımla çatışmalar baskılanmaya çalışılmaktadır. Bu gelişmenin faşist klikler arasındaki sertleşmeyi arttıracağı, bu kliklerin oluşturduğu Millet ve Cumhur ittifakların iç dengelerine yönelik gerginliğe yol açacağı görülmektedir. AKP ve Erdoğan büyüyen sorunları ve çelişkileri bu gerginlik siyaseti ile yönetirken, diğer yandan Amiraller içinde gözaltına alınanlar arasında “Mavi Vatan Doktirini”ni ortaya atan Cem Gürdeniz’in olması zaten geri adım attığı Doğu Akdeniz sorununda emperyalistlere başka biçimde de “göz kırpma” olarak yorumlana bilir. Tüm bu gelişmeler içinde NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’da Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerine karşı oluşturulan VJTF’nin (Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Gücü) komutasının 1 Ocak’tan beri Türkiye’de olduğunu ve 6500 kişilik bu gücün 4200 askerinin Türk Ordusundan oluştuğunu not etmek gerekiyor. Ukrayna gerginliğinin tırmandığı ve Ukrayna’nın NATO’dan destek istediği koşulda Türk hakim sınıflarının içindeki bu çelişkinin bir yeri olduğunu belirtmek gerekir.
Montrö Sözleşmesi ve 104 amiralin yaptığı açıklama sadece bir bardak suda AKP-MHP blokunun kopardığı bir kıyamet olarak değerlendirilmemelidir. Tablo ekonomik ve politik krizin doğal sonucu olan egemen klikler arasında yürüyen çatışmanın büyümesi ve derinleşmesidir. AKP-MHP bloku bu mücadeleyi kendi belirlediği gündemler ve yönlendirmeyle sürdürmeye ve bu bağlamda devlet kurumları içindeki sorun ve çelişkilerin yansımalarına müdahale ederek soruna biçim verme peşindedir. 104 amiralin açıklamasının ordu içindeki rahatsızlıktan bağımsız olmadığı, çelişkilerin bir yansıması olduğu gerçektir. Bu gerçekliğin bir diğer yanı ise AKP-MHP blokunun bu çelişkileri yönetme ve yönlendirmede başarısız, tutarsız ve sorunu uçlaştırarak krizine çare üretemeyecek duruma gelmiş olmasıdır.